Unesco’nun mirası

 2016’da PKK’nın hendek savaşları günlerinde Diyarbakır’daki Sur’la ilgili aldığı kararın apolitik olduğunu sanmak da aşırı safdillik olurdu. Ayasofya’nın müze statüsünün camiye çevrilmesi sonrasındaki tutumları ise onun politik karakterini gözler önüne serdi. Genel Müdür Azulay, “Karardan dolayı derin üzüntü duyuyoruz” şeklinde açıklama yaptı. Üstelik Yunanistan başbakanıyla buluşmasını müteakip.
2016’da PKK’nın hendek savaşları günlerinde Diyarbakır’daki Sur’la ilgili aldığı kararın apolitik olduğunu sanmak da aşırı safdillik olurdu. Ayasofya’nın müze statüsünün camiye çevrilmesi sonrasındaki tutumları ise onun politik karakterini gözler önüne serdi. Genel Müdür Azulay, “Karardan dolayı derin üzüntü duyuyoruz” şeklinde açıklama yaptı. Üstelik Yunanistan başbakanıyla buluşmasını müteakip.

Şu her sene bir şey yılı ilan etmelerine ne demeli? 2007’nin Mevlâna, 2008’in Kaşgarlı Mahmut, 2009’un Kâtip Çelebi Yılı ilan edilmesi güzel bir şey, kulağa hoş geliyor. Gel gör ki bunun sahiden karşılığı ne? Hangi ülkede hangi etkinlik tertiplenmiş? Bu yıl mesela Bilge Tonyukuk Yılı, ne yapıldı, bilen var mı? Bir de kaça taksim ediyorlarsa, aynı yılı birçok şey yılı ilan etmeleri mavi boncuk dağıtmak türünden bir garp kurnazlığı

Beyaz Saray’ın yeni sakini henüz koltuğuna oturmadan UNESCO Washington’a dönmeye hazırlanıyor. ABD, henüz 31 Aralık 2017’de teşkilattan resmen ayrılmışken Biden’in seçilmesiyle ilişkileri onarma ümidi de belirmiş oldu. UNESCO’yla ABD’nin davası ne ola ki? Ve başka kimin ne meselesi var?

  • ABD’nin bir derdi yok aslında, İsrail’in nam-ı hesabına dava güdüyor. ‘İsrail’e karşı olumsuz önyargıları güçlendiren kararlar aldığı’ gerekçesiyle tavır alıyor. Yıllık 80 milyon dolarlık üyelik aidatını yıllardır ödemediğinden bunun örgüte yansıması 600 milyon dolarlık bir bütçe kaybı. Bu da pek çok faaliyette kesinti ve projelerin askıya alınması demek.

Örgütün kurucularından biri olan İsveç bu darboğazda öne çıkıp 5 milyon dolarlık aidatını 38 milyona yükseltmiş olsa da ABD’nin boşluğunu doldurmak o kadar kolay değil. Artık işler büyük oranda gönüllüler sayesinde yürütülebiliyor. 600 stajyer danışman ücretsiz çalışmakta ki bu durum büyük iddialarla kurulmuş ajans için endişe verici bir tablo.

Ayrılık mâzisi

BM Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO ile Washington’un ihtilafları mâziye dayansa da Beyaz Saray’da kültürle alâkası olmayan bir kumarbazın oturması işleri iyice zora sokmuştu. “İran’ın kültürel sahaları meşru askerî hedeflerimizdir” diyen biriyle ne kadar iyi geçinebilirdi ki?

Gerçi İran’a yıllarca hâmilik etmiş önceki başkan döneminde de ilişkiler güllük gülistanlık değildi; gene İsrail yüzünden. BM Filistin’e tam üyelik statüsü verdiğinde Obama üyelik aidatlarını kesme kararı almış, UNESCO gelirinin yüzde 22’sini onun zamanında kaybetmişti zaten. Ödemelerini yapmayınca da ABD örgütteki oy hakkını kaybetmişti.

ABD’nin bu ilk çekilişi de değildi hani. 1984’te Reagan döneminde, “son derece siyasileşmiş tabiatı ve sınırsız bütçesi” sebebiyle örgütle yolunu ayırmıştı. “Özgür pazara düşmanlığı” ve “Sovyet çıkarlarını gözetmesi” de sayılan gerekçeler arasındaydı. Üyeliğe 2003’te Oğul Bush döneminde geri dönmüştü.

Sen misin Harem-i Şerif diyen

İsrail, kuruluşundan bir yıl sonra, 1949’da üye olduğu örgütle daima sorunlu oldu. Aleyhine olan BM kararlarına çığırtkanlıkla direnmiş bir yapının UNESCO karşısında uysalca susması beklenemezdi. Sözgelimi 2016 Ekim’inde İsrail polis ve askerinin “hukuk dışı ölçülerle”, “Müslümanların ibadet özgürlüğüne ve mukaddes mekânlarına ulaşmasına engel olmasını” kınadığında İsrail’in buna ‘eyvallah’ etmesi beklenemezdi.

