Temel mesele

Saadet Partisinin genel başkanlığını yürüten bu zât, Sivas ve Başbağlar’da yaşanan cinayetlerin gerçek fâillerinin kim olduğunu bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Ama onların bir kısmıyla şimdi siyasi müttefik. O yüzden istese de konuşamaz.
Saadet Partisinin genel başkanlığını yürüten bu zât, Sivas ve Başbağlar’da yaşanan cinayetlerin gerçek fâillerinin kim olduğunu bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Ama onların bir kısmıyla şimdi siyasi müttefik. O yüzden istese de konuşamaz.

Demek ki, 1949’da İsrail’i tanıyan zamanın halifesiydi. Bu hilâfet, 1958’de Cezayir’in bağımsızlığını da tanımamıştı. Hatta Temel Karamollaoğlu’nun hilâfeti, Ayasofya’yı kapatmış, ezanı ve Kur’an’ı Türkçeleştirmiş, İslam alfabesini yasaklamış, camileri ahır ve umumhaneye çevirmiş, hocaların kellelerini almış yahut olup bitene ses çıkarmayıp reyleri ile tasdik etmiş. Bu hilâfet ve halifeler tam da İngilizlerin arzu ettiği hilâfet olsa gerektir ve onların nasıl bir hilâfet arzu ettiklerini Saadet’in büyük bilgesinden daha iyi kim bilebilir?

Mâlumdur ki, Millî Görüş düşüncesi rahmetli Erbakan Hocanın hayatını ortaya koyduğu bir dâvâ idi. Bu dâvânın devri cumhuriyetteki ilk siyasî sahibi ise rahmetli Cevat Rıfat Atilhan’dı.

  • Bugün bile bu isimle bir partinin kurulması neredeyse imkânsız iken, Atilhan merhum 27 Ağustos 1951’de İslam Demokrasi Partisi (İDP) adıyla bir siyasi parti kurar. Mahkemeler, Millî Görüş partilerine uyguladığı kapatma gerekçesini; yani laiklik karşıtı, irticaî fikir ve fiillerin odağı olma iddiasını İDP’ye de yöneltip kapatır.

Osmanlı döneminde Filistin istihbaratını yöneten ve işgalci siyonistlerin ‘Netzach Israel Lo Ishakere’ isimli ve NILI kısa adıyla bilinen casus teşkilatını çökerten, İstiklâl Madalyası sahibi, yüz civarında kitap neşretmiş bir adam olan Atilhan gibi Erbakan hocanın da hedefi siyonistler, masonlar ve kapitalist düzendi.

Sözlerini sakınmadıkları gibi onlarla asla işbirliğine girişmediler. İslam dâvasına; rejimin hışmına uğramamak için ‘Millî Görüş’ adını verdiler.

İşte o ‘dâvâ’yı temsil ettiğini iddia eden partilerden birinin başında, belediye başkanlığı yaptığı dönemde cereyan eden Sivas Hâdiselerinin fâili olmakla itham edilen pek çok kişi hâlâ hapishanelerde çürürken, onlar hakkında tek kelime bile kurmayan ve mağdurları yok sayan zât var.

O zâtı memnun eden şey, kendisinin ses bandının ortaya çıkmasıymış. Cumhurbaşkanı olursa da Madımak'ın arkasında ne varsa çıkarmaya hazırmış.

Saadet Partisinin genel başkanlığını yürüten bu zât, Sivas ve Başbağlar’da yaşanan cinayetlerin gerçek fâillerinin kim olduğunu bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Ama onların bir kısmıyla şimdi siyasi müttefik. O yüzden istese de konuşamaz.

Ak Parti’nin ilk iktidar olduğu yıllarda, Saadet Partisinin de TBMM’de olmasının faydalı olacağını yazmakta idik. TBMM’de olan Saadet’in iktidara ahlâkî eleştiriler yaparak güç vereceğine, bunun da Ak Parti’nin daha sağlıklı politikalar üretmesine fayda sağlayacağına inanmaktaydık. Keşke yanılmasaydık, lâkin ortaya çıkan tablo bunun hayalinin bile mahsurlu olduğunu gösterdi. Nedenleri üzerinde durmaya gerek yok, her şey ayan beyan ortada.

Mustafa Kemal’in söylediği bir söz vardı; Hilâfet TBMM şahsı mânevisinde mündemiç olduğu için kaldırılmamıştır. Yani hilâfet kalkmadı.
Mustafa Kemal’in söylediği bir söz vardı; Hilâfet TBMM şahsı mânevisinde mündemiç olduğu için kaldırılmamıştır. Yani hilâfet kalkmadı.

Ne yazık ki, Kemalist CHP, Marksist ateist HDP, karma faşist İP ile ortaklık yürüten Saadet, eski tabanına sahip çıkmak şöyle sursun, aksine tabanı ile savaşmayı Temel umde hâline getirmiş durumda.

