Ütopya 2020: Bu kalabalık gezegende yerini hak etmek için bugün ne yaptın?

Amerikan Ütopya.
Amerikan Ütopya.

Geçen ay söz verdiğimiz gibi bu ay 2013 İngiliz yapımı Ütopya dizisinin 2. sezonunun derinliklerine dalıp, 2020 yapımı Amerikan yapımı Ütopya dizisinden çıkmaya çalışacağız. Bir önceki yazımızı okumayanlar ve 21. yüzyıl teknolojilerinin sağladığı kolaylığa rağmen yazımızı derginin web sitesinden bulup, okumaya üşenenler için çok kısaca özetleyelim.

İngiliz yapımı Ütopya dizisi (2013), Paranoyak şizofren bir kişi olan Mark Dane iki yılını geçirdiği akıl hastanesinde, ismini “Ütopya deneyleri” olarak koyduğu grafik bir roman çizer ve ardından intihar eder. 1985 yılında çizilen romanda, o tarihlerde henüz bilinmeyen ve 1989 yılında ilk defa tespit edilen “Diels sendromu” hastalığı gibi şifreli mesajların gizlendiğinin ortaya çıkmasıyla roman kült olur. Diğer şifreleri çözmek ve romanı tartışmak için kitabın hayranları tarafından bir internet forum sitesi kurulur. Bu forumda, bir üyenin kitabın ikinci bölümünü bulduğunu söylemesi ile forumun müdavimi olan 5 kişi buluşmaya karar verirler. O andan itibaren kitabı ele geçirmeye çalışan “Network” (şebeke) isimli bir örgütün hedefi olurlar. Bir yandan hayatta kalmaya çalışırlarken, diğer taraftan romanda geçen diğer şifreleri çözmeye çalışmaktadırlar.

Gladyo cinayetiyle açılan perde

Dizinin 2. Sezonu, 1979 yılında NATO Gladyo’su tarafından öldürüldüğü varsayılan İtalya Başbakanı Aldo Moro haberiyle Roma’da başlıyor.

İlginç bir seçim mi?

Sonra, kameralar 5 sene geriye, İngiltere Galler’de bir şatoda verilen partiye dönüyor.

İleride dünyayı kısırlaştıracak virüsün/aşının mucidi bilim adamımız, 4 senede bir yapılan ve politikacısından işadamına, bilim adamından dünya liderlerine, dünyanın “en önemli insanlarını” bir araya getiren ama kimsenin bilmediği bir toplantıda boy gösteriyor.

Belki aklınıza Bilderberg ya da WEF (Dünya Ekonomik Forumu) filan gelmiştir ama bize sanki Club of Rome (Roma Kulübü) toplantısı gibi geldi.

Bilim adamımız yarı sarhoş bir şekilde, yanındakilerin sıtma hakkında konuşmalarına müdahale etmektedir.

Konuşma orada bulunan bir kadının dikkatini çeker ve sorar.

“Niye sıtmaya çare bulunmasını istemiyorsun.”

Bilim adamı şöyle anlatır:

“Güneş, bu gezegene belirli miktarda enerji yollar. Bu enerjiyi yiyecek, kıyafet, barınma vesaireye dönüştürür ve hayatta kalırız. Bu şekilde insan nüfusunun bir milyar olması 30 bin yıl aldı. Sonra eski zamandan kalma güneş ışığını kullanmanın yolunu bulduk. Petrol ve kömürde gizli güneş ışığını. Bundan geçinmeye başladık. Ne oldu? Sadece 130 yıl içinde nüfusumuz ikiye katlandı. Bir sonraki milyar 30 yılı aldı. Dört milyar sadece 14 yılda oldu. Soru şu. Diyelim ki 100 yıl içinde, petrol ve kömür tükendiğinde ne olacağını düşünüyorsun? Sadece bir milyarı ayakta tutabilen bir gezegende 10 milyar insan olduğunda? Birbirimizi paramparça ederiz. Sıtma mı? Çare bulunması gereken tek hastalık (insanlar) biziz.”

