Sırlı bir seyyah: Evliya Çelebi

Evliya Çelebi, 1040 Muharreminin aşure gecesi (19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüya ile yolculuğuna başlamıştır.
Evliya Çelebi, 1040 Muharreminin aşure gecesi (19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüya ile yolculuğuna başlamıştır.

Eski dünyanın seyyahları meşhurdur. Bunların modern zamanın turistleri gibi sadece para harcamak ve zevk dünyasını tatmin etmekten öte bir iş yaptıkları kesin. Birçok tehlikeyi göze alarak ve âdetâ bir keşfe çıkarak diyar diyar gezen seyyahlar içerisinde en çok bilineni ise şüphesiz Evliya Çelebi’dir.

Yazdığı “Seyahatnâme” ile 17. asra damgasını vuran bu büyük seyyahın “bilinmekliği” ile birlikte sır dolu da bir hayatı var. Özi Kalesi’nin muhasarasına katılmış, Saint-Gotthard Muharebesi’ne iştirâk etmiş, Kandiye’nin fethinde bizzat bulunmuş olan bu büyük seyyahımızın henüz ismini bile net bilememekteyiz.

Müntehabât-ı Evliya Çelebî’nin ilk ve son sayfaları (İstanbul 1259)
Müntehabât-ı Evliya Çelebî’nin ilk ve son sayfaları (İstanbul 1259)

Herkes O’nun karış karış gezdiği coğrafyalara “nasıl” gittiğini merak ederken, kendisi eserinde “niçin” seyahat ettiğini açıklıyor bizlere: 1040 Muharreminin aşure gecesi (19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüya ile başlıyor yolculuğuna. Buna göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahî Çelebi Camii’nde Hz. Peygamber’i kalabalık bir cemaatle birlikte görür, heyecana kapılıp Resûl-i Ekrem’in (sas) elini öperken, “Şefaat yâ Rasûlallah” diyecek yerde “Seyahat yâ Rasûlallah” der. Hz. Peygamber tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdeler; cemaatte bulunan ashabın duasını alır; Sa’d b. Ebû Vakkas da gördüklerini yazması temennisinde bulunur. Bu rüyayı tabir ettirdiği Kasımpaşa Mevlevîhanesi şeyhi Abdullah Dede’nin, “Sa’d b. Ebû Vakkas’ın nasihati üzere ibtida bizim İstanbul’cağızı tahrir eyle” tavsiyesiyle önce doğduğu ve yaşadığı şehri gezmeye, gördüklerini yazmaya karar verir (Mücteba İlgürel, “Evliya Çelebi”, DİA, s. 530).

  • Evliya Çelebi’nin eserlerini bir tarih kitabı gibi değil bir musahib gözüyle yazılmış bir metin gibi okumak en sağlıklısı. Zira oldukça zeki bir fıtrata sahip olduğu anlaşılan seyyahımız, kendisine titizlikle yaklaşmayanları hemen yanlışa sürükleyebilir. Kimi zaman “Erzurum’un soğuğunda bir kedinin damdan dama atlarken donduğunu” yazarak mübalağa sanatını kullanırken kimi zaman vezir-i azam isimlerinde kasten değişikliğe gider.
On ciltlik muazzam bir kitap yazmış, Türk kültür dünyasında eşine rastlanmayacak bir miras bırakmıştır Evliya Çelebi.

Çok iyi bir tahsil gördüğü, Şeyhülislam Hamid Efendi Medresesi’nde yedi yıl derslere devam edip hocası olan Evliya Mehmed Efendi’den de hıfza çalıştığı anlaşılmaktadır. Ardından saraya intisap etmiş ve Enderun’da yetişmiş; hattatlıktan mûsikiye kadar birçok sanatla da iştigal etmiştir. Tabii bu özellikleri yazmış olduğu meşhur “Seyahatnâme” dolayısıyla gölgede kalmıştır. Halbuki saraydaki bu kabiliyeti 4. Murad’ın gözünden kaçmamış, sık sık padişah ile sohbet için huzura çağırılmıştır.

İstanbul’dan başladığı seyahatine Bursa ile devam eden Evliya, Ketenci Ömer Paşa’nın Trabzon’a vali tayin edilmesiyle Paşa’nın yanında buraya geçer. Ardından Kırım’a adımını atar ve Azak’ın fethine de bizzat katılır. Bitmez… Girit Seferi’ne de iştirak eder ve Anadolu seyahati bundan sonra başlar. Bütün Ortadoğu ve Balkanları da gezip, buraları orijinal üslubuyla tasvir eden Evliya Çelebi’nin “Seyahatnâme”sindeki 10. cildi ise eksik kalır. Buradan hareketle araştırmacılar Evliya’nın eserini tamamlayamadan vefat etiğini düşünmektedir.

  • Evliya Çelebi hiç evlenmemiştir. Eserindeki bilgilerden iyi ata bindiği, iyi cirit oynadığı, gayet çevik ve hareketli bir insan olduğu, herkesle iyi geçindiği, hoşsohbet, nüktedan olup katıldığı meclislerde sözünü dinlettiği anlaşılmaktadır.

Bize kalan üç duvar yazısı vardır. Hepsinde “Evliya” ismiyle imza atmıştır. Ancak mütevelli heyetinde bulunduğunu ifade ettiği camilerin kayıtlarında “Evliya” isimli birisinin çıkmaması takipçilerine hâlâ sırlı kapılarını açmadığını göstermektedir.