Tıbb-ı Nebevî’nin aslı neye dayanır ve hâlâ geçerli midir?

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: "İlaçların en hayırlısı Kur'an'dır!" 
Her devrin nasihat ve tıbbî bilgilerinin modası geçebilir, ancak bu Tıbb-ı Nebevî için asla ve kat’a geçerli olamaz. Müslümanların bu gerçekleri daha yakından görmesinin vakti çoktan geçiyor!
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: "İlaçların en hayırlısı Kur'an'dır!" Her devrin nasihat ve tıbbî bilgilerinin modası geçebilir, ancak bu Tıbb-ı Nebevî için asla ve kat’a geçerli olamaz. Müslümanların bu gerçekleri daha yakından görmesinin vakti çoktan geçiyor!

Tıbb-ı Nebevî vahiy temelli doğrular olduğu için asla yanlış ihtiva etmez. Kıyamete dek geçerli hükümler barındırır. Tıp ise çağa göre değişiklik arz edip, gelişme gösterdiği zannedilse de, insanlık “El-Kanun fi’t-Tıbb” gibi bir eser daha yazamamıştır. İslam’ın hiçbir doğrusu zamanla değişmez. Zamane bilgisi ile çatıştığı noktalar olsa da, zaman içinde modern tıp ve bilim de hep kendi kendini yalanlamış, -bunu itirafa yanaşmasa da- eninde sonunda İslam’ın ve Tıbb-ı Nebevî’nin doğrularına gelmek zorunda kalmıştır.

Hadis-i Şeriflerde ilmin ‘din ve beden’ olmak üzere iki şubeden müteşekkil olduğu belirtilir. Hz Peygamber (s.a.v.) insanlığa hem din, hem de beden ilimlerini öğretmiştir. Beden ile ilgili nasihatlerine ‘Tıbb-ı Nebevî / Tıbbü’n-Nebevî’ denilir.

Tıbb-ı Nebevî, hem Kur’an-ı Kerim’deki, hem de Hadis-i Şeriflerdeki (Sünnet-i Seniyyedeki) beden yani tıp ilgili emir ve nehiyler bütününe verilen isimdir. Bu hem beslenmeyi, hem koruyucu hekimliği, hem de kısmen tedavi usulleri ve ahlâkî umdeleri ihtiva eder.

Tıbb-ı Nebevî, hem Kur’an-ı Kerim’deki, hem de Hadis-i Şeriflerdeki (Sünnet-i Seniyyedeki) beden yani tıp ilgili emir ve nehiyler bütününe verilen isimdir.
Tıbb-ı Nebevî, hem Kur’an-ı Kerim’deki, hem de Hadis-i Şeriflerdeki (Sünnet-i Seniyyedeki) beden yani tıp ilgili emir ve nehiyler bütününe verilen isimdir.

Asıl hedefi, insanın dünya hayatını sıhhatli bir şekilde sürdürmesini sağlamaktır. Çünkü ruhun dünyevî görünümü olan beden de insana emanettir ve onu muhafaza ile memurdur. Bir beden ilmi olan tıbbın bir diğer adı da ‘ilmü’l-ebdan’dır. Yani beden ilmi!

Tıp ilmi daha çok tecrübevî bir ilimdir. Tıbb-ı Nebevî ise Peygamberlik nuru ve vahiy mahsulüdür. Beşeri tıp ilmi, insanî hasletler ile bilgi eksikliği ve ahlakî meziyet zâfiyeti nedeniyle her daim yanlış bilgi ihtiva edebilir. Ancak bu Tıbb-ı Nebevî için asla geçerli değildir.

  • İnsanların Tıbb-ı Nebevî’den istifade etmekten imtina etmeleri, Kur’an-ı Kerim’in şifası ve Sünnet-i Seniyye’nin bereketinden yüz çevirmeleri mânâsına gelebilir. Tıp, insana yanlış teşhis ve reçete sunabilir ama bu vahiy için söz konusu bile edilemez.

Dinin vecibelerinin yerine getirilmesi, bedenin sıhhatine bağlıdır. Bu nedenle din, önce bedeni ve ruhu sağlıklı kılmak ister. Bir başka açıdan bakıldığında da dinin emirlerinin yerine getirilmesi, ruh ve bedenin sıhhatli olmasını sağlar.

Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sonra ulemanın tümüne yakını, din ilimlerinin yanı sıra beden ilimleri ile de ilgilenmişler, eserlerine Tıbb-ı Nebevî bölümleri koymuşlardır.
Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sonra ulemanın tümüne yakını, din ilimlerinin yanı sıra beden ilimleri ile de ilgilenmişler, eserlerine Tıbb-ı Nebevî bölümleri koymuşlardır.

Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sonra ulemanın tümüne yakını, din ilimlerinin yanı sıra beden ilimleri ile de ilgilenmişler, eserlerine Tıbb-ı Nebevî bölümleri koymuşlardır. Sayısız tıbbi eser ve münhasıran Tıbb-ı Nebevî eseri kaleme almışlardır. Hadis kitapları da özel bölümler açmışlardır. Şarihler sayamayacağımız kadar çok kitap ve risale neşretmişlerdir.

Bu husustaki ilk eserler hicri 2. asırda kaleme alınmıştır. En meşhur eserlerden biri, İbn Kayyım El Cevziyye’nin “et-Tıbbü’n-Nebevî” eseridir.

Temel kâide, insanları hastalıktan korumak

Din ve beden ilminde temel kâide, insanları hastalıktan korumaktır. Bunun için yiyip-içme, uyuma, çalışma gibi günlük ihtiyaçların ölçüleri vazedilir. İster insanın zaafları, isterse de şahsın iradesi dışında ortaya çıkan hastalıklar, yani bozulan sıhhatin tedavisi için bîmâristan, dârüşşifâ, dârüssıhha, şifâhâne, tımarhâne, bîmarhâne, dârülâfiye ve dârülmerza diye adlandırılan müesseseler inşa edilmiştir. Bu müesseseler, bugünkü hastanelerle benzerlikler ihtiva etse de, çok daha ötesinde hizmetler üreten ve günümüzde benzerleri artık bulun(a)mayan, hasret duyduğumuz kurumlardır.

İslâm dünyasında ilk hastanelerin genel adı “bîmâristan” idi. Bîmâr (hasta) kelimesinden, yer adı yapmakta kullanılan -istân ekiyle türetilmiş Farsça bir isimdir.

Dârüşşifâ’nın ilk temelini Hz Peygamber (s.a.v.) atmış ise de, gelişmesini Efendimiz (s.a.v.) döneminin ünlü hekimi Hâris b. Kelede sağlar. Hâris tıp tahsilini, İran’da bîmâristan adıyla anılan Cündişâpûr Tıp Okulu’nda yapmıştır. İlk Müslüman Karahanlı hakanı Tamgaç Buğra Han’ın 1065’te Semerkant’ta tesis ettiği şifâhânenin vakfiyesinde, Türkistan Müslümanlarının bîmâristan yerine “dârülmerza” ismini verdiğini görülür. Selçuklular ise “dârülâfiye” ve “dârüşşifâ” isimlerini kullanmışlardır.

Osmanlı ise dârüşşifâ ile birlikte daha çok “dârüssıhha”, şifâhâne, bîmârhâne ve tımarhâne kelimelerini kullanırlar. 19’uncu asır batılılaşma hareketleri ile birlikte bu müesseselerin de adı değişmiş ve “hastahâne” denilmeye başlanmıştır.

Tıbb-ı Nebevî’ye tekrar dönecek olursak, Tıbb-ı Nebevî vahiy temelli doğrular olduğu için asla yanlış ihtiva etmez. Kıyamete dek geçerli hükümler barındırır. Tıp ise çağa göre değişiklik arz edip, gelişme gösterdiği zannedilse de, insanlık “El-Kanun fi’t-Tıbb” gibi bir eser daha yazamamıştır.

Tıbb-ı Nebevî’ye tekrar dönecek olursak, Tıbb-ı Nebevî vahiy temelli doğrular olduğu için asla yanlış ihtiva etmez. Kıyamete dek geçerli hükümler barındırır. Tıp ise çağa göre değişiklik arz edip, gelişme gösterdiği zannedilse de, insanlık “El-Kanun fi’t-Tıbb” gibi bir eser daha yazamamıştır
Tıbb-ı Nebevî’ye tekrar dönecek olursak, Tıbb-ı Nebevî vahiy temelli doğrular olduğu için asla yanlış ihtiva etmez. Kıyamete dek geçerli hükümler barındırır. Tıp ise çağa göre değişiklik arz edip, gelişme gösterdiği zannedilse de, insanlık “El-Kanun fi’t-Tıbb” gibi bir eser daha yazamamıştır

İslam’ın hiçbir doğrusu zamanla değişmez. Zamane bilgisi ile çatıştığı noktalar olsa da, zaman içinde modern tıp ve bilim de hep kendi kendini yalanlamış, -bunu itirafa yanaşmasa da- eninde sonunda İslam’ın ve Tıbb-ı Nebevî’nin doğrularına gelmek zorunda kalmıştır.

Tıbb-ı Nebevî’nin uygulanması, dinin uygulanmasından farksızdır. Bir ibadeti yerine getirebilmek veya bir mesleği icra edebilmek için nasıl ki, usûl ve esaslarını öğrenmek şart ise, bu Tıbb-ı Nebevî için de geçerlidir. Bunun için, Hz Peygamber (s.a.v.)’in Sünnet-i Seneyyesi ve bâhusus Tıbb-ı Nebevî hakkındaki emir ve nehiylerini öğrenmek gerekir.

  • Bunun dört veçhesi vardır.
  • • İlki, yiyip-içme ölçüleridir
  • • İkincisi, aile hayatı ile ilgili hususlardır.
  • • Üçüncüsü, iştigal edilen meslekler ve icrâları hususundaki emir ve nehiylerdir.
  • • Dördüncüsü ise, her hangi bir hastalık isabet ettiğinde yapılması gerekenlerle ilgili Sünnet-i Seniyye’deki tavsiyelerdir.

İlaçların en hayırlısı

İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: “Ben, benzi sararmış olarak Hz Peygamber (s.a.v.)’in yanına varmıştım. “Ey İbn-i Abbas bu ne haldir?” diye sual ettiler. Ben de “Bâsur hastalığı var” dedim. Bana “Küçük yaşta olmana rağmen öyle mi? Gebreotunun (Kapari) çiçek tomurcuğunu alıp, iyice döversin ve sonra sulandırıp içersin” buyurdu. Ben de dediklerini yaptım ve iyileştim.”

  • Yine Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mi’rac sırasında yanlarından geçtiğim her melek, bana mutlaka "Ya Muhammed! Ümmetine hacamat olmalarını emret demiştir." "Kim hacamat olmak isterse, ayın 17 veya 19 veya 21'ini arasın…”

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: "İlaçların en hayırlısı Kur'an'dır!"

Her devrin nasihat ve tıbbî bilgilerinin modası geçebilir, ancak bu Tıbb-ı Nebevî için asla ve kat’a geçerli olamaz. Müslümanların bu gerçekleri daha yakından görmesinin vakti çoktan geçiyor!