Konuştuğu kadın, kendilerini 2. kattan atarak öldürmeyi ve çözümün bir parçası olmayı teklif edince, konuyu anlayan bilim adamı buna gerek olmadığını ve insânî bir çözüm bulduğunu anlatır.

Konuyu zâten dizinin birinci sezonundan biliyorsunuz.

İnsanları kısırlaştıracak aşı, yani “Janus projesi.”

Dünya ancak 1 milyon insana bakabilirmiş

Hazır Roma Kulübünden söz açılmışken burada gerçek hayata dönüp, bu grubun değerli bir üyesi ve araştırmacısı olan Amerikalı bilim adamı Prof. Dennis Lynn Meadows’un kendisi ile yapılan bir röportajda söylediklerini özet olarak aktaralım.

“Dünya ancak 1 milyar insana bakabilir. Belki akıllı bir diktatör tarafından yönetilirse ki maalesef diktatörler akıllı olmuyorlar, ama olursa ve yaşam standartları azaltılırsa, bu sayı 2 milyara çıkabilir. Şu an nüfus 7 milyar ve bunun azaltılması lazım. Umarım bu yavaş, âdil ve insanî bir şekilde yapılır.”

İşte dizide şebekenin amacı da tam olarak budur. Katliam yapmadan insan ırkının üremesini yavaşlatmak.

Peki, ama insan ırkını tamamen yok etmeden sadece yavaşlatmak isteniyorsa, birilerinin de üremesi gerekiyor.

Bu seçim nasıl yapılacak?

Bilim adamı bu konuyu da çözmüştür. DNA üzerinden istediği ırkı doğurgan olarak bırakabilecektir.

Genetik olarak güçlü olan bir grubu seçmiş bilim adamımız, hatta “Aryan ırk” deseymiş tam olacakmış. Şebeke üyeleri buna itiraz edip “Nazi Almanyası” peşinde olmadıklarını söylediklerinde, bilim adamının cevabı ilginçtir.

“Cinayetten (Naziler gibi) bahsetmiyorum. Bazılarının devamına izin vermekten bahsediyorum. Irksız bir dünya. Kahrolası ırk soykırımı olmayan bir dünya! (...) İstediğimiz ırkı seçebilecekken neden seçmeyelim?”

İşin farkına varan bilim adamları öldürülür

Bilim adamımız her konuda çok azimlidir.

İnsanın içindeki şiddeti DNA’sından yok edebilmek için kendi çocuğu üzerinde bile deneyler yapar ama başaramaz.

Bu arada şebekeye bağlı bilim adamları, dünya üzerinde çeşitli laboratuvarlarda “Janus” projesinin farklı parçaları üzerinde çalışmaktadırlar. Hiç biri araştırmalarının gerçek sebebini bilmemektedirler, ama İsrail’de laboratuvar çalışanlarından biri bunu keşfeder ve bazı meslektaşlarına durumu anlatır. Bunun üzerine İsrail laboratuvarlarında çalışan 50 bilim adamı, CIA’den brifing alma bahanesiyle uçağa bindirilip Amerika’ya gönderilirler.

Uçak yolda düşürülür ve sızıntı önlenir.

İşte burada durup yine gerçek hayata dönelim.

2001 -2003 yılları arasında âdeta büyük bir mikrobiyolog salgını yaşanmıştı. Salgın diyoruz, çünkü ölenlerin/ öldürülenlerin haddi hesabı yoktu. Bir tanesi özellikle ilginçti. Ukrayna’dan kalkan bir uçak, içinde 46 bilim adamı ile Türkiye’ye uğradıktan sonra İran’da düşmüştü. Türkiye’den uçağa binen oldu mu bilinmiyor. Kazada ölenlerin Ukraynalı ve Rus bilim adamlarından oluştuğu ve yapılacak uçak testleri için yola çıktıkları, İran devleti tarafından söylenmişti.

Aynı uçağa konulmuş tam 46 bilim adamı.

6 sene önce “İnsanlığa karşı son savaşın fitilini sivrisinekler mi ateşledi” başlıklı oldukça uzun bir yazı yazarak web sitemizde yayınlamıştık. Konunun detaylarını orada bulabilirsiniz.

