Türkiye'nin Batı'yla imtihanı: Kültürel inkârdan kültürel intihara savrulması

Türkiye, Tanzimat’la yönünü, Cumhuriyet'le yörüngesini yitirdi: Osmanlı, tarihten çekildi; Türkiye, tarih yapan, tarihin akışını değiştiren bir aktörden, tarihte tatil yapan bir figürana dönüştü. Tarihi sürükleyen değil, Batılıların yaptığı tarihin önünde sürüklenen bir figürana...
Türkiye, Tanzimat’la yönünü, Cumhuriyet'le yörüngesini yitirdi: Osmanlı, tarihten çekildi; Türkiye, tarih yapan, tarihin akışını değiştiren bir aktörden, tarihte tatil yapan bir figürana dönüştü. Tarihi sürükleyen değil, Batılıların yaptığı tarihin önünde sürüklenen bir figürana...

Küresel sistem Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra, Türkiye’yi hedef tahtasına yatırdı. Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkarma yapması, Türkiye-Batı ittifakı ilişkilerinde kırılma noktası oldu. Bir diğer önemli hadise, rahmetli Erbakan'ın 1996'da, Erdoğan'ınsa 2003'ün başında başbakan olmalarıydı. Özal dönemi, Erbakan ve Erdoğan'ı hazırlayan ara bir dönemdi. Sistem, Erbakan'a kan kusturdu, darbeyle uzaklaştırdı Hoca’yı. Hoca, yüzyılın en büyük projesi D-8'i kurdu ve gönderildi. Erdoğan, Türkiye’nin ufkunu medeniyet coğrafyasına yaydı. Türkiye’nin bir istiklâl ve istikbâl mücadelesi verdiğini ilan etti. Küresel sistem, önce 17-25 Aralık örtük darbesiyle, sonra da 15 Temmuz açık darbe ve işgal girişimiyle içerdeki FETÖ şebekesini kullanarak cevap verdi. Bunun cevabını Fırat Kalkanı'yla aldı: Fırat Kalkanı, bizim istiklal ve istikbal mücadelemizde dönüm noktasıdır.

Gerçek Hayat'ın önceki sayısındaki yazımda, Türklerin Batı'yla iki bin yıllık imtihanının fırtınalı hikâyesini yazmaya başlamıştım. Batılılaşma sürecine kadarki ilişkilerimizi ayrıntılı olarak tartışmıştım o yazıda.

Şimdi Tanzimat ve Cumhuriyet süreçleriyle, Batı'yla girdiğimiz ilişkiyi mercek altına alma vakti geldi.

Bizim Müslüman olduktan sonra Batı'yla kurduğumuz ilişkilerimizin tarihi yaklaşık bin yılllıktır, köklüdür; hem Batı’ya hem de zamanla bize kök söktürmüştür.

Müslüman olduktan sonra Batı'yla kurduğumuz ilişkileri en iyi estetiğin terimleriyle resmedebiliriz.

Malazgirt'le başlayan süreç epik'ti, destansıydı; gönüllerin fethiyle, üç kıtada Dârülislâm ya da selâm / barış yurdu inşa etmemizle sonuçlandı.

Bizim Müslüman olduktan sonra Batı'yla kurduğumuz ilişkilerimizin tarihi yaklaşık bin yılllıktır, köklüdür
Bizim Müslüman olduktan sonra Batı'yla kurduğumuz ilişkilerimizin tarihi yaklaşık bin yılllıktır, köklüdür

Karlofça ve Pasarofça'yla başlayan, Tanzimat’la süren süreç trajikti: Kendimize olan güveni yitirdik bu süreçte.

Cumhuriyet süreci ise traji-komik: Celladına âşık olmanın geçit resmi.

Bin yıllık serüven...

Malazgirt’le, Anadolu’ya yerleştiğimiz andan itibaren Batı'yla temasa geçtik bir kez daha. Ama bir farkla: İslâm medeniyetinin kurucu ve koruyucu aktörlerinden biri ama en güçlü aktörü olarak. Bizans, Batı'nın kapısıydı.

Malazgirt’ten Avrupa'nın içlerine kadar süren yürüyüşümüz üç asırda tamamlandı.

Batı'yla, Tanzimat'a kadar, tarihi yapan, tarihin akışını belirleyen bir aktör olarak temas kurduk. İlişkilerin yönünü belirleyen bizdik esas itibariyle.

Batı'yla, Tanzimat'a kadar, tarihi yapan, tarihin akışını belirleyen bir aktör olarak temas kurduk.
Batı'yla, Tanzimat'a kadar, tarihi yapan, tarihin akışını belirleyen bir aktör olarak temas kurduk.

Ama Tanzimat'tan sonra bu ilişki biçimi tersine döndü: Batılılar belirleyici olmaya başladılar.

Türkiye, Tanzimat’la yönünü, Cumhuriyet'le yörüngesini yitirdi: Osmanlı, tarihten çekildi; Türkiye, tarih yapan, tarihin akışını değiştiren bir aktörden, tarihte tatil yapan bir figürana dönüştü. Tarihi sürükleyen değil, Batılıların yaptığı tarihin önünde sürüklenen bir figürana...