Yayınlanan metin “Kudüs’ün Eski Şehri’nin ve duvarlarının üç tek tanrılı din için önemini kabul ederken” tepenin bulunduğu bölgeyi Harem-i Şerif diye tanımlaması İsrail’i çileden çıkarmaya yetmişti. Siyonist sözcüler, Tapınak Tepesi veya Har HaBayit kelimelerini ihmalinden ötürü örgütü kınamış ve ilişkilerini askıya almıştı.

İsrail, kuruluşundan bir yıl sonra, 1949’da üye olduğu örgütle daima sorunlu oldu. Aleyhine olan BM kararlarına çığırtkanlıkla direnmiş bir yapının UNESCO karşısında uysalca susması beklenemezdi
İsrail, kuruluşundan bir yıl sonra, 1949’da üye olduğu örgütle daima sorunlu oldu. Aleyhine olan BM kararlarına çığırtkanlıkla direnmiş bir yapının UNESCO karşısında uysalca susması beklenemezdi

Ajansın 2017 Mayıs’ında İsrail’den “işgalci güç” diye söz etmesini Netanyahu “saçma” olarak nitelemiş, temmuz ayında El-Halil kentini “Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne alması bozuk ilişkileri iyice fenalaştırmıştı. Çünkü buradan Filistin’e ayrı bir devlet statüsünün verildiği mânâsı çıkarılabilirdi. Nihayet İsrail’e yaranmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan Trump’ın ayrılma kararını müteakiben 1 Ocak 2019’da Netanyahu da UNESCO’dan resmî olarak koptu.

Yeni başkanın devrimi

İsrail’in üyelik aidatı çok fazla olmadığından ödemediği tutar 10 milyon dolar, ABD’nin yokluğu kadar örgütü sarsacak değil. Ancak İsrail’den çok İsrailci olan bir süper güç dengeleri alt üst edebiliyor. Trump UNESCO’dan çekilirken El-Halil’de binlerce yeni yerleşimin yapılabilmesi bu güçle alâkalı.

  • • Trump’ın çirkefliğini yatıştırmak için olsa gerek ayrılık kararından sonra UNESCO’nun başına Fas uyruklu bir Yahudi olan Audrey Azoulay getirildi.
  • • Azoulay görevine başlar başlamaz ABD ve İsrail’i yatıştıracak adımlar attı.
  • • Holokostu anlatan bir web sitesi kurdu, Yahudi karşıtlığı hakkında eğitim rehberi yayınladı. Bunlar BM adına ilklerdi.
  • • İsrail’le ilgili metinler de daha suya sabuna dokunmaz bir dile büründürüldü; Yahudi ve Arap üyelerin ortak rızasına dayalı hâle getirildi.

Doğrusu UNESCO sadece Siyonist yapıyı eleştiriyor değildi. 2011 Şubat’ında Filistinli gençlerin çıkardığı bir dergide rol modelleri arasında Hitler’in adının geçmesi üstüne kınama bildirisi döşenip verdiği desteği çekeceğini duyurmuştu.

Kurtuba başka, Ayasofya başka

Türkiye’yle de arasının iyi olduğu söylenemez. Doğumunun 100. yılı olan 1981’i, tam da 80 cuntası iş başındayken, ‘Atatürk Yılı’ ilan etmiş, bir devlet adamı adına bunu ilk kez yapmış ve “Atatürk’ü anmak sadece Türklere bırakılmamalıdır” tarzında ibareler kullanmış, “UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu, sömürgeciliğe karşı açılan savaşların ilk liderlerinden biri” diye övgüler yağdırmış olsa da bilhassa 2000’li yıllarda Türkiye’ye yönelik oldukça eleştirel bir tutum almış vaziyette.

  • • Sulukule, ahşap binaların korunması,
  • • Sultanahmed’deki bir otel inşaatı,
  • • Haliç’teki metro köprüsü ve
  • • Marmaray’la ilgili uzun uzadıya ve sert bildiriler kaleme aldı, kampanyalar düzenledi.

• 2016’da PKK’nın hendek savaşları günlerinde Diyarbakır’daki Sur’la ilgili aldığı kararın apolitik olduğunu sanmak da aşırı safdillik olurdu.

• Ayasofya’nın müze statüsünün camiye çevrilmesi sonrasındaki tutumları ise onun politik karakterini gözler önüne serdi. Genel Müdür Azulay, “Karardan dolayı derin üzüntü duyuyoruz” şeklinde açıklama yaptı. Üstelik Yunanistan başbakanıyla buluşmasını müteakip.

 UNESCO’nun bu çığırtkanlığı da neyin nesi? “Ayasofya’nın Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması gündeme gelebilir” beyanı yetmezmiş gibi ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne eklenmesi talebinde bulunanlar da az değildi.
UNESCO’nun bu çığırtkanlığı da neyin nesi? “Ayasofya’nın Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması gündeme gelebilir” beyanı yetmezmiş gibi ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne eklenmesi talebinde bulunanlar da az değildi.