Yeniden diziye dönersek, bilim adamımız “Philip Carvel” yaptıklarından pişmanlık duymaya başlamıştır ve çalışmalarını “Mino Pecorelli” isimli İtalyan bir gazeteciye gönderir. İtalyan gazeteci, gizlice şebekeye çalıştığı için haberi yayınlamaz ve durumu şebekeye ihbar eder. Carvel, belgeleri bu kez de İngiltere’nin Hollanda büyükelçisi Sir Richard Sykes’a gönderir. Ondan da belgelerin İngiliz gölge Devlet Bakanı Airey Neave’e ulaştırıldığı anlaşılır. Her üçü de öldürülür.

Gerçek isimler kullanılıyor

İsimlerde detaya girmemiz sizi şaşırtmasın çünkü her üçü de gerçek kişiler. İki İngiliz devlet görevlisi “İrlanda Kurtuluş Ordusu” tarafından suikast yapılarak öldürülmüş, İtalyan gazeteci Pecorelli ise Gladyo’nun P2 Mason Locasına bağlı gazeteciler listesinde olmasına rağmen öldürülmüş. Zaten dizide de şebekenin adamı olarak gösterilmiyor muydu?

İsimleri araştırırken bir Sir Richard Sykes’a daha rastladık. Kendisi mikrobiyolog. Dünyanın en önemli ilaç firmalarında çalışmış, başarıları için 1994 yılında “Sir” unvanı verilmiş ve kaderin cilvesine bakın ki pandemi sırasında kovid 19 aşılarının teslimatlarını denetlemekle görevli bağımsız görev gücünün başındaymış. Ayrıca hatırlatıcı dozlar ve aşı inovasyonlarını teşvik etme programları da görevine dâhilmiş.

İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor.

Diziyi yazan senaristler hayâli isimler kullanmak yerine gerçek isimler ve olaylar üzerinden bir şeyler mi anlatmaya çalışıyorlar?

Keşke hayâli isimler kullansalardı da bizim gibi buluttan nem kapan insanları günlerce araştırma ile uğraştırmasalardı.

Bu dizinin konusunu zaten geçen ay anlattığımız için daha fazla uzatmadan günümüz olayları ile aşırı benzerlik arz eden birkaç noktayı vurgulayalım.

Fakirlere bedava aşı

Şebeke, 3. dünya ülkelerinin fakir halkları da “aşıya rahatça ulaşabilsinler” diye, İngiliz Sağlık Bakanlığının da desteğiyle 268 milyar dolarlık bir yardım kampanyası başlatarak; zenginlerden, ünlülerden ve STK’lardan para topluyor.

Hani ölseler Afrika halklarına bir bardak su vermeyecek adamlar, niye bedava aşı sağlıyorlar meselesinin ana fikri burada gizli.

Diziden birkaç önemli replikle devam edelim.

Dünya genelinde bir grip korkusu yarattık. Tüm gezegen için yeterince aşı üretmek üzereyiz.

2050 balık stokları bitecek, 2080 gazın sonu, 2090 petrolün sonu.

Bu rakamlar Greenpeace’ten ya da “Dünyanın Dostları” grubundan gelmiyor. BP’den geliyor. Eğer fosfatlı gübreler için talep bugünün oranları ile artarsa fosfat bu yüzyılda biter, bu da yiyecek bir şeyin kalmaması demektir.

Oraya varınca, metal kabın içindeki çözülecek ve salıvermeye hazır olacak. İçerisinde, Rus gribinin yüksek derecede ölümcül türevi var. Denham havaalanındaki ilaçlama uçağına götüreceğim ki 35 mil karelik bir alan üzerinde uçup, aşağıdaki ekinlerin üzerine virüsü salacağım. Tüm dünyada şu anda gizli diğer dört yerleşim biriminde bunu tekrarlayacağım.

Bir emir vereceğim, sadece benim bildiğim bir emir. Ve yaklaşık 90 gün içinde o kişi, dünyanın görmüş olduğu en ölümcül gribini salacak. Herkes aşı olacak.

