Şii İran rejiminin çıkmaz sokağı

Humeyni devriminden sonra ortaya çıkan bu etnik ve mezhebî dışlama toplumun hayatını baskılamaya dönüşmüştür. Bu da İran’da çoğunluğu teşkil eden seküler kesimi karşısına almış ve ayrıştırmıştır. Bu ayrıştırmadan en çok etkilenenler de kadınlar olmuştur. Mehsa Emini’nin ölümü ise ayrıştırılan kesimlerin rejime olan tepkisini taşırmış ve sokaklar karışmıştır.
Humeyni devriminden sonra ortaya çıkan bu etnik ve mezhebî dışlama toplumun hayatını baskılamaya dönüşmüştür. Bu da İran’da çoğunluğu teşkil eden seküler kesimi karşısına almış ve ayrıştırmıştır. Bu ayrıştırmadan en çok etkilenenler de kadınlar olmuştur. Mehsa Emini’nin ölümü ise ayrıştırılan kesimlerin rejime olan tepkisini taşırmış ve sokaklar karışmıştır.

1935 gibi çok yakın bir tarihte imparatorluk mirası üzerine kurulmuş genç bir ülke olarak İran, coğrafyasındaki halkların ve diğer grupların derdine derman olamıyor, taleplerine cevap üretemiyor. Haliyle İran uzun vadede ya tebaasını oluşturan halkların tabiatına uygun bir devlet olacak yâhut da bütünlüğünü koruyamayacak. İran’ın başka bir çıkışı yok. Hayali cemaatler eninde sonunda hakiki cemaatlere mağlup olur.

İran’da Mehsa Emini’nin ölümüyle başlayan olayları bir dışavurum, bir tepki patlaması olarak okumak mümkündür. Mehsa Emini’nin ölümü bardağı taşıran bir damla. Bu ölüm hâdisesi, tek başına üçüncü ayına girmiş olan İran nümayişlerini anlamak ve anlatmakta yetersiz kalıyor. Öncesinde tepkileri tetikleyecek çok sayıda sebep varken hep susulmuş, içe atılmış, sessiz kalınmış ama artık bardak taşmıştır. Bu noktada ise bütün eski günahlar da orta yere serilmiş durumdadır.

Uzun süredir İran toplumunda bir rahatsızlık, bir huzursuzluk olduğu ve bu huzursuzluğun zaman zaman farklı şekil ve nedenlerle ortaya çıktığı bilinmektedir. Son İran hâdiselerini anlamak için bu tepkilere sebebiyet veren meselelerini doğuran ortamı bilmek gerekiyor. Bilindiği üzere İran, katı kuralları olan sert bir ulus devlettir. Fars/Pers halkı, Farsça ve Şiilik merkezli olarak kurulan ve örgütlenen İran ulus devleti, bu haliyle Farslar dışındaki halkları, Farsça dışındaki dilleri ve Şiilik dışındaki mezhepleri dışlamış ve dışlamayı sürdürüyor.

Humeyni devriminden sonra ortaya çıkan bu etnik ve mezhebî dışlama toplumun hayatını baskılamaya dönüşmüştür. Bu da İran’da çoğunluğu teşkil eden seküler kesimi karşısına almış ve ayrıştırmıştır. Bu ayrıştırmadan en çok etkilenenler de kadınlar olmuştur. Mehsa Emini’nin ölümü ise ayrıştırılan kesimlerin rejime olan tepkisini taşırmış ve sokaklar karışmıştır.

Emini öldü mü yoksa öldürüldü mü?

İran rejimi, Mehsa Emini’nin ölümü sonrası devlet televizyonunda tutuklama anını ve sonrasını gösterdiği iddia edilen kurgu bir video yayımlandı. Kurgu videoda polis güçlerinin polisin zor kullanmadığı ve darp etmediğini anlatılmaya çalışmıştı. Ancak buna kimse özellikle de İran halkı inanmadı. Çünkü İran rejiminin sicilinin ne kadar kabarık olduğunu herkes iyi biliyor.

Öte yandan henüz kaldırımdaki görüntüler sert bir şekilde darp edildiğini, rencide edildiğini açıkça göstermektedir. Cumhurbaşkanı, olayın araştırılacağını, gerçeğin ortaya çıkarılacağını söyledi. Mehsa’nın ailesini arayarak başsağlığı dileklerini iletti. Gerçeği bulacakları sözünü de verdi fakat verdiği sözleri yerine getirmedi. Kaldı ki ölümün darp nedeniyle gerçekleştiği açık bir şekilde ortada.