Öyle zamanda öyle cümleler kuruyor ki, ne akılla, ne mantıkla, ne de vicdan terazisinde karşılık bulamıyorsunuz.

Geçtiğimiz günlerde dost ve müteffiklerine ait Halk Tv’ye konuk olmuş Temel Bey. Haberlere yansıyan sözleri, geçmişte Millî Görüş partilerine rey veren bizleri aldatmak değilse, şu an yakalandıkları rahatsızlığın tedavi edilmesi gerekiyor.

Çünkü sunucunun, “Türkiye'de tekrardan bir hilâfet ve İslam Cumhuriyeti olabilir mi” suâline verdiği cevap, yaşananın bir savrulmadan çok öte bir hâl olduğuna işaret ediyor.

Bu sadece siyasi ihtiras, kin, nefret ve yaşlılık kuruntusu falan değil. Düpedüz cinnet…

Saadet Partisinin ikincil başkanına göre, hilâfeti Mustafa Kemal değil, AK Parti kaldırmış.

  • Şöyle diyor cevaben Saadet’in ikincil başkanı: “Türkiye'de hilâfet vardı aslında, bu arkadaşlar kaldırdı. Hilâfet kaldırılırken Mustafa Kemal’in söylediği bir söz vardı; Hilâfet TBMM şahsı mânevisinde mündemiç olduğu için kaldırılmamıştır. Yani hilâfet kalkmadı. AK Partililer Meclis'in gücünü ortadan kaldırınca, hilâfeti yok ettiler.”

Kurulan cümle kendisine ait ve gördüğünüz üzere söze “Hilâfet kaldırılırken Mustafa Kemal’in söylediği bir söz var” diye başlıyor.

Demek ki, hilâfet kaldırılmış. Ama aslında o anki TBMM üyelerini cebri bir ikna cümlesi olan “TBMM şahsı manevisinde mündemiç olduğu” ibaresinden hareketle hilâfet kalkmamış, TBMM’de devam etmekteymiş ki, Başkanlık sistemine geçilince hilâfet birden bire uçmuş gitmiş.

Şu Tayyip Erdoğan’ın yaptığı işe bir bakar mısınız? Bir de çıkıp milleti yanıltıyor. Tayyip Erdoğan keşke her gün ne yapacağını Saadet Partisi’ne bir sorsa ya!

Zaten Saadet’in 2018’deki Cumhurbaşkanı adayı olan Temel Karamollaoğlu, Hürriyet muhabirinin “-Ak Parti ile- İttifak kapısı tamamen kapandı denebilir mi” suâline şu mütevazı cevabı vermemiş miydi: “İttifak bizim adayımızla olursa neden itiraz edelim ki...”

Tayyip Erdoğan, AK Parti’yi kurduğu günden bu yana onların bazen aklı dumura uğratacak kadar şirazesiz hakaretamiz cümlelerine rağmen Saadet Partisine hemen hiçbir eleştiri yöneltmedi. Basiretli bir siyasetçi, rakibi partilerin tabanlarını da seçmen olarak görür, ona göre siyaset yapar. Oysa Erdoğan, Saadet’in sadece tavanına değil, tabanına bile söz söylemedi.

Fakat Saadet Partisinin bu ikincil başkanına göre Erdoğan, hilâfeti ilga ederek ümmeti başsız bırakmış. Demek ki, BAE’nin kendi ülkesi başta olmak üzere, Yemen, Bahreyn, Umman, Mısır, Libya, Somali, Sudan, Filistin gibi ülkelerde estirdiği terör, Sisi’nin şehid Mursi’ye yönelik darbesi, Sudan darbesi, iktidarlarını pekiştirmek için siyonist uşaklığına soyunarak İsrail’in tanınması, Trump’ın Türk yurdu Golan, Kudüs-ü Şerif ve Batı Şeria’yı siyonistlere peşkeş çekmeye kalkışması da bu yüzden…

Demek ki, 1949’da İsrail’i tanıyan zamanın halifesiydi. Bu hilâfet, 1958’de Cezayir’in bağımsızlığını da tanımamıştı. Hatta Temel Karamollaoğlu’nun hilâfeti, Ayasofya’yı kapatmış, ezanı ve Kur’an’ı Türkçeleştirmiş, İslam alfabesini yasaklamış, camileri ahır ve umumhaneye çevirmiş, hocaların kellelerini almış yahut olup bitene ses çıkarmayıp reyleri ile tasdik etmiş.

Bu hilâfet ve halifeler tam da İngilizlerin arzu ettiği hilâfet olsa gerektir ve onların nasıl bir hilâfet arzu ettiklerini Saadet’in büyük bilgesinden daha iyi kim bilebilir?

Allah kimseyi ezansız ve iz’ansız bırakmasın!