Herkes seve seve Janus’u alacak. Kaos olacak mı olacak, ama 100 yıldan az zamanda bu gezegende 500 milyon insandan fazlası olmayacak. Ütopyayı yaratmış olacağız.

Janus projesi için Güney Asya’daki (muhtemelen Çin) ırksal bir grubu saptadım. Kanser ve kalp hastalığı oranı daha düşük. Şiddet daha az. Mükemmel olduklarını hissediyordum. Onları seçmek istedim ama son dakikada fikrimi değiştirdim. Kendiminkini seçtim. Romanları. Romanlar, Janus’un doğurgan bırakacağı insanlar olacak.

Bizdeki grip aşısı pratikte işe yaramaz. Janus’un aşıyı gasp ettiğinin farkına vardım. Kendisini ona bağlıyordu. Yani aşı olduğunuz zaman sizin salgıladığınız antikorlar yanlış bir biçimde aşıyla savaşıyorlardı. Eğer Roman değilsen işe yaramayacaklar. Aşı Janus’ın yaptığını yapıyor.

Sadece Romanlar korunacak. Sadede gelirsek, uzun kovalamacalardan sonra virüs durdurulur ve insanları öldürmeden daha insanî bir şekilde aşı olmalarını sağlayacak bir yolun bulunması gerektiği mesajı dizinin sonunda verilir.

Başarılamazsa, ölümcül virüsler zaten son çare olarak gizli kasalarda bekletilmektedirler.

Amerikan Ütopya (2020)

2020 yılında yeniden çekilen Amerikan Amazon Prime yapımı Ütopya dizisi sadece bir sezon sürdü, devamı gelmedi.

Nedenini tahmin edebilirsiniz herhalde.

Neredeyse pandemi ile eş zamanlı yayına giren dizinin başında bir uyarı ekranı yer almaktaydı.

“Bu program kurgudur ve gerçek bir pandemi ya da benzer bir olaya dayanmamaktadır.”

Hani “biz yazalım da yasak savalım, siz ne anlarsanız anlayın” der gibiydi âdeta.

Konu yine İngiliz yapımı Ütopya’nın tekrarı olmakla birlikte bazı farklar vardı ki burada sadece onlara değineceğiz.

Dizide, şebekenin başında gibi gözüken “Bay Tavşan” lakaplı kişi Dr. Kevin Christie adında bir iş adamıdır ve şirketi Christiebio “yapay et” üretmektedir.

Dr. Christie kendisi ile röportaj yapacak gazeteci ile ilgili yardımcılarından bilgi isterken, bu kişinin güvenilir biri olup olmadığını sorar.

Aldığı cevap ilginçtir.

“Geçen yıl Nijer’de kızamık aşının iyi reklamını yapmıştı.”

Uzatmayalım, röportaj başlayınca Dr. Christie yapay eti Simpro’yu (Simple Protein - Basit protein) anlatmaya başlar.

“Simpro, geleceğin gıdasıdır. Toprak, güneş veya su olmadan insanlara etten daha çok demir ve vitamin sağlayan laboratuvarda üretilmiş bir proteindir.”

Gazeteci sorar:

“Christie Laboratuvarları tıbbî ürünlerde uzman, değil mi? Aşılardan sonra şimdi birden mucize et? (...) Tüm tahminlerin on yıl öncesinde, bu ucuz, laboratuvar üretimi etin seri imalatını duyuruyorsunuz. Sizi kötüleyenlerin çoğu, işi aceleye getirdiğinizi söylüyor. (...) Hâlihazırda alıcılarınız var mı?”

İşte bundan sonra iş ilginç bir hâl almaya başlar.

Amerikan Ütopya (2020).
Amerikan Ütopya (2020).

Hedefte çocuklar var

Dr. Christie, yapay eti ülke genelinde ilkokullarda denediklerini söyleyince gazeteci yine sorar.

“Çocuklarda mı test ediyorsunuz? Yoksul çocuklarda?”

Belki, “pandemi sonrası enflasyonla yoksullaştırılmış dünya halklarının et bulamayan çocuklarında mı test ediyorsunuz” deseymiş daha doğru olacakmış.

