Türkiye-Almanya İlişkileri İnişli çıkışlı bir yol

Mevcut pürüz ve engellere rağmen Türkiye-Almanya yakınlaşmasının en büyük teminatı Almanya Türkleridir. Almanya’da kök salmış Türkler, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklara değil, geçmişte birçok nahoş hadise yaşanmış olsa da uzlaşmaya açık bir toplumdur. Sahip oldukları potansiyelin henüz farkında olmasalar ve bazen başkalarından medet uman tavırlar sergileseler de buradaki Türk toplumunu hesaba katmadan yapılan her hesap Bağdat’tan geri dönmeye mahkûmdur.
Mevcut pürüz ve engellere rağmen Türkiye-Almanya yakınlaşmasının en büyük teminatı Almanya Türkleridir. Almanya’da kök salmış Türkler, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklara değil, geçmişte birçok nahoş hadise yaşanmış olsa da uzlaşmaya açık bir toplumdur. Sahip oldukları potansiyelin henüz farkında olmasalar ve bazen başkalarından medet uman tavırlar sergileseler de buradaki Türk toplumunu hesaba katmadan yapılan her hesap Bağdat’tan geri dönmeye mahkûmdur.

Almanya’da Türkiye Cumhurbaşkanı’nı aşağılayan, alaya alan sözlerin benzerini bir İngiltere veya Fransa devlet başkanı söz konusu olduğunda duyamazsınız. Onlar hakkında ne kimse böyle konuşur, ne de birinin konuşmasına tahammül gösterirler. Bir Alman televizyoncunun dediği gibi; İsrail Başbakanı Netanyahu’ya Erdoğan’a dediklerinin bir benzerini diyebilirler mi? Bırakın demeyi, akıllarından bile geçiremezler.

Her ülkenin bir başka ülkeyle çok yönlü ilişkilerinde olduğu gibi Türkiye’nin de Almanya ile olan ilişkileri zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir takip ediyor. Yine her ülkenin diğerine karşı, günü ve zamanı gelince devreye sokabileceği bir rezervi mevcut. Ülkeler arası ilişkilerde bildiğimiz bir şey daha var: Dostluklar kadar düşmanlıklar da konjonktüre bağlı. Yani zamana ve şartlara göre değişebiliyor. Bu değişim, ülkenin millî çıkarları doğrultusunda vuku buluyor.

Türkiye-Almanya ilişkileri değerlendirilirken gözardı edilmemesi gereken en öncelikli konu; Almanya’nın üç milyon Türk’ün yaşadığı bir ülke, Türkiye’nin de Almanya’ya üç milyon vatandaşını gönderen bir ülke olduğudur. Zamanla sayılar azalıp çoğalsa da milyonlarca Türk’ün varlığı bir Almanya gerçeğidir. İki ülke arasındaki balans ayarını da, Almanların hâlâ bu ülkede doğup büyüyen üçüncü ve dördüncü nesle rağmen “misafir işçi” kategorisinde görmek istediği; Türkiye’nin de geçerliliğini çoktan kaybetmiş, günümüz gerçeklerini yansıtmayan “gurbetçi” yakıştırmasıyla tanımladığı Almanya/Avrupa Türkleri yapacaktır. Türkiye-Almanya ilişkilerine bu zaviyeden bakmayan her görüş eksik kalmaya mahkûmdur. Çok uzaklara gitmeden, özellikle son yıllarda sert iniş çıkışlar yapan Türkiye-Almanya ilişkilerinin kırılma noktalarını tahlile çalışacağız.

Soğuk Savaş Bitti, İslamofobi Başladı

Almanya’nın hem üç milyon civarındaki Türkiye kökenli göçmene hem de Türkiye’ye bakış açısı; 1989 sonbaharında Berlin Duvarı’nın yıkılmadan önceki soğuk savaş döneminde başka, 1990’lı yılların başından itibaren Batı’nın kültür/medeniyet eksenli bir kutuplaşmayı sahnelemesinden ve İslâm’ı komünizmin yerine koyarak kendine “düşman” ilan etmesinden sonraki dönemde ise başkadır.

Bu yeni dönem yahut “dünya düzeni”nde Türkiye ve Türkler Müslüman kimlikleri yüzünden Almanya ve diğer Batılı ülkeler için eskisinden biraz daha keskin “öteki” muamelesi görmeye başlamıştır. Nitekim yeni dönemin henüz başlarında İslâm’a karşı teyakkuza geçirilmiş bir kamuoyunun oluştuğunu yapılan bir araştırmadan anlıyoruz:

  • Bu araştırmanın neticesini 2000 yılındaki bir konferansta Dr. Gottfried Müller; “Görünen o ki, halkın Müslümanlara anlayış gösterme kapasitesi tükenmiştir” cümlesiyle özetliyor.

Küresel düzeyde İslâm aleyhtarlığı sistematik bir şekilde körüklenirken, Almanya-Türkiye ilişkileri nispeten pürüzsüz diyebileceğimiz bir düzeyde devam ediyordu. İlk kırılma ne zaman başladı? Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın 2008 yılında Almanya’nın Köln şehrinde Türklere hitaben yaptığı bir konuşma mevcut. Erdoğan’ın burada “Uyum sağlayın fakat asimile olmayın!” mealindeki sözlerinin Almanya nezdinde rahatsızlığa yol açtığı görüşü ağır basıyor.

Medya Gerginliği Körükledi

Almanya’nın en etkili haftalık siyasî dergisi “Der Spiegel”in 24.06.2013 tarihinde, kapak konusu yaptığı “Gezi Olayları”nı, Almanca’nın yanısıra Türkçe olarak da vermesi, belki de Alman medya tarihinde bir ilkti.

Der Spiegel Dergisi, “Boyun Eğme - Erdoğan’a karşı ayaklanma”
Der Spiegel Dergisi, “Boyun Eğme - Erdoğan’a karşı ayaklanma”

“Boyun Eğme/Beugt euch nicht” başlığını, “Erdoğan’a karşı ayaklanma” alt başlığıyla daha vurucu hâle getiren dergi, kimilerine göre Türkiye’deki özgürlükçü basının ve muhalefetin sesi olmaya çalışıyor, kimilerine göre de Erdoğan Hükümeti’ni devirmek isteyen bazı küresel güçlerin bir parçası olarak yayın yapıyordu.

O tarihten sonra özellikle Alman medyasında zamanın Başbakan’ı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Türkiye’ye şimdiye kadar alışık olmadığımız bir gözle bakıldığını fark etmemek mümkün değildi. Nitekim aynı dergi 4 Ağustos 2014 tarihinde yine kapaktan “Erdoğan Devleti/Der Staat Erdoğan” başlığı ve “16 sayfalık Türkçe özel ek” ile çıktı.

Der Spiegel, “Der Staat Erdogan - Der neue Sultan”
Der Spiegel, “Der Staat Erdogan - Der neue Sultan”

Yine 2 Nisan 2016 tarihli “Der Spiegel” dergisi, bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karikatürize edilmiş resmini kapaktan verdi. Derginin kullandığı “Korkunç Arkadaş (Der fürchterliche Freund)” başlığı, (Der Spiegel’in kendi ifadesiyle) ‘demokrasi ve özgürlüğe savaş açmış’ bir Erdoğan portresini, Alman okurun hafızasına kolayca silinmeyecek şekilde yerleştirmeyi başardı.

Erdoğan endeksli hararetli tartışmalar, Alman medyasının, sanat ve yazar-çizer dünyasının hatta siyasetin en öncelikli gündem maddesi hâline geldi. Fakat bu gelişmeler Türkiye gündeminde gereği gibi yer bulamadı. Bizimkiler ya Almanya cephesinde meydana gelen çalkantının farkında değillerdi ya da bunu görebilecek feraset mevcut değildi.

‘Boğaz’daki Sultan’

Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin Başbakanı veya Cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda, Batı medyası daha düne kadar klişesi hazırdı: “Der Kranke Mann am Bosporus / Boğaz’daki Hasta Adam”. Erdoğan’ın şahsında Türkiye Cumhurbaşkanı’na, “Der Sultan vom Bosporus / Boğaz’daki Sultan” nitelemesi yapıldığında Alman medyasında Erdoğan fobisi zirveyi görmüş durumdaydı.

Neyse ki kriz zirve yapmışken her iki tarafın da aklıselim iradesi devreye girdi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti (27.09.2018) gerçekleşti. Karşılama elbette “sıcak” değildi, bunca restleşmelerden sonra sıcak olması pek beklenemezdi. Yine de gelen Erdoğan’dı. Almanya en üst düzey protokolle Türkiye Cumhurbaşkanı’nı karşıladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti (27.09.2018).
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti (27.09.2018).

Alman medyası ise başka hesapların peşindeydi. Tutuklu gazeteciler, hapisteki Alman vatandaşları ve insan hakları üzerinden epeydir kavgalı olduğu kişinin açığını yakalama; kendi deyimleriyle “Otokrat Erdoğan”a demokrasi dersi verme derdine düşmüştü.

Özellikle “Bild” ve aynı gruba mensup “Die Welt” gazetesi, bu ziyareti gölgelemek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her hareketinden bir olumsuzluk çıkarma peşindeydi. Meselâ, Erdoğan’ın buradaki Türkleri selamlama şeklinden “İslamizm” mesajı çıkaran bulvar gazetesi “Bild”ile kapatılan bir gazetenin hamiliğine soyunarak “Bugün biz Taraf’ız (Heute sind wir Taraf)”başlığıyla çıkan “Die Welt” gazetesi, bu konuda özel bir gayret sarf eden yayın organlarının başında geliyordu. Süddeutsche Zeitung ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’ya gelişini, “Zorlu Bir Başlangıç” olarak görmüştü.

Bir halk, kendi içinden birini cumhurbaşkanlığı makamına seçerek getirdiyse, başkalarının bu tercihe saygı duyması gerekmez miydi? Türk halkının özgür iradesiyle yaptığı tercihe saygı duymak bir yana, Alman basınında kimileri (Der Zertrümmerer, Der Spiegel 16.04.2016 örneğinde görüleceği gibi) Türkleri dünyadan bîhaber ve siyaseten cahil kalmış bir toplum olarak nitelemekten geri durmamıştı.

Batı'nın Kavgası Bizimle

Bütün bunlar olup biterken, Türkiye cephesinden bazı aydınların, "Batılılar, bir yandan özgürlükler, insan hakları, demokrasi retorikleri geliştiriyorlar, ama öte yandan da istedikleri yeri işgal ediyor, istedikleri lideri deviriyorlar" türünden görüşleri, bizim tespitlerimizle örtüşüyor.

Türkiye söz konusu olduğunda bir sürü Avrupalı siyasetçi ve aydın nasihat ve akıl verme kuyruğuna girerken, Suudilere petrol aşkına kimse ses çıkaramıyor. Hatta Mısır’ın cuntacılarına bile...

Bırakın tek kelime eleştiriyi, dönemin Almanya Başbakan Yardımcısı ve SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, Mısır’a yaptığı ziyarette (17.04.2016), halkın oylarıyla seçilmiş hükümeti silah zoruyla devirip kendini devlet başkanı seçtiren cuntacı Sisi için “etkileyici bir başkan” demişti. Hiç unutmuyorum, Gabriel Almanya’ya döndüğünde Yeşiller Partisi’nden bazı milletvekilleri, haklı olarak “Sisi’nin yaptığı işkenceler sizi de mi etkiledi” diye sormuşlardı.

Avrupa’nın kendi içindeki ideolojik sınırlar, mezhep farkından doğan düşmanlıklar neredeyse kalmadı. Avrupa, AB çatısı altında daha da yakınlaşınca, bu yeni kimliği pekiştirecek “öteki”ye ihtiyaç hâsıl oldu. Burada merhum Cemil Meriç’in, “Bin yıllık Avrupa tarihi, Türk’e karşı yazılmış bir tarihtir” sözünü hatırlatmış olalım.

Batı; sanat, siyaset, düşünce ve hukuk konusunda kendi üstünlüğünü iddia ederken tarihin derinliklerinden gelen birikmiş bütün ön yargılarını, kin ve nefretini kusuyor. Bunu yaparken, bizim “kendi diniyle kavgalı” kesimi de ön safta istihdam etmeyi unutmuyor. Evet, Batı’nın derdi bizimle. Peki, biz ne yapıyoruz? Ev ödevine sürekli bahane uyduran yeni yetmeler gibi davranmaya daha ne kadar devam edeceğiz?

Kontrol Edilebilir Bir Türkiye Hayali

Almanya’da Türkiye Cumhurbaşkanı’nı aşağılayan, alaya alan sözlerin benzerini bir İngiltere veya Fransa devlet başkanı söz konusu olduğunda duyamazsınız. Onlar hakkında ne kimse böyle konuşur, ne de birinin konuşmasına tahammül gösterirler. Bir Alman televizyoncunun dediği gibi; İsrail Başbakanı Netanyahu’ya Erdoğan’a dediklerinin bir benzerini diyebilirler mi? Bırakın demeyi, akıllarından bile geçiremezler.

Almanya’nın gözünde Türkiye; hep kendi ülkesinde geçimini temin edemediği için “Gastarbeiter/Misafir İşçi” olarak gelen üç milyon işçi gibi ikinci sınıf görüldü. Son yıllarda Türkiye’nin bu ezberi bozmaya başlaması, edilgen bir ülke konumundan çıkıp etkin bir görüntüye geçmesi, buyurgan konumdaki birçok Batılı ülke gibi Almanya’da da bir hazımsızlığa yol açtı.

  • Uluslararası ilişkiler “karşılıklı menfaatlere dayalı” olsa da ortak kültürel değerlere sahip olmanın farkı bariz bir şekilde ortada. Türkiye’nin, Almanya veya diğer Avrupa ülkeleriyle çok yönlü ilişkilerindeki zorluğu biraz da burada aramak gerek.

Mevcut pürüz ve engellere rağmen Türkiye-Almanya yakınlaşmasının en büyük teminatı Almanya Türkleridir. Almanya’da kök salmış Türkler, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklara değil, geçmişte birçok nahoş hadise yaşanmış olsa da uzlaşmaya açık bir toplumdur. Sahip oldukları potansiyelin henüz farkında olmasalar ve bazen başkalarından medet uman tavırlar sergileseler de buradaki Türk toplumunu hesaba katmadan yapılan her hesap Bağdat’tan geri dönmeye mahkûmdur.