Yanlış yönetilen bir ülke

İran’da hoşnutsuzluk düzeyi 40 küsur yıldır sürekli artış eğiliminde. Rejim sahipleri en basitinden ülke yönetmeyi beceremiyor. Çok dilli, çok etnikli, çok kültürlü ve çok dinli bir ülke olan İran, bütün bu farklılıklarını ve zenginliklerini inkâr ederek tek tip robotik insan tipine göre kurgulanmış durumda. Rejim bunu zorluyor ancak beceremiyor. Zîra bu tabiatın hakikatine aykırı bir şey. İran’ın 40 yıldır uygulamakta olduğu bütün politikalar, ülkenin tabiatına taban tabana zıt.

İran, baskıları dindirmek için hatalardan vazgeçmek zorunda. Bunun için;

- Dil yasaklarını gevşetmeli, anayasal güvence vermeli,

- Halkları rahatlatmalı,

- Dînî hürriyetleri tanımalı,

- Başta Tahran olmak üzere tüm ülkede Sünnilere cami yapmalı ve Sünnilerin cuma ve bayram namazı kılmalarına izin vermeli.

- Farklı dillerde radyo ve televizyonlara müsaade etmeli.

- Farklı dillerin eğitimde kullanılmasına müsaade etmeli.

- Başörtüsü dayatmasına son vermeli.

- Kadınların hayatını sınırlayan yasakları gevşetmelidir.

Dış güçler etkili mi?

İran içinde çok ciddi sorunlar bulunuyor ve bu sorunlar birer kartopu gibi her gün daha da büyüyor. İç sorunlar dış güçlerin elbette dikkatini çeker ve potansiyel bir kullanım alanıdır. Ancak İran’daki mevcut hadiseleri en azından başlangıç itibarıyla dış güç oyunu olarak nitelemek doğru değildir, bu olsa olsa sorumluluktan kaçmak olacaktır.

Gelişmeleri tek başına etnik yâhut dînî temelli olarak okumak da doğru olmayacaktır. Elbette bu hâdiselerin temelinde etnik ve dinî huzursuzluklar da bulunmaktadır. Ancak bunlar gösterilerin tek nedeni olarak değerlendirilemez.

Kürtlere ve Beluçlara yönelik dil ve inanç yasakları 40 küsür yıldır İran’da mevcut. Bu yasaklar ciddi rahatsızlıklara ve zaman zaman isyanlara yol açmaktadır. Nitekim Humeyni’den bu yana İran’ın en fazla kan döktüğü iki bölge de Belucistan ve Kürdistan olmuştur.

İç dinamikler alternatif üretemiyor

İran muhalefetinin iç dinamiklerle mevcut rejime bir alternatif üretebilmesi şimdilik mümkün gözükmüyor. Zîra mevcut rejim sadece iç dinamiklere dayalı olarak iş başına gelmedi. Mevcut İran rejimini getirenler ve bugüne kadar destekleyenler bu desteği çekmeden İran’da bir rejim değişikliği mümkün olmayacaktır.

Şu an İran muhalefeti diye bir şeyden söz etmek bile neredeyse çok zor. Muhalefet tek parça değil, söz birliği yok, hedef birliği yok. İran Şii rejimi halklar arasında ciddi bir ayrışmaya yol açmış durumda. Özellikle Türklerle diğer halkların arasını da açmış görünüyor. İran’daki bütün sosyal hareketler hep Tebriz’in desteğine bakar. Bu nümayişlerin başlangıcında da böyle oldu. Ancak Türkler de Kürtlerin ön plana çıkmasından rahatsız oldular ve kazanım elde etmesini istemediler.

Sadece seküler talepleri olan gruplar ise hem Türklerin hem Kürtlerin hem de Beluçların İran’a dair taleplerinden rahatsız. Zîra onlar mevcut İran’ın devamından yana olmakla beraber sadece dine dayalı yasakların kaldırılmasını talep ediyorlar. Yoksa ulus devletle bir sorunları bulunmuyor. Bütün bu farklılıklar İran’da muhalefetin bir araya gelmesini, ortak bir hedefe kilitlenip başarıya ulaşmasını engelliyor. Öte yandan dış güçler de İran’da bir rejim değişikliğini uygun görmüyorlar. Zîra İran’daki bir değişiklik bütün bölgeyi etkileyecektir. İran bu haliyle ve özellikle ulus devlet sistemiyle bölgede bir saatli bomba gibi duruyor.

İran’da bir dış müdahale demeyelim ama küresel güçlerin izni olmadan bir rejim değişikliği mümkün olmayacaktır. Egemen güçler için bölgede İsrail ile birlikte böyle bir İran gerekiyordu ve hâlâ o ihtiyaç olduğu yerde duruyor. İran ve İsrail birbirlerine muhtaç. Birbirinin ötekisi, birbirinin varlık sebebi olan iki devlet bunlar. Bölgede muadili olmadıkça İran bu rejimiyle yerinde duracaktır.

Gezi benzetmesi gerçekçi değil

İran’daki hâdiselere “Gezi” benzetmesi doğru değildir. Gezi kalkışması başlangıç, kurgu, hedef ve amaçları itibarıyla çok farklıydı. Gezi kalkışmasının temelinde ülkenin çıkarlarına aykırı olarak devam eden bazı projeleri durdurmak ve yürütülen algıyla bir itiraz oluşturmak vardı. Ancak İran’da 40 yıldır devam edegelen bir sorunlar silsilesi var ve bunu herkes görüyor. Mesela Gezi’de kimse etnik grupların dil ve kültür haklarından, Sünnilerin veya dînî azınlıkların haklarından, seküler kesimin haklarından bahsetmiyordu. Fakat İran’da ilk günden itibaren bu talepler dile getiriliyor.

İran bir İslam devleti mi?

“İslam Devleti” teorisinin gerçekten var olup olmadığı tartışılmalıdır. 40 yıldır bu etiketle var olan bir ulus devletin kim tarafından ve ne şekilde dünya Müslümanlarına İslam devleti olarak yutturulduğu konuşulmalıdır. İran’ın bir İslam devleti olmadığı, katı bir ulus devlet olduğu apaçık ortadır. İslam’ın egemen olduğu bir İslam devleti hangi dili yasaklar, hangi halkı yok sayabilir? Dolayısıyla İran örneği üzerinden İslam devleti idealini/teorisini tartışmak veya sorgulamak kesinlikle doğru değildir. Bu mânâda Türkiye Müslümanlarının bir İslam devletinin nasıl olamayacağını görme ve anlama noktasında İran’dan çıkarması gereken çok ders vardır. Baskı ve zulmün bir ülkeye hayır getirmeyeceği İran örneğinden çıkarılabilecek en önemli derstir. Tam demokratik ve özgür bir ülke idealinin nasıl elzem bir ihtiyaç olduğu bu vesileyle görülmektedir. Müslüman kültürün kadim ifadesi, “zulümle abad olanın ahiri berbat olur” der. Kudema “küfür devam eder ama zulüm devam etmez” buyurmuşlardır. Bunları görmek ve anlamak gerekiyor. Türkiye’nin buradan çıkaracağı en önemli ders, tekrar ve hızlı bir şekilde yüzyılın projesi olan millî birlik ve beraberlik projesini hayata geçirmek olmalıdır.

Gerçeği yok kurgusu var

Suud ve İran’ın yönetici kesiminin bilhassa yurtdışında verdiği resimler, bu iki ülkeye ait siyasi sistemlerin birer kurgudan ibaret olduğunu, iç dinamiklerle uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığını net bir şekilde göstermiştir. Eğer bu durum samimi bir inancın gereği olsaydı, coğrafya fark etmeksizin inanç kuralları geçerli olacaktı.

Hayali cemaatler mağlup olur

İran rejimi ve İran halkı sürekli tekrarlanan protestolara alışmış durumda olsa da, protestolar öncekilere nazaran çok uzadı ve üçüncü ayına girdi. Her geçen gün dozu artan protestolar Türkiye’den doğru bir şekilde takip edilmiyor, dolayısıyla anlaşılamıyor. Türkiye’de Farsça bilen ve İran’ı doğru takip eden gazeteci sayısı maalesef çok az. İranlı muhalifler meseleye kendi zaviyelerinden bakıyorlar ve olayları görmek istedikleri gibi görüp yorumluyorlar.

- Türk milliyetçileri meseleye kendi açılarından bakıp bir Güney Azerbaycan özlemiyle gerçeklikten uzaklaşıyorlar.

- Kürtçüler Mehabad hayalinden kurtulamadılar. Hâlâ oradan bakıp İran’ı da tanıma ve anlama sıkıntısı yaşıyorlar.

- Seküler kesim ulusalcı korkularıyla yüzleşemiyor, bundan kurtulamıyor ve derin bir ikilem yaşıyor.

Herkes diğer kitleleri kendi önceliklerine doğru kanalize etmek amacını güdüyor. Bu da en çok rejimin işine geliyor. Her grubun talebini diğer gruba tehdit unsuru olarak gösterip buradan bir ikna gücü devşiriyor. Ulus devlet yapısının bu bölgeye uygun olmadığı bir gerçektir. 1935 gibi çok yakın bir tarihte imparatorluk mirası üzerine kurulmuş genç bir ülke olarak İran, coğrafyasındaki halkların ve diğer grupların derdine derman olamıyor, taleplerine cevap üretemiyor. Dolayısıyla İran uzun vadede ya tebaasını oluşturan halkların tabiatına uygun bir devlet olacak yâhut da bütünlüğünü koruyamayacak. İran’ın başka bir çıkışı yok. Hayali cemaatler eninde sonunda hakiki cemaatlere mağlup olur.