Tukidides’in tuzağı boşa çıkabilecek mi?

14 Kasım’da gerçekleşen G-20 zirvesine Biden-Xi görüşmesi damgasını vurdu.
14 Kasım’da gerçekleşen G-20 zirvesine Biden-Xi görüşmesi damgasını vurdu.

Amerika Çin’le savaşın adını ne koyup da savaşacak? Liberal düzen adına liberal düzeni yok etmek için verilecek savaşa kim, nasıl ikna edilecek? Bunun dünya halkları nezdinde meşruiyeti nasıl temin edilecek? Ülke içinde ve Avrupa’da yapılan anketlerde, Çin’in imajının hiç de makbul olmadığı ve kamuoyu nezdinde de bir tehdit olarak algılandığı gerçeği ortada dursa da Sovyetlerle olandan daha riskli bir soğuk savaşa ABD’nin mecbur kaldığı ortada.

Endonezya’nın Bali adasında 14 Kasım’da gerçekleşen G-20 zirvesine Biden-Xi görüşmesi damgasını vurdu. İki “süper” güç kritik bir dönemeçten geçerken bu buluşma daha bir önem kazanmıştı. O günden beri yorumcuların üstünde durduğu iki soru oldu: Beklenmedik seviyede iyimser beyanlar ne manaya geliyor? Bu bir. İkinci soru ise: Beyanların barışçıllığına rağmen fiilî çatışma potansiyeli sahiden azaldı mı?

ABD ve Çin başkanlarının müzakereye başlamadan ikisinin ekibinin de bu mesajlara uygun bir ortam oluşturmak için elinden geleni yaptığı anlaşılıyor. Son aylarda had safhaya ulaşan çatışma dilinden ılımlı bir işbirliği diline dönüş sadece liderlerin şahsî tercihini yansıtmıyor.

Şu var ki Biden ile Xi ta 2011’den beri birbirini tanıyor ve ikisi de başkan yardımcısı makamındayken çokça mesai yapmış olmanın avantajını yaşıyorlar. Biden, Xi’ye olan sempatisini abartılı biçimde dışa vurmakta bir sakınca görmüyor, “onunla tanışmak için onlarca saat” geçirmiş olduğunu belirtip “birlikte binlerce kilometre seyahat etmiş olmak” la gururlanıyor.

Bir diğer avantajları: İkisi de müzakereye elleri güçlü biçimde oturdu. Biden kongre ara seçimlerinde beklentilerin üstünde bir başarı elde etti. Xi de Komünist Parti’nin üçüncü döneminde Çin’in kralı olarak şatafatlı biçimde tahta oturdu. Elleri sağlam, moralleri yüksek.

İyimser havayı doğuran beyanlar birer cümleyle şöyle: “Dünya bir yol ayrımına vardığı için bir düzeltme sürecine ihtiyacımız var” (Xi); “Yeni bir soğuk savaş olmayacak” (Biden). Son cümle teyitliydi: “Buna kesinlikle inanıyorum.” Biden ABD’nin ülke içinde yatırımlarını artırmak ve dünyanın dört bir yanındaki müttefikleriyle işbirliği yapmak suretiyle Çin’le rekabete devam edeceğini vurgulamakla beraber bu rekabetin sorumlu biçimde yönetilmesi ve açık iletişim hatlarıyla sürdürülmesi gerektiğini söyledi. Küresel ekonomik istikrar, sağlık ve gıda güvenliği gibi ulus ötesi meselelerin ancak ABD ile Çin’in ortak çalışmasıyla üstesinden gelinebileceğine değinmesi, savaş yerine barış tercihinin mantıkî gerekçeleri olarak öne çıkıyordu.

Soğuk savaş mekanizmalarını klonlama

Sadece birkaç ay evvel Tayvan üstünde havada uçuşan beyanlar ve jetlerle birlikte düşünüldüğünde gelinen nokta hakikaten fevkalade. Yine de kapalı kapılar ardında Tayvan konuşulurken, birbirlerine gülücük dağıtmadıklarına bahse girebiliriz. Kısa vadede bile bu zirvenin başarısını belirleyecek olan şey, Tayvan meselesi. Sadece birkaç ay sonra yeniden Biden’ı “Birçok Tayvan yanlısı, özellikle de ABD, Çin tarafından saldırıya uğrarsa Tayvan'ı savunur” derken bulabiliriz. Yahut da Xi, telefon görüşmesinde söylediği sözü (“Ateşle oynayan onunla birlikte yok olur”) kameralar önünde tekrarlayarak posta koyabilir.

Bundan ötürü ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan “çatışma uçurumuna düşmekten sakınmak, kazaları, yanlış hesaplamaları veya tırmanmaları önlemek için iki ülkenin askerî kurumları arasında iletişim kanalları kurmak” arzusunda olduklarını söyledi. Doğrusu bu fikri eskiden beri bayraklaştıran kişi, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger idi. Elli sene evvel Çin’le dolaylı ittifak kurmak suretiyle Sovyetleri izole etme stratejisinin mimarı, günümüzde de Çin’le barışık kalınması için raporlar hazırlayarak, demeçler vererek elinden geleni yapıyor.

Ona göre “soğuk savaş mekanizmalarını klonlama konusunda anlaşmaları dışında savaş olasılığının bir alternatifi yok.” Doğrusu bu yaklaşımıyla zaten Çin’i Çin yapan, hâlihazırda ABD için bir tehdit odağı hâline getiren de kendisi olmuştu ve önerdiği stratejiyi reddeden şahin kanadın en sert vurduğu yerlerden biri tam da bu nokta. Çin’e karşı bu mülayim tutumun devamı neticesinde her şey için vaktin geç olacağını düşünen kesimler, Kissinger çizgisine prim vermiyor.

Savaşın adını ne koyup da savaşacak?

Gelgelelim savaş yanlısı şahinlerin konum alışları da sapasağlam bir zeminde gerçekleşmiyor. En başta Kissinger’ın şahsî becerisinin ötesinde Çin’in yükselişi doğrudan Amerika’nın himmetiyle vücuda geldi ve on yıllar boyunca ekonomiler ayrıştırılamaz biçimde iç içe geçmiş durumda. 2019 rakamlarını baz alırsak, Çin’in dış ticaretinin %13’ü (558 milyar dolarlık kısmı) ABD ile cereyan ediyor ve 345 milyar dolarlık kısmı Çin lehine yazılıyor.

Bu ticaret dengesi (dengesizliği) yetmezmiş gibi Çin’in elinde 1.1 trilyon değerinde ABD devlet tahvili var. Yani daha sıcak savaşa gelmeden soğuk savaş bile pek imkân dâhilinde değil. Sovyetlerle o kadar da zor değildi, çünkü neticede hacmi ABD’nin toplam ticaretinin %1’inden fazlasına tekabül etmiyordu. Bu örnekte ise Çin, ABD’nin ekonomisinin sağlığını kendi sağlığı kadar önemsemek zorunda olduğu bir düzeneğin içinde. Küresel liberal düzen Çin’in işine yaradı ve yaramaya devam ediyor.

Müşkül tam da burada: Amerika Çin’le savaşın adını ne koyup da savaşacak? Liberal düzen adına liberal düzeni yok etmek için verilecek savaşa kim, nasıl ikna edilecek? Bunun dünya halkları nezdinde meşruiyeti nasıl temin edilecek? Ülke içinde ve Avrupa’da yapılan anketlerde, Çin’in imajının hiç de makbul olmadığı ve kamuoyu nezdinde de bir tehdit olarak algılandığı gerçeği ortada dursa da Sovyetlerle olandan daha riskli bir soğuk savaşa ABD’nin mecbur kaldığı ortada.

2009-2013 arasında bir ihtimal hadiseler başka türlü seyredebilirdi. ABD’nin Çin’e yaklaşımı en azından Asya-Pasifik’te bölgesel bir işbirliği ve makul bir model arayışını yansıtıyordu. 2015’ten sonra başka bir yola girilmesinin sebebi, Washington’un bu arayışını bir zafiyet olarak okuyan Pekin’in, Kuşak-Yol gibi iddialı projeler ve “çok kutupluluk” gibi meydan okumacı söylemlerle ABD’yi AB’den ayırmaya, hatta NATO içinde yalnızlaştırmaya çalışması oldu.

Kontrollü bir iki kutuplu dünya

Bunların da tesiriyle Pentagon tarafından yayımlanan 2022 Ulusal Savunma Stratejisi adlı rapor net biçimde Çin’i Rusya’dan daha büyük bir tehdit olarak tanımlayıp, oyunun kurallarını değiştirme niyetinin somut bir delili. Rapora göre, ABD ordusu artık Çin’i esas almak suretiyle donatılıp şekillendirilecek. “Çatışma her ne kadar kaçınılmaz ve arzu edilir” olmasa da “hem uluslararası düzeni yeniden kurma niyeti olan hem de bunu yapmak için giderek artan bir şekilde ekonomik, diplomatik, askerî ve teknik güce sahip tek rakip”e karşı savaş baltaları gömüldükleri yerden çıkartılıyor.

Başka türlü de olamazdı. Taraflar bir kez daha o şom ağızlı Yunanlı tarihçiyi doğruluyor. Tukidides’in tuzak teorisine göre birbirinden korkan iki taraf çareyi daha fazla silahlanmakta bulacak, silahlandıkça karşı tarafın korkularını besleyecek ve sonunda savaşa tutuşacaktır. Sözüm ona Komünist Çin’in bu denli hamasî bir milliyetçiliğe yönelmesini bu teoriye bakarak da anlayabiliriz.

Yeni Soğuk Savaş 2.0 başlıkları atılırken, Biden ülkesinin savaşa hazır olmadığını düşünerek Time dergisine kapak olmayı ve Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmeyi tercih etmiş olabilir mi? Kontrollü bir iki kutuplu dünyayı popülist bir imparatorla kazasız belasız inşa etmeleri sahiden mümkün mü?

Bunu kendisinin de bilmediğine emin olabilirsiniz.