Eserde fiziken bir değişiklik olmamışken, müze işlevine de halel gelmemişken UNESCO’nun bu çığırtkanlığı da neyin nesi? “Ayasofya’nın Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması gündeme gelebilir” beyanı yetmezmiş gibi ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne eklenmesi talebinde bulunanlar da az değildi. Hâlbuki İspanya’da 8. asırda yapılmış olup 13. asırda kiliseye çevrilmiş Kurtuba Camii’nin 1984’ten beri Dünya Mirası Listesi’nde olmasında bir beis görmüyorlar. Cami olunca mı ‘Üstün Evrensel Değer’ olma vasfını kaybediyor?

Avrupa merkezcilik

Dünya Mirası kavramı 1978’de tedavüle girdi ve şimdi 145 ülkeden 900 civarında bölge ve eser bu kavram kapsamında. Gelgelelim 10 kriterden birini karşılaması prensibine göre yapılsa da seçimlerin izafi olmadığını söylemek güç. “Kültürel bir geleneğin benzersiz bir tanıklığını taşımalı” veya “insan yaratıcı dehasının başyapıtını temsil etmelidir” türünden ibareler yoruma ve keyfiliğe oldukça açık.

  • Buna bir de 2003’te yürürlüğe konan Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi de eklenince seçimlerdeki izafîlik ve keyfîlik daha da belirginleşti. Sözlü gelenekler, el sanatları, müzik, tiyatro, dans ve festivallerden hangisi Dünya Mirası, hangisi değil? Bu ayrım ne kadar hakkaniyetli olabilir?

“Dünya Mirası kavramının Avrupa merkezciliği” bir süredir Avrupa’da da tartışılıyor. Ajans yetkilileri bu kavramın bir rekabet konusu olmaması gerektiğini söylese de Almanya’nın en fazla dünya mirasına sahip 4. ülke oluşunun izahı o kadar da kolay değil. Bu, Almanların kurum içindeki etkin oluşlarıyla doğrudan ilgili.

Max Planc Institute yöneticisi Christoph Brumann şöyle diyor: “Başlangıçta Afrika iyi temsil edildi ve Hindistan listenin başında yer aldı. Sonra Avrupa ülkeleri, Dünya Mirası statüsünden ne kadar kâr elde edebileceklerini anladılar.” Nasıl başvuracaklarını, sonuç alacaklarını da daha iyi bildiklerinden “Avrupa'daki Dünya Mirası alanlarının sayısı hızla arttı.”

“Dünya Mirası kavramının Avrupa merkezciliği” bir süredir Avrupa’da da tartışılıyor. Ajans yetkilileri bu kavramın bir rekabet konusu olmaması gerektiğini söylese de Almanya’nın en fazla dünya mirasına sahip 4. ülke oluşunun izahı o kadar da kolay değil.
“Dünya Mirası kavramının Avrupa merkezciliği” bir süredir Avrupa’da da tartışılıyor. Ajans yetkilileri bu kavramın bir rekabet konusu olmaması gerektiğini söylese de Almanya’nın en fazla dünya mirasına sahip 4. ülke oluşunun izahı o kadar da kolay değil.

Avrupalılar masada da sahada da daha şuurlu. Mesela Fas’ta Fez sakinleri kentlerinin Dünya Mirası statüsünde olduğunun pek de farkında değil. Bu statü, ülkelere doğrudan bir malî katkı da yapmıyor. Ülkeler kendi sahalarını koruma maliyetini üstlenmek durumunda. UNESCO şemsiyesi altına giren yerlerin koruması kâğıt üstünde kalıyor.

Turist buldozerleri

Dünya Mirası ilanı, turist ordularını sevk ederek nakit girdisi sağlasa da otel zincirleri ve restoranlar korunmak istenen dokuya fayda yerine zarar getiriyor. Bunun örneklerine dünyanın her tarafında rastlamak mümkün. Kamboçya’da yıllık 2 milyon turist çeken Angkor Wat tapınağını göz önüne getirin. Bu antik taşlar, 4 milyon terlik ve bota maruz bırakılmakla korunmuş mu oldu? Veya bölge bir çeşit Las Vegas’a dönüştürülünce? “UNESCO bir yere gelmişse onu turist buldozerleri takip eder” sözü boşuna değil.

Şu her sene bir şey yılı ilan etmelerine ne demeli? 2007’nin Mevlâna, 2008’in Kaşgarlı Mahmut, 2009’un Kâtip Çelebi Yılı ilan edilmesi güzel bir şey, kulağa hoş geliyor. Gel gör ki bunun sahiden karşılığı ne? Hangi ülkede hangi etkinlik tertiplenmiş? Bu yıl mesela Bilge Tonyukuk Yılı, ne yapıldı, bilen var mı? Bir de kaça taksim ediyorlarsa, aynı yılı birçok şey yılı ilan etmeleri mavi boncuk dağıtmak türünden bir garp kurnazlığı.

En iyisi biz kendi mirasımıza sahip çıkalım, kendi himmete muhtaç UNESCO’nun himmetine kalmayalım.