Toplumun 4 temel dayanağıve işadamı

 Biz mü’minlerin tek hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu yolda başta belirttiğimiz fıtratımıza uygun olan mesleği veya görevi seçerek bunu en güzel şekilde ifa etmek ve sonsuz mutluluk yuvasına ve Allah’ın sevgisine mahzar olmak duamızdır. İşadamı, Kur’an’î misale kıyasen, ‘dağların kaldırmaktan imtina ettiği genel görevin öncelikle iktisadi yönünden sorumludur’ her yetim her aç ve muhtaç ortaya çıkan ihtiyaç, bu sorumluluk alanına girmektedir. İhtiyaç olmayan ama hayatı güzelleştiren sıcak yataklar, konforlu evler, güzel arabalar hepsi şükür vesilesi bir nimettir ama temel mesuliyetler unutularak elde tutulan nimetlerin sorgusunun da çok çetin olacağını unutmamak gerekmektedir.
Biz mü’minlerin tek hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu yolda başta belirttiğimiz fıtratımıza uygun olan mesleği veya görevi seçerek bunu en güzel şekilde ifa etmek ve sonsuz mutluluk yuvasına ve Allah’ın sevgisine mahzar olmak duamızdır. İşadamı, Kur’an’î misale kıyasen, ‘dağların kaldırmaktan imtina ettiği genel görevin öncelikle iktisadi yönünden sorumludur’ her yetim her aç ve muhtaç ortaya çıkan ihtiyaç, bu sorumluluk alanına girmektedir. İhtiyaç olmayan ama hayatı güzelleştiren sıcak yataklar, konforlu evler, güzel arabalar hepsi şükür vesilesi bir nimettir ama temel mesuliyetler unutularak elde tutulan nimetlerin sorgusunun da çok çetin olacağını unutmamak gerekmektedir.

İşadamı; doğduğumuz gün bizi sardıkları bezden, ölünce sardıkları beze kadar bu zaman aralığında her türlü ihtiyacımızı giderdiğimiz, tüm eşyamızı üreten, aracılık eden ve birçok hizmeti yerine getiren ve bunun karşılığında kendine kazanç elde etmeyi ümit eden kişidir. Hayatımızın her aşamasında ürünleri ve hizmetleri üzerinden iletişimde olduğumuz bu kitle bazı İslam mütefekkirlerince toplumun 4 temel dayanağından biri kabul edilmiştir.

Her insan parmak izleri gibi farklı fıtratlara sahip olarak doğar. Hayatı boyunca âile, çevre, eğitim ve zamanın getirdiği şartlar ile yetişkin kimliğine bürünür ve hayat yolculuğunu tamamlayarak bir yıldız gibi kayar gider. Aynı zamanda birbirinden yaratılış olarak farklı olmakla birlikte, her insan eşrefi mahlûkat ( yaratılanların en şereflisi ) olarak doğar, her bebeğin yüzünde o güzelliği, nuru görmek ve hatta koklamak mümkündür.

İlerleyen zaman içinde o tabiî saflığını şuurlu bir şekilde muhafaza eder, geliştirir, Hakk’ı bilir ve Hakk rızası için kendisine ve çevresine faydalı olursa reşit yani yararlı bir kişi olmuş olur. Fakat o bebek saflığını kaybeder ve sadece kendi menfaatine odaklı, Hakk’dan gafil ve hakkına razı olmadan hırsları ile hareket eder ise hem kendine, hem de çevresine zarar veren bir zâlime dönüşür ve hatta hayvandan daha alçak bir seviyeye iner.

İlerleyen zaman içinde o tabiî saflığını şuurlu bir şekilde muhafaza eder, geliştirir, Hakk’ı bilir ve Hakk rızası için kendisine ve çevresine faydalı olursa reşit yani yararlı bir kişi olmuş olur.
İlerleyen zaman içinde o tabiî saflığını şuurlu bir şekilde muhafaza eder, geliştirir, Hakk’ı bilir ve Hakk rızası için kendisine ve çevresine faydalı olursa reşit yani yararlı bir kişi olmuş olur.

Bütün insanlık bu hayat tünelinin içinden geçer. Tercihler ‘kader’ denilen çizginin sunduğu fırsatları doğru yönde kullanmaktır ve mesuliyet alanını oluşturan ebedî sonuca tesir eden ana âmildir. Bu tercihleri en güzel ve doğru şekilde yapabilmek ve bunu tünelin çıkış noktasına kadar sürdürebilmek işte gerçek kurtuluş sonsuz mutluk buradadır.

Hiç kimse anne ve babası gibi doğacağı bölgeyi, ırk ve cinsiyetini de seçemez. Dolayısıyla bunlar bir üstünlükten ziyade ilâhî sofrada kişiye sunulan bir imkân olarak görülmeli ve buna göre hayatını yönlendirmenin onun mesuliyet çerçevesini tanımladığı şuuruyla hayatını sürdürmeli.

İşadamı ne işe yarar?

İşadamı olmak için eğitim ön şart değildir, dünya eğitimi olmayan nice başarılı iş adamlarıyla doludur, eğitimli olanların dezavantajları da vardır, risk alma, gözü kara olmak gibi meziyetleri eğitim disipline eder. Bu da bâzen menfi tesir eder ve işletme gibi dalların eğitmenlerinin ekseriyetinin işadamı olmamasının sebeplerinden biri de budur. Özetle işadamı olmak için eğitim gerek şart değil.

  • Toplum hayatımızın içinde her kişinin kendi sorumluluk alanları var ve birlikte huzurlu bir şekilde yaşamanın en önemli kâidesi herkesin bu görevleri en güzel ve uyumlu şekilde yerine getirmesine bağlı. O zaman sorumuza geliyoruz, işadamı ne işe yarar, kendine ve yaşadığı topluma ne fayda üretir ve bu görevin dinimizde bir karşılığı var mı?

İşadamı; öncelikle bir kişiye bağlı ve bağımlı olmadan, iktisadî faaliyette olan kişidir. Kazancı belirsiz ve gittiği yön sabit değildir yani belirsizlikleri yönetebilme iradesine sahip olmalıdır. İştigal ettiği konuya hâkim olmak zorundadır. Toplumun her kesimiyle irtibatta bulanabilmeli tabiri caizse her dilden anlamalıdır. Yöneticilerle yakın ilişkide olmalı ve iş yaptığı ülkenin kurallarına, hukukuna, örf ve âdetine uyumlu olmaya mecburdur.

4 temel dayanak

İşadamı; doğduğumuz gün bizi sardıkları bezden, ölünce sardıkları beze kadar bu zaman aralığında her türlü ihtiyacımızı giderdiğimiz, tüm eşyamızı üreten, aracılık eden ve birçok hizmeti yerine getiren ve bunun karşılığında kendine kazanç elde etmeyi ümit eden kişidir. Hayatımızın her aşamasında ürünleri ve hizmetleri üzerinden iletişimde olduğumuz bu kitle bazı İslam mütefekkirlerince toplumun 4 temel dayanağından biri kabul edilmiştir. Bu tasnifte;

  • • Âlim
  • • Yönetici
  • • Tâcir ve
  • • Kadın çeşitli özellikleri ile toplum düzeninin temel yapı taşlarını oluşturur.
  • • Âlimden beklenen ışık olup toplumu aydınlatması,
  • • Yöneticiden beklenen âdaleti temin,
  • • İşadamından beklenen helâl ve tayyib üretim (düzgün iktisadi faaliyet),
  • • Kadından beklenen ahlâklı fertleri topluma kazandırma, yuvayı dişi kuş yapar misali neslin sağlıklı bir şekilde devamı ile âileyi ayakta tutmasıdır.

Konumuz işadamı olduğu için diğer temel taşlara değinmeden işadamının faaliyetlerini İslam dini açısından değerlendirmek gerekiyor.

Öncelikle Allah’ın dünyada kurmuş olduğu mesuliyet alanının iki temel unsuru vardır: Âhlak ve iktisat! Mâneviyat ve maddiyat diye özetleyebileceğimiz bu yapı etle tırnak gibi birbirinden ayrılamaz. Ruh ve bedenin birlikte olması gibi ahlâk ve iktisat hayatımızı anlamlandıran, mesuliyet alanımızın tamamını ihtiva eder.

Allah yaratmış olduğu her şeyi çift yaratmıştır, ahlâk ve iktisat da ruh ve beden gibi hayatın merkezinde birlikte varlıklarını sürdürür. Beden olmadan ruh mesuliyet alanına giremez, ruh olmadan da beden... Bu ayrılmaz ikilinin tamamını en dengeli ve güzel şekilde yürütmek için Allah (c.c.), peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Son din olan İslâm ve son peygamber olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, bu ikisinin huzurlu birliktelik içinde nasıl var olacağını, birbirine zarar vermeden nasıl fayda üretebileceğini, kitap ve örnek insan yani Kur’an ve Sünnet olarak önümüze sermiştir.

Bundan her uzaklaşma, ahlâk ve iktisat, ruh ve beden arasında çatışmaya yani huzursuzluğa yol açmakta. Psikolojik ve sosyal sorunlar bu ikilinin, bir veya ikisinin birden Allah’ın vaaz ettiği yoldan uzaklaşmasından kaynaklanmakta.

Komünizm atalet, Kapitalizm huzursuzluk

İşadamı, âlim, yönetici ve kadın ile birlikte bu dengeyi kurmakla sorumlu kişidir. İktisadî sistemin temeli, yürütücüsü ve sorumlusu işadamıdır. İktisadi sistemi yöneticilere yüklemek isteyen devletçi sistemler çökmüştür. İşadamını tek başına adâlette imtiyazlı ve ahlâktan uzak bırakan sistemler ise huzur üretememiş daimi bir menfaat çatışması içinde olmuşlardır.