Haliyle Dr. Christie böyle bir şeyin olmadığını söyleyince, gazetecimiz dişlerini iyice göstermeye başlar.

Birçok ilkokulun ismini vererek, bu okulların bulunduğu şehirlerde virüs salgını olduğunu, virüse yakalanan çocukların saatler öncesinde bu yapay eti yediğinin bilindiğini ve 40’tan fazla çocuğun öldüğünü söyleyince Dr. Christie tökezlemeye başlar.

Dr. Christie, grip hastalığının etten bulaşmayacağını söyleyince gazeteci son golünü atar.

“-Bunun et olmadığını kendiniz söylediniz. Bu çocukları, Simpro’nun öldürmediğine teminat verebilir misiniz? Dr. Christie, aileler bu gripten korkmalı mı? Bunu bilmek hakları değil mi?”

Bu yerinde sorular karşısında yayını terk eden Dr. Christie’yi daha sonraki sahnelerde evinde görüyoruz. Bir sürü farklı ırk ve renklerde çocukları akşam yemeğindedirler.

Yemek öncesi herkes el ele tutuşup “dua etmek üzereler” diye sizi düşündürmeye başladıkları sırada Dr. Christie, âilenin tüm üyelerine teker teker “bugün Allah için ne yaptın” der gibi sorar.

Yerini hak etmek için ne yaptın?

“Bu fazlasıyla kalabalık gezegende yerini hak etmek için bugün ne yaptın.”

Gelen çevreci cevaplarla sütunumuzu harcamadan biraz ileri saralım.

Ülke genelinde büyük bir grip salgını çıkartılır. Salgın özellikle çocukların yüzünde T şeklinde döküntü, kabarıklıklara neden olmaktadır. Tam olarak tarif etmek zor ama “maymun çiçeği” virüsünün etkileri gibi bir şeyler dersek gözünüzde canlanır herhalde.

Yeni gribe yakalananlar hayatta kalamamaktadırlar.

Doktorlar türlü numaralarla kandırılırlar. Virüs değişik yollarla çocuklara bulaştırılır. Sahte aşı ile bir hastanın kameraların önünde iyileştirilmesi oyunu sahnelenir, ardından durumun aciliyeti göz önüne alınarak daha fazla test yapılmadan aşının piyasaya sürülebilmesi için öyle dümenler döndürülür ki şeytanın aklına gelmez.

“Aklınız almaz” diyemiyoruz, çünkü benzerlerini son 2.5 senedir gerçek dünyada hepimiz yaşadık, ama maalesef sadece bir kısmımız döndürülen bu büyük oyunu anlayabildik.

Sonuç olarak, çocuklarının hastalığa yakalanmasından paniğe kapılmış ebeveynlerin oluşturduğu kamuoyu baskısına dayanamayan Amerikan Sağlık Bakanlığı, aşılara acil kullanım onayı verir ve aşının seri üretimine başlanır. Buna rağmen, tam aşılar piyasaya sürülmeden bir gün önce dizinin kahramanları, aşıların tutulduğu depoyu ateşe vererek tüm dünyayı kurtarırlar.

Gerçekler mutlu sonla bitmez

Maalesef gerçek dünyada olaylar Amerikan filmlerinde olduğu gibi mutlu sonla bitmiyorlar. Ülkemiz dâhil tüm dünya halkları o aşıları tatlı tatlı oldular ve hatta şimdi 5. tura dönüyorlar.

Sonuca gelirsek aşıların amacı; tıpkı İngiliz yapımı dizide olduğu gibi 3 nesil boyunca insanları kısır bırakıp, dünya nüfus artışını durdurmak ve “dünyayı kurtarmak” imiş. Gribi tedavi etmeyecek bir aşı için talep yaratılarak dünya halklarının aşı olmasını sağlamak amaçlanmış.

Gezegenimizde “bulaşıcı hastalık” gibi çoğalan insanoğlunun üremesi durdurulacakmış.

Bu büyük plana sızan bir başka grubun amacı ