Şiddeti artıran aileyi zayıflatan kanun artık değişmeli

Şiddeti artıran aileyi zayıflatan kanun artık değişmeli
Şiddeti artıran aileyi zayıflatan kanun artık değişmeli

Kanun’un adı “Ailenin Korunması” ifadesini taşısa da aileyi güçlendirmeye yönelik müşahhas hükümler sınırlıdır. Kanunun genel kurgusu, aileyi korumaktan çok kadına yönelik şiddeti önlemeye yöneliktir ve bu yaklaşımın merkezinde “erkek kaynaklı şiddet” varsayımı yer almaktadır. Şiddet tanımı İstanbul Sözleşmesi çizgisinde hatta onu aşarak çok geniş tutulmuş, buna istinaden de çok sayıda tedbir öngörülmüştür.

Önceki iki sayımızda Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı Kanun’u elimizden geldiğince analiz etmeye çalışmıştık. Şimdi ise Kanun’un çok fazla dikkat edilmeyen bir hükmünü ele alarak teklifimizi de ekleyeceğiz.

Kanun’un 16. maddesi, üç temel alanda Devlete eğitim ve bilgilendirme sorumluluğu yüklemektedir:

1- Kadının çalışma hayatına katılımı,

2- Kadının insan hakları,

3- Kadın-erkek eşitliği.

Maddeye göre televizyon ve radyo yayınlarında şiddetle mücadele, kadınların çalışma hayatına katılımı ve benzeri konularda Bakanlıkça hazırlanan içeriklerin ayda en az doksan dakika yayınlanması zorunlu tutulmuştur (m. 16/3). Ayrıca kamu kurumları, meslek kuruluşları ve eğitim kurumlarında kadın erkek eşitliği ve kadının insan hakları temalı eğitim programlarına katılım esası getirilmiştir (m. 16/5-6).

Kanun’da geçen “kadının çalışma hayatına katılması” ifadesi, pratikte ev içi emeği dışlayarak yalnızca ücretli/emek piyasasına dayalı bir katılımı hedeflemektedir.

Oysa İslam hukukuna göre kadının nafaka temini sorumluluğu yok. Bu mesuliyet evli kadında kocaya, bekârda ise velisine aittir. Bu bakımdan kadının ev dışı istihdamı ancak bazı şartlar ve izin mekanizmaları çerçevesinde meşru kabul edilmiştir.

Bu eğitimlerle kadının kazanç peşinde koşması tamamen onun lehine bir durum gibi sunulmakta, “özgürlük” ambalajı ile sorumlu olmadığı hususlar üzerine yüklenerek, İslam’ın kadına verdiği haklar elinden alınmakta, bunun propagandası da devlete yüklenmektedir.

Kanun’da yer alan “kadının insan hakları” kavramsallaştırması açık bir şekilde tanımlanmamış, ancak Türkiye’nin CEDAW süreciyle birlikte güçlenen feminist örgütlerin önerileriyle metne girdiği anlaşılmaktadır. Özellikle “Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği”nin 1998’den itibaren SHÇEK ve diğer kamu kurumlarıyla yürüttüğü eğitim faaliyetleri bu kavramın içeriğini oluşturmaktadır.

Söz konusu derneğin yayınlarında “kadının insan hakları”, klasik insan hakları söyleminden farklı olarak kadın açısından yeniden yorumlanmakta, kendilerince taleplerde bulunulmaktadır.

Bu hakların bir kısmı (örneğin can güvenliği, mal dokunulmazlığı vb.) şer’an da meşrudur. Bazıları ise İslam hukuku ile uyumlu olmadığı gibi birkaçı örfümüzle de mer’i hukukla da uyumlu değildir. “Eşit miras, evlilik içinde cinsî münasebeti reddetme, istediği zaman kocasından izin almadan istediği işte çalışma, dini hayata katılma ya da katılmama hakkı” İslam hukuku ile uyumlu değilken; kadının bedenî hakları arasında sayılan, istediği kişi ile cinsî münasebete girebileceğini ima eden “kendi cinselliğini yaşama” ve kürtajı da dâhil eden “kadının bedeninin yalnızca kendine ait olması hakkı” dinen de hukuken de ahlâken de kabul edilemeyecek ve hak olamayacak şeylerdir.

İslam hukukuna göre cinsellik yalnızca nikâh çerçevesinde ve kadın-erkek arasında meşrudur. Bunun dışındaki ilişkiler ya zîna ya da sapkınlık kapsamındadır ve kesinlikle haramdır. Kürtaj ise çok istisnâî zaruret halleri dışında câiz değildir.

Bu gerekçelerle Kanun’daki eğitim düzenlemelerinin kaldırılması ya da aileyi merkeze alan, kadını yalnızlaştırıp aile bağını zayıflatmayan bir içerikle yeniden düzenlenmesi gereklidir. Eğitimin aileyi güçlendirme, evlilik kurumunu koruma, kadın ve erkeğin fıtrî rolleri, eşler arası hak ve sorumluluklar gibi başlıklar üzerine inşa edilmesi daha isabetli olacaktır.

Şiddet azalmıyor, aile zayıflıyor

Kamuoyu araştırmalarına göre, “kadına şiddet” toplumun öncelikli meseleleri arasında yüksek bir nispete sahip değildir. Bu veriler, ailenin bütünlüğünün şiddetten önce başka tehditlerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Kamuoyu araştırmalarına göre, “kadına şiddet” toplumun öncelikli meseleleri arasında yüksek bir nispete sahip değildir. Bu veriler, ailenin bütünlüğünün şiddetten önce başka tehditlerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Kanun’un adı “Ailenin Korunması” ifadesini taşısa da aileyi güçlendirmeye yönelik müşahhas hükümler sınırlıdır. Kanunun genel kurgusu, aileyi korumaktan çok kadına yönelik şiddeti önlemeye yöneliktir ve bu yaklaşımın merkezinde “erkek kaynaklı şiddet” varsayımı yer almaktadır. Şiddet tanımı İstanbul Sözleşmesi çizgisinde hatta onu aşarak çok geniş tutulmuş, buna istinaden de çok sayıda tedbir öngörülmüştür.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, TÜİK ve diğer kurumların istatistikleri incelendiğinde;

- 4320 sayılı eski kanunun çıktığı dönemden bu yana şiddetin azalmadığı, aksine sayı olarak arttığı görülmektedir.

- Kadın cinayetlerinde de belirgin yükselişler yaşanmıştır. Boşanma oranları artmış,

- Evlilik oranları düşmüş,

- Evlenme yaşı yükselmiştir.

- TÜİK 2021 verilerine göre boşanmaların en yaygın nedeni %32 ile “sorumsuz ve ilgisiz davranma”dır. Fizîkî şiddet ya da kötü muamele ise kadın boşanmalarının %14-15 civarında bir nedenidir.

- Hâne yapıları incelendiğinde;

- Çekirdek aile nispetinin düştüğü,

- Yalnız yaşayan ya da evlilik dışı birlikteliklerin arttığı,

- Ortalama hâne halkı büyüklüğünün azaldığı görülmektedir.

Kamuoyu araştırmalarına göre, “kadına şiddet” toplumun öncelikli meseleleri arasında yüksek bir nispete sahip değildir. Bu veriler, ailenin bütünlüğünün şiddetten önce başka tehditlerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Bu sebeple 6284 sayılı Kanun’un adından “kadına şiddet” ifadesi çıkarılmalı ve içeriği aileyi koruyacak şekilde yenilenmelidir. Bu durum kadına veya aile fertlerine şiddeti serbest bırakmak manasına değildir. Zaten 6284 sayılı Kanun’da şiddet olarak tanımlanan hemen her türlü eylem, Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak da düzenlenmiştir.

  • Hukûki ve içtimâî etkiler
  • Her yıl Kanun’a dayanarak yüzbinlerce uzaklaştırma kararı verilmekte, çok sayıda erkek evinden ve çocuklarından koparılmaktadır. Bu kararların etkisinin ne olduğu, aile içi çatışmayı artırıp artırmadığına ilişkin yeterli araştırma bulunmamaktadır. Ancak uygulamakla yükümlü personelin Kanun’a bakışı ile ilgili yapılan bir araştırmada;
  • - “Beyana dayalı karar”,
  • - “Şikâyet olmaksızın re’sen karar alınması”,
  • - “Delilsiz kolayca evden uzaklaştırma verilebilmesi” ŞÖNİM, kadın sığınma evi, ilk kabul birimi ve emniyet personeli tarafından eleştirilmiş, bunları suiistimal eden kitlenin arttığı ifade edilmiştir.
  • Ayrıca emniyet personeline göre erkek eşe uzaklaştırma kararının verilmesi aileye ciddi oranda zarar vermekte ve bu haliyle Kanun, şiddet oranlarını artırmaktadır.
  • Psikolojik, sosyo-ekonomik, ahlâkî boyutları olan bir meselenin yalnızca hukûkî yollarla çözülemeyeceği açıktır. Ancak hukuk düzenlemelerinin yeni sorunlar üretmemesi beklenir. 6284 sayılı Kanun’un kadına yönelik şiddeti azaltamadığı, aileyi koruyamadığı yani iddialarını gerçekleştiremediği gibi başka sosyal problemlere yol açtığı müşahede edilmektedir.
  • Bunun yanında Türkiye'nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte Kanun’un da gözden geçirilmesi zorunlu görünmektedir; zira Kanun’un birçok hükmü Sözleşme’yle bağlantılıdır.

Kanun’da değişiklik yapılmalı

Bu Kanun’la ilgili İslam hukuku ve hukuk ilkeleri çerçevesinde tekliflerimiz şu şekildedir:

1- Kanun’un başlığı “Ailenin Korunmasına Dair” olmalı, “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” ifadesi çıkarılmalı.

2- Kanun aileyi korumak üzere revize edilmeli.

3- Kanun’da İstanbul Sözleşmesine ve diğer uluslararası sözleşmelere yapılan atıf kaldırılmalı.

4- Aile kavramının tanımı yapılmalı, sapkın birliktelikler Kanun dışında bırakılmalı.

5- Şiddetin tanımı daraltılmalı; fizîkî ve cinsî şiddetle sınırlanmalı. Fizîkî şiddette tedip amaçlı hususlar, cinsî şiddette evlilik gereği ilişkiler dışarıda bırakılmalı.

6- Psikolojik ve ekonomik şiddet ya bu Kanun kapsamından çıkarılmalı ya da objektif ölçütlere bağlanmalı.

7- Şiddet mağduru tanımı daraltılmalı, “şiddete uğrama, mâruz kalma, şiddetten etkilenme tehlikesi” gibi sübjektif ifadeler Kanun’dan çıkartılmalı.

8- Önleyici tedbir kararları azaltılmalı, bu kararlardan özellikle evden uzaklaştırmaların delil ve belge ile verilebilmesi Kanun’a eklenmeli. TCK’daki kadar şüphe duymayacak şekilde kesin kanaat olmasa bile büyük ihtimalle (zann-ı galip) kanaat oluşturacak kadar delil veya karine istenmeli.

9- Kolluk kuvvetlerinin önleyici tedbir kararı verme yetkisi kaldırılmalı.

10- Zorlama hapsi kaldırılmalı, eğer kaldırılmayacaksa ceza hukukunun genel kurallarına uygun hale getirilmeli, yani kolayca verilememeli ve bir suça iki ceza verilmemesi kuralı işletilmeli.

11- Karı-koca arasındaki şiddet olayları şikâyete bağlı hale getirilmeli.

12- “Aile meclisi” hakkında düzenleme yapılmalı, hukukî kimlik kazandırmalı, aile içi ihtilafların ilk çözüm yerlerinden biri olarak düzenlenmeli. Uzlaşma getirilmeli.

13- Aile Bakanlığı’nın davalara doğrudan katılma hakkı kaldırılmalı, mağdurun iznine bağlı hale getirilmeli.

14- Eğitimle ilgili madde (m. 16) ya tamamen kaldırılmalı ya da ailenin korunması ile ilgili eğitimlere münhasır olmalı.

Bunlar bizim kanaatimizce yaptığımız teklifler. Eğer konu ideolojik düzeyde tartışılmazsa başka daha güzel öneriler de bu konu ile dertlenen kişiler tarafından yapılacaktır.

Kanun yapıcı konumunda olanlar, yaptıkları kanunlar sebebiyle haksızlığa uğrayan her kişi için sorguya çekileceklerini unutmamalılar. Gücü olup da hatayı düzeltmeyenler de sorumlu olduklarını akıllarından çıkarmasınlar. Herkes hesap vereceği güne cevabını hazır etmeli.