Türkçe Kur’an mı var be hey şaşkın!

Elmalılı’nın tefsiri bugün de değerini korumaktadır. Elbette bu sözü de değerinden bir şey kaybetmemiştir. Neden “Türkçe Kur’an”?
Elmalılı’nın tefsiri bugün de değerini korumaktadır. Elbette bu sözü de değerinden bir şey kaybetmemiştir. Neden “Türkçe Kur’an”?

Büyük Millet Meclisi’nin 1925’te aldığı karar üzerine Kur’an-ı Kerim tefsirini yapmayı üstlenen ve bugün dahi aşılamayan bir eser ortaya koyan Elmalı Muhammed Hamdi Yazır söylemiştir bu sözü! Elmalılı’nın tefsiri bugün de değerini korumaktadır. Elbette bu sözü de değerinden bir şey kaybetmemiştir. Neden “Türkçe Kur’an”?

1932’de “Türkçe Kur’an operasyonu” tam da bugünlerde, 22 Ocak günü başlatıldı. Ramazanın 13’ü idi… İşte Cumhuriyet’in haberi (imlâsına dokunulmamıştır): “Türkçe Kur’an, dün ilk defa okundu. Halk Yasin süretini büyük bir vecdü heyecanla dinledi.”

Haber resimlidir, resmin alt yazısında “Ayakta duranlar arasında meb’uslarımızdan doktor Reşit Galip ve Kılıç Ali beyler de vardır” deniliyor.

İki meb’us, yani milletvekili; hatta birisi, Reşit Galip, Maarif Vekili. Diğeri, Mustafa Kemal’i Çankaya’da en sık ziyaret edenler listesinin başında yer alıyor. 1932-1938 yıllarında 613 ziyareti kayda geçmiş. Sadece bu değil, 6,5 yıl boyunca evi Cumhurbaşkanı tarafından 4 kereden fazla ziyaret edilen yegâne şahıs o.

Kılıç Ali ile ilk Cumhurbaşkanı’nın 1919’da başlayan ve ölümüne kadar süren bu yakınlığı nasıl yorumlanmalıdır? Kılıç Ali Millî Mücadele’nin başlangıcında Maraş ve Antep’in kurtuluş mücadelesinde rol almış, Antep milletvekili yapılmış ve Mustafa Kemal ölünceye kadar milletvekilliği sürmüştür. Tabiî İstiklâl Mahkemesi üyeliği de vardır. İstiklâl mahkemelerinin üç Ali’sinden biri. İstiklâl Mahkemesindeki rolünün Mustafa Kemal Paşa ile ilişkilerinden ötürü bilhassa mühim olduğu tahmin edilebilir.

Her ne kadar “Türkçe Kur’an dinî inkılâbı”nın Maarif Vekili olan Reşit Galib’in eliyle yürütüldüğü düşünülebilirse de Cumhurbaşkanı adına takipçisinin de Kılıç Ali olduğu anlaşılmaktadır. Kılıç Ali Cumhurbaşkanı’nın yanındaki tetikçi takımının en başında geliyor olmalıdır.

Meşhur hafızlara Türkçe Kur’an okutma siyasî bir gösteri olarak tasarlanmış ve her ne kadar camide icra edilmişse de camiin olağan uygulamaları dışında yapılmıştır. Cuma namazı kılındıktan, epey sonra, muhtemelen gelecek devletlileri beklemek gerektiğinden, Türkçe Kur’an gösterisi başlatılabilmiştir.

Bu zevatın başında elbette bu iki isim vardır.

Kur’an’ı Kerim’in Türkçesinin okunması siyasî bir gösteri olarak ilk defa yapılmaktadır ama camilerde Kur’an’ın Türkçe açıklamasını yapmak asırlardır sürdürülen bir gelenektir. Hocalar camide verdikleri derslerde, vaazlarda, Kur’an âyetleri okuduktan önce veya sonra bunların mânalarını açıklarlar. Öyle anlaşılıyor ki, 1932 ramazanında Türkçe Kur’an okutmak daha sonra yapılacak “dinî inkılâp”lara bir hazırlıktır.

Neden ‘Türkçe Kur’an’?

Dikkat edilirse, ısrarla “Türkçe Kur’an” deniliyor…Oysa camilerde okutulan, Fransızca tercümesinden tercüme bir kitap, yani suyunun suyu! Diyanet İşleri bu tercümenin sakat olduğunu 8 yıl önce ortaya koymuş. Neden devletin ilgili kurumunun olumsuz görüşüne rağmen bu kitap tercih ediliyor?

Mütercimi Cemil Sait kitap yayınlanınca bunu Cumhurbaşkanı’na ulaştırmış. O da bu tercüme ile ilgilenmiş. Belki de maksadına uygun bir metin olduğu için!

Mustafa Kemal Paşa’nın Kur’an’ı Türkçeleştirme merakının Lozan’dan sonra depreşmesi ilgi çekici. Lozan’da Türkiye’nin maddî sınırları çizildi, ya mânevî sınırlar? Manevî sınırları çizme işi Türkiye’yi yönetenlere havale edildi.

Lozan’ın gizli maddeleri var mıdır? Başka bir ifadeyle, Lozan’da halka açıklanmayan bazı hususlar üzerinde mutabık kalınmış mıdır? Lozan’da İsmet Paşa bazı taahhütlerde bulundu mu? Bunları henüz bilmiyoruz. Belki bir gün bunlar da ortalığa saçılacak. Fakat Lozan’dan önceki Türkiye ile sonrasındaki Türkiye fikir muhtevası itibarıyla birbirinin tamamen zıddıdır. Millî Mücadele’nin arkaplanındaki güçlü dinî muhteva keskin bir şekilde terk edilmiş, din karşıtı bir muhteva benimsenmiştir. Bu değişmenin izahını yapmak güçtür.

Millî Mücadele’nin kazanılmasında dinin rolü bilindiğine göre, bu değişmenin izahı yine bu noktadan yapılmalıdır

Millî Mücadele’de camilerin harekât üssü olarak mühim yeri vardır. Tekkeler Millî Mücadele’yi desteklemiştir, bunlarla ilgili çok sayıda örnek sayılıp dökülebilir. Hilafetin Millî Mücadele’ye İslâm dünyasının, bilhassa Hindistan Müslümanlarının desteğini almak bakımından büyük faydası olmuştur.

Kimlik değiştirme devrimleri

Cumhuriyet inkılâpları modernleşme inkılapları değil, kimlik değiştirme devrimleridir. Cumhuriyet modernleşmesi esas olarak eğitim-öğretim, sağlık, ulaştırma, teknoloji ve sanayileşme üzerinden yürütülmek yerine neden dini sınırlama, etkisizleştirme, kültürel olarak dinî arkaplanı olan unsurları ortadan kaldırma şeklinde yürütülmüştür? Bugüne kadar hiçbir inkılâp tarihi kitabında bu soruların cevaplandırıldığı görülmemiştir.

  • Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan bütün uygulamalar manevî sınırların çizilmesi ve tahkimi ile ilgilidir. Bu sınırlar Türk’ün İslâm’la sınırlarıdır. Müslümanlığı, yani milletin değer yapıcı ve kimlik oluşturucu inancını sınırlamak, etkisizleştirmek hükümetlerin vazgeçilmez işi olmuştur. Harf inkılabı ile de kalın bir kültürel sınır çekilmiştir. Ardından tarih ve dil devrimleri gelecektir. Türk tarihinden İslâm’ı çıkarmanın adı “tarih devrimi”dir! Dilden dini arkaplanı olduğu düşünülen kelimelerin atılması da “dil devrimi”!

Bu minval üzere 1932 ramazanında din kültürü üzerinden bir operasyona girişilmiştir. Güya milletin doğrudan Kur’an’a muhatap kılınması hedeflenmektedir. Gazeteler okumaların bu maksatla yapıldığını, vatandaşların beklentilerinin de bu yönde olduğunu propagandacı bir tarzda yazmaktadır.

Maksat ve niyet ilişkisi

Mustafa Kemal Paşa’nın asıl niyetini Kâzım Karabekir bize bütün açıklığı ile anlatır, hem de kendi dilinden. Kâzım Paşa, M. Kemal Paşa’nın kendisine şöyle söylediğini yazar:

“-Evet, Karabekir, Arapoğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece okutturacağım! Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!” (Kâzım Karabekir: Paşaların Kavgası, 142-144)

Bu konuşmaların 1932’de uygulanmak istenen “dinî inkılâp”tan 9 yıl önceye ait olduğu için Cumhurbaşkanı’nın uygulama sırasında bu kanaatte olmama ihtimali üzerinde durulabilir. 1933’te Ankara’da ABD büyükelçisi olarak bulunan Charles Sherril Türkçeye “Gazi Mustafa Kemal Hz. Nezdinde Bir yıl Elçilik” adıyla çevrilen kitabında bu mevzuya temas etmektedir. (Charles Sherril: Gazi Mustafa Kemal Hz. Nezdinde Bir yıl Elçilik. Terc. Ahmet Ekrem. İstanbul 1934. (Kapak 1935’te tekrar basılmış, başlık “Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik” yapılmıştır.)

“…Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek mânâsını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kur’an’dan alınan bir Arapça bölüm okudu. Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder. (Tebbet sûresi kastedilmektedir.) ‘Düşünen bir Türk’ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dinî ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?’ dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de git gide Kur’an’ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kur’an’ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.”

Camilerde Türkçe Kur’an okutma gösterisi, ramazanın 23. günü Fatih Cami’inde Türkçe ezan okutularak zirveye ulaştırılmıştır. 90 yıl önceki “dinî inkılap” Türkçe ezanın resmen mecbur edilmesi ile ilk hedefine ulaşmıştır. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile ezanın asli haline dönmesi sağlanmıştır ama yaklaşık 20 yıl içinde ezan yüzünden çok sayıda vatandaş mağdur edilmiş, cezalandırılmıştır!