Şimdi değilse ne zaman?

3 Ekim 2022’de Birleşmiş Milletler faiz artırarak krizin etkilerini azaltmaya çalışmayı ve enflasyonu düşürmeyi “ihtiyatsız bir kumar” olarak niteledi.
3 Ekim 2022’de Birleşmiş Milletler faiz artırarak krizin etkilerini azaltmaya çalışmayı ve enflasyonu düşürmeyi “ihtiyatsız bir kumar” olarak niteledi.

Din adına konuşma kapasitesini kendinde görenler hâlâ belden üste çıkamazken, İslam dünyasının Kur’an kaynaklı bir iktisat önermesi üretmesinin ve sunmasının tam zamanı değil midir? Faize yasak demek yetmiyor, mevcut düzene alternatif bir ekonomi sistematiği ortaya konması gerekmiyor mu?

3 Ekim 2022’de Birleşmiş Milletler faiz artırarak krizin etkilerini azaltmaya çalışmayı ve enflasyonu düşürmeyi “ihtiyatsız bir kumar” olarak niteledi.

10 Ekim 2022 Dünya Bankası Başkanı David Malpass ve IMF Başkanı Kristalina Georgieva, FED’i yüksek faiz artırımına gitmemeleri ve resesyon tehlikesi konusunda uyardı.

19 Ekim 2022 Fithc Raitings, yüksek faiz uyarısında bulunarak, kredi risklerinin arttığını ve faiz artırımının durması gerektiğini açıkladı.

Bireysel pek çok ekonomistin de benzer yönlü açıklamaları oldu ve hâlen olmaya devam ediyor.

Dünyada ve ülkemizdeki ekonomiye yön veren çevrelerde ezberlenen “faizi yükselt, enflasyonu düşür” formülü ters tepti.

Yıllardır eksi faizlerde gezinen batı ülkeleri başta ABD olmak üzere faizi artırdıkça enflasyon gerçeği ile sert bir biçimde yüzleştiler.

Covid sonrası Ukrayna savaşı ve bölgesel anlaşmazlıkların ortaya çıkardığı yeni krizde dünyadan ayrışan tek ülke var; faiz indiren Türkiye.

Faiz düzeni yürümüyor

Gezegende finansın hâkimlerinin “her daim kasa kazanır” mottosuyla yerleştirdikleri faiz düzeni yürümüyor.

Konforu bozulan Avrupa başta olmak üzere gelişmiş dünyanın toplumları diken üstünde.

Faiz sonuç değil sebeptir” sözünün tüm dünyada neredeyse onaylandığı tarihi dönemlerden geçiyoruz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son bir yıldır ısrarla faiz düşüklüğünü politika hâline getirmeye çalışıyor.

Bu amaç doğrultusunda uzun süre önüne engeller koyan maliye bürokrasisini aradan çıkarmayı başardı.

Dünyadaki yangına âdeta benzin döken Merkez Bankaları’nın bağımsızlığı gibi kocaman bir yalan artık tedavülde duramıyor.

Türkiye, hükümetin hedeflerine uygun hareket eden bir Merkez Bankası yönetimi ve uygulamaları ile âdeta dünyaya ders veriyor.

Elbette hâlâ enflasyon çok yüksek, hâlâ göstergeler istenildiği gibi değil, hâlâ enerji kaynaklı dış ticaret açığı veriliyor.

Türkiye’nin çarkları dönüyor

Ama…

Tüm dünya resesyona girmişken, ekonomik durgunluktan yüksek miktarda işsizlik tehlikesi yaşarken, Türkiye’nin çarkları son sürat dönmeye devem ediyor.

Üretiyor, üretiyor ve üretiyoruz…

Sonuç, her gün binlerce tır sınır kapılarımızdan çıkıp, ürünlerimizi adreslerine ulaştırıyor.

Avrupa kentlerinde insanlar hayat pahalılığı yüzünden her gün sokaklarda isyanlarını dile getirirken, benim ülkem krizi nispeten daha sakin atlatmaya çalışıyor.

Hele önümüzdeki kış havaların iyice soğuması, Avrupa ülkelerindeki isyanları büyük toplumsal travmalara dönüştüreceğe benziyor.

Çok uzun zamandır sömürge sermayesi üzerine kurgulanmış refahı yaşayan Batı insanı, şimdi kendi hâlinde kalmanın çaresizliği ile yüz yüze.

Bu karmaşık, kafa karıştırıcı, okuması kolay olmayan tablo çerçevesinde tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de derinden bir tartışma yaşanıyor.

Ortodoks/Heteredoks ekonomi kapışması olarak tarif edebileceğimiz bu kavgada kapışma konusu, enflasyona sermayenin mi yoksa ücretlilerin mi sebep olduğu sorusu.

Enflasyonun sebebi ücret artışları mı?

Ortodoks ekonomistler ki kendilerine ana akım da denebilir, (en bilineni rolex saatiyle ünlü Özgür Demirtaş ve gibileri diyelim) ücret artışlarının talep oluşturduğu için enflasyona sebep olduğunu öne sürüyorlar.

Tek reçeteleri de faiz artırmak ve ücretleri baskılamak.

Faiz artırınca üretim kısılacak, üretim kısıldığı için arz azalacak, ücretler de artmadığı için alım gücü zayıflayacak ve enflasyon yavaş yavaş düşecek.

Bu durumda yatırım yapılamayacağından dolayı işsizlik doğacak ama bunu enflasyonu düşürmek için katlanılması gereken doğal bir çıktı olarak tanımlıyorlar.

Heteredokslar ise ücretlerin artırılmasını, kredilerin kısılmasını ve üretimin sürmesinden yanalar. Faturayı sadece çalışana değil, yüksek gelir sahiplerinden daha fazla vergi alınarak bu zor şartlarda sermayenin de fedakârlık yapması gerektiğini söylüyorlar. Nitekim bu yüksek enflasyon ortamında şirketlerin ve bankaların açıkladıkları muazzam kârları, dar gelirliden sermaye kesimine aktarılan kaynaklar olarak tanımlıyorlar.

Sermayeden ve emekten yana olanların çok derin bir kavgası bu ve muhakkak sisler dağıldığında kalıcı sonuçlar üretecektir.

Türkiye bu tartışmada heteredoks ekonomistlerin dediklerini yapıyor. Faiz indirerek üretimi teşvik ediyor ve dünyanın durgunluk tehlikesi yaşadığı bir zaman diliminde yüksek büyüme hedefi ile yola devam ediyor.

Biz tabi ki ekonomistler kadar konuyu teknik terimlere boğup anlaşılmaz şekilde açıklama kapasitesine sahip değiliz ama tam bir sene önce faizi düşürme politikasının doğruluğunu yazmıştık.

O günlerde böyle bir yazıyı yazmak gerçekten çok zordu ama tüm teknik laf kalabalıklarına rağmen ekonomi gayet basittir aslında; “kazandığından fazla harcarsan borçlanırsın, dolayısıyla harcadığından fazla kazanacaksın.”

Borç alan emir alır” demiş atalarımız.

Uzun zamandır ekonomimize hâkim olan ana akım ekonomi uygulamaları bizi faiz-kur sarmalı içinde sürekli borçla yaşayan bir sömürge ülkesi yapmıştı.

Bir sene önce ilk adımları atılmaya başlayan bu yeni dönemde, tüm zorluklara, seçim öncesinin büyük riskine rağmen Tayyip Erdoğan kararlılığı bir kez daha bütün dünyaya haklılığını göstermiştir.

İslam iktisadı adına pek ses yok

Amma…

Dünya son yüzyılın hâkim liberal/kapitalist ekonomi uygulamalarından bîzar iken, küresel projeler duvara toslamışken, toplumlar büyük bir açmazda iken, İslam iktisadı adına yeni bir öneri geldiğini duyan var mı?

İslam ümmeti ve ümmetin ekonomi bilenleri ne yapmaktadır?

Küresel insan malzemesi kendisini sömüren kapitalizme karşı yeni ve ferahlatıcı öneriler duymaya bu kadar açık ve hazırken, neden bu konuda bir söz söyleyen çıkmıyor?

Din adına konuşma kapasitesini kendinde görenler hâlâ boş işlerle uğraşırken, İslam dünyasının Kur’an kaynaklı bir iktisat önermesi üretmesinin ve sunmasının tam zamanı değil midir?

Faize yasak demek yetmiyor, mevcut düzene alternatif bir ekonomi sistematiği ortaya konması gerekmiyor mu?

İslam sadece namaz-oruç fıkhından mı ibaret?

Bu soruları sormanın ve cevaplarını aramanın tam zamanıdır derim…

Vesselam…