  • MÜSİAD’ın kuruluşunda hedefini belirleyen ‘yüksek ahlâk, yüksek teknoloji’ aslında bu birlikte var olma zorunluluğunun yani huzursuzluğun ve ataletin nasıl çözümleneceğinin güzel bir özetidir.

Özetle ifade etmek gerekirse, dünyada son yüzyılda hâkim olan iki sistemden biri olan komünizm ataleti, kapitalizm huzursuzluğu üretti.

Komünizm iktisadın temel taşı olan işadamını yok ederek, devlet merkezli iktisat modelleriyle ataletin kurbanı olurken, kapitalizm ise iktisaden gelişirken kanserojen gelişmeye yani ifsada yol açmış ve hem karada, hem de denizlerde yani tüm âlemde insanlığı sıkıntıya sokan menfî neticelere sebep oldu.

Bunları engellemek, toplumda huzurlu bir gelişme için işadamının varlığını sürdürmesini temin etmek, sayılarını arttıracak politikalar uygulamak ama onların sayısı kadar ahlâkî değerleri kazanmasını sağlamak, bunun yeşereceği aile, eğitim ve iktisat hukuk sistemini kurmak gerekmektedir. İşte işadamını ‘işe yararlı’ kılacak olan reçete budur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve muhterem Hatice validemiz (r.ah.) başta olmak üzere, tüm sahabeyi kiram ve İmam-ı Âzam, fütüvvet ve ahilik teşkilatlarında örnek işadamı olarak bu ümmete yön vermiş, ışık saçmıştır. Dünya ticaretini yönlendiren onbinlerce Müslüman işadamı Çin, Endonezya gibi ülkelere İslâm’ı taşımış ahlâkları, ilimleri ve veren el olma sıfatlarıyla kavimlerin hidayetine, huzuruna vesile olmuşlardır ve bu imkân bugün de mevcuttur .

  • İşadamı çok işe yarayabilir veya ‘yarar’ kelimesinin ilk harfi olan ‘Y’ harfi yerine takip eden ‘Z’ harfi konularak ‘zarar’ üretebilir. Yarar veya zarar bunların hangisinin galip geleceğinin sırrı ahlâkta gizli.

Ahlâk olmadan yarar her daim zarara dönüşür. Tüm ülkeler içinde zengin ülkelerin, intiharların en yüksek olan ülkeler olması maddî gelişmeye rağmen huzursuzluğun önemli göstergesi.

Ülkemizde yetişen tüm işadamları yüksek ahlâkla ahlâklanabilirse, devlet işadamının gelişmesi önündeki engelleri kaldırır ve teşvik ederse; gerçek, kalıcı, kâmil, sağlıklı gelişen yani ‘insânî iktisat’ o zaman ortaya çıkacaktır.

Biz mü’minlerin tek hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Biz mü’minlerin tek hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Biz mü’minlerin tek hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu yolda başta belirttiğimiz fıtratımıza uygun olan mesleği veya görevi seçerek bunu en güzel şekilde ifa etmek ve sonsuz mutluluk yuvasına ve Allah’ın sevgisine mahzar olmak duamızdır. İşadamı, Kur’an’î misale kıyasen, ‘dağların kaldırmaktan imtina ettiği genel görevin öncelikle iktisadi yönünden sorumludur’ her yetim her aç ve muhtaç ortaya çıkan ihtiyaç, bu sorumluluk alanına girmektedir. İhtiyaç olmayan ama hayatı güzelleştiren sıcak yataklar, konforlu evler, güzel arabalar hepsi şükür vesilesi bir nimettir ama temel mesuliyetler unutularak elde tutulan nimetlerin sorgusunun da çok çetin olacağını unutmamak gerekmektedir.

Hâsılı helâl kazancın hedef olmasının yanında, onun sarf edilme şekillerinin de mesuliyet alanında olduğu unutulmamalı. Veren elin alan elden üstün olduğu bilinciyle hareket edip, biriktirip yığan değil, paylaşan ahlâka sahip olmak gerekmekte.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayının bu dengeyi kurma yönünde kalplerimizi genişletmesi ve ilahi rahmete vesile olacak cömertlik sıfatıyla Allah’ın bizleri mücehhez kılması duasıyla konuyla ilgili bir Âyet ve Hadis’le bitirelim.

Kim Allah’a ve Resûl’e (cân u gönülden) itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraber olacaklardır. İşte onlar ne güzel arkadaştırlar!’ (Nisa 69)

(Nisa 69)
(Nisa 69)

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir” (Tirmizî, Büyû 4)

(Tirmizî, Büyû 4)
(Tirmizî, Büyû 4)

Allah bu müjdeye erişmeyi nasip etsin, Allah’a emanet olun, vesselam!