Cumhuriyet süreci, Tanzimat'ın uzantısıydı: Türk modernleşmesinin nihâî noktası.

Türk modernleşmesi bir yönüyle Türklerin Batı'yla doğrudan ama edilgen bir şekilde temasa geçme, yüzleşme çabasıydı. Bir yönüyle de İslâm'dan uzaklaş(tırıl)ma girişimi. O yüzden Şerif Mardin, Türk modernleşmesini, Türklerin İslâm'dan uzaklaşma çabası olarak tanımlamakla doğru bir tespitte bulunmuştu.

Bununla birlikte başka bir açıdan bakıldığında şunu da görmek mümkündü: Modernlikle, dolayısıyla Batı'yla, yok olmamak için temasa geçmiştik Tanzimat'tan itibaren.

Osmanlı modernleşmesi, Tanzimat süreci, bir anlamda modernliğin meydan okumasına karşı bir tür direniş biçimiydi. Meşrutiyetlere gelinceye kadarki süreçte, hem Batı'yı yakından tanıma imkânı bulduk, hem de kendi yolumuzu bulma, çıkış yolumuzu vuzuha kavuşturma imkânlarımızı yakalamaya başladık: 19. yüzyıldan 20. yüzyıla sarkan dönemde çok büyük bir fikrî birikim inşa etmeyi başardık. O dönemde ulaşılan entelektüel birikime, canlılığa ve düzeye, Cumhuriyet tarihimiz boyunca hiç bir zaman ulaşamadık.

  • Ulaşmazdık; çünkü Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme / sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu.

Oysa medeniyet iddialarını inkâr ederek çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşılabileceğini düşünmek, olmayacak duaya âmin demekti; eşyanın tabiatına tersti bu.

Her şeye rağmen Cumhuriyet bize zaman kazandırdı. Yüzyıl kazandırdı. İnönü, Lozan'dan çıkarken bunu, “artık yüzyıl daha rahat nefes alabileceğiz” diyerek telâffuz etmişti.

Batılıların bize saldırma gerekçelerini ortadan kaldırmak için katı Batılılaşma projesini başlatmış olabilirler muhtemelen.
Batılıların bize saldırma gerekçelerini ortadan kaldırmak için katı Batılılaşma projesini başlatmış olabilirler muhtemelen.

Cumhuriyet'in radikal modernleşme / sekülerleşme projesinin mimarları, Batılıların bizi Anadolu'dan sürmek istediklerini düşünerek zaman kazanmak, dolayısıyla Batılıların bize saldırma gerekçelerini ortadan kaldırmak için katı Batılılaşma projesini başlatmış olabilirler muhtemelen.

Kültürel inkârdan kültürel intihara...

Türkiye'nin Batı'ya yürüyüşü, modernleşme sürecinin Cumhuriyet evresinde medeniyet değiştirme serüvenine dönüştü. Ahmet Hamdi Tanpınar yaşanan serüveni “kültürel inkâr” olarak adlandırmıştı. Bendeniz bu serüvenin, gelinen noktada tam bir çıkmaz sokağa saplandığını ve bizi kültürel intiharın, epistemik körleşmenin ve köleleşmenin eşiğine fırlattığını düşünüyorum.

Türkiye'nin Batı'ya yürüyüşü, modernleşme sürecinin Cumhuriyet evresinde medeniyet değiştirme serüvenine dönüştü
Türkiye'nin Batı'ya yürüyüşü, modernleşme sürecinin Cumhuriyet evresinde medeniyet değiştirme serüvenine dönüştü

Bu toplumun İslâmî birikimi bu ülkede bir asırdır itildi, kakıldı, inkâr edildi, yok sayıldı; kendi çocukları, milletin adamları asıldı, katledildi, darbe üstüne darbe yedi, darbelerle, silah zoruyla susturulmaya çalışıldı. İslâm, bu toplumun bütün kurumlarından temizlendi, devletin bütün kurumları İslâmsızlaştırıldı, laikleştirildi; laiklik laikçiliğe evrildi, Kemalizmle karıştırılarak Türk usûlü bir paganizm biçimine dönüştürüldü!

‘Bu ülke şeyhler, müritler ülkesi olamaz’ diyenler, Anıtkabir'i bir şikâyet makamına, bir “ağlama duvarı”na çevirdi.

Tam bir akıl tutulması bu.

Hâsılı kelâm, bu toplumun varlık sebebi, bin yıl süreyle dünya tarihini yapmamızın yegâne kaynağı, bu toplumu bütün zorluklara karşı dimdik ayakta tutan yegâne dayanak ve tutamak notası İslâm, devletin ve toplumun hayatından uzaklaştırıldı; bu toplumun İslâmî medeniyet birikimi tasfiye edildi, medeniyet ruhu, dinamikleri inkâr edildi.

Devşirmeler ve devşirilmişler eliyle Türkiye’nin kendi kendini sömürgeleştirmesi

Bütün bunlar sömürgeciler, emperyalistler tarafından yapılmadı bu ülkede. Bütün bunlar yerli sömürgeciler, devşirmeler ve devşirmeler tarafından devşirilmişler tarafından yapıldı. Ülke, bu ülkenin hâs çocuklarının elinden alındı. Bütün kurucu kurumları devşirmeler ve devşirilmişler tarafından işgal edildi, ülkenin çocukları devletin bütün kurumlarından temizlendi: Oligarşik bürokrasi böyle tesis edildi.

  • Oligarşik bürokrasiye meydan okuyan, bu toplumun İslâmî kimliğini, ruh köklerini, tarihî derinliğini hatırlatmaya kalkışan rahmetli Erbakan Hoca'nın kurduğu partilerin hepsi teker teker kapatıldı; kimi askerî darbelerle, kimi siyasî darbeler ve hukuk cinayetleriyle!

Menderes'in seçimle iktidara gelişinin resmî tarih tarafından (aslında devşirmeler ve devşirilmişlerce) “karşı devrim” olarak nitelendirilmesi, yaşanan tasfiyenin ne kadar fütursuzca yapıldığını yine fütursuzca bir dille ifade etme çabası aslında.

Bendeniz kavga istemiyorum bu ülkede.

Kamplaşmalar, ülkede farklı kesimler arasındaki son kalan sosyal bağları, manevî bağları da tuzla buz ediyor.

Yaptığım şey, kamplaşma ve kamplaştırma değil, yüzleşme ve yüzleştirme çağrısı. Yakın tarihin sır perdelerini aralama, yaşananları açık yüreklilikle gözler önüne serme çabası.

Cumhuriyet'in beş dönüm noktası

Cumhuriyet'le birlikte beş büyük hâdise yaşadık:

Birincisi, Türkiye, Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştiril(e)medi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi.

  • İkincisi, Batılılara, medeniyet iddialarımızı terkettiğimizi -bir şekilde- söyledik; ama bu toprak parçasını çiğnetmedik.

Üçüncüsü, Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çok partili hayata geçilmesinin önünü açmak zorunda kaldılar. Demokrat Parti iktidarı, bir yandan Türkiye'nin rotasını bulma çabası ve kalkınma hamlesiydi ama öte yandan da, toplumun ehlileştirilme, kendi aktörleri eliyle sekülerleştirilme projesiydi.

Sistem buna bile izin vermedi; Menderes'i ipe göndermekte hiç tereddüt etmedi. Böylelikle Türkiye'ye darbelerle ayar verme süreci de başlamış oluyordu...

Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çok partili hayata geçilmesinin önünü açmak zorunda kaldılar.
Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çok partili hayata geçilmesinin önünü açmak zorunda kaldılar.

Dördüncü dönüm noktası, Türkiye’nin Kıbrıs'a çıkarma yapma (Batı'dan toprak alma) cesareti göstermesiydi.

Küresel sistem Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra, Türkiye’yi hedef tahtasına yatırdı. Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkarma yapması, Türkiye-Batı ittifakı ilişkilerinde kırılma noktası oldu.

  • Beşinci önemli hâdise, rahmetli Erbakan'ın 1996'da, Erdoğan'ınsa 2003'ün başında başbakan olmalarıydı. Özal dönemi, Erbakan ve Erdoğan'ı hazırlayan ara bir dönemdi.

Sistem, Erbakan'a kan kusturdu, darbeyle uzaklaştırdı Hoca’yı. Hoca, yüzyılın en büyük projesi D-8'i kurdu ve gönderildi.

Erdoğan, Türkiye’nin ufkunu medeniyet coğrafyasına yaydı. Türkiye’nin bir istiklâl ve istikbâl mücadelesi verdiğini ilan etti. Küresel sistem, önce 17-25 Aralık örtük darbesiyle, sonra da 15 Temmuz açık darbe ve işgal girişimiyle içerdeki FETÖ şebekesini kullanarak cevap verdi.

Bunun cevabını Fırat Kalkanı'yla aldı: Fırat Kalkanı, bizim istiklal ve istikbal mücadelemizde dönüm noktasıdır.

Türkiye, Batı’yla zorlu imtihanını, medeniyet iddiasını hayata geçirdiği zaman başarıyla vermiş olacak...

Bunun yolu, Türkiye’nin her alanda güçlenmesinden ama özellikle de köhneyen eğitim sistemini, yozlaşan kültürü, çürüyen değerleri, savrulan genç kuşağı, can çekişen şehirlerimizi bizim medeniyet dinamiklerimiz ekseninde yeniden diriltmekten geçiyor.

Türkiye’nin Batı’yla imtihanını kazanabilmesi, maddî ve askerî güce ulaşmaktan değil, mânevî güce (güçlü, köklü düşünce, eğitim, kültür, sanat hayatına) kavuşmaktan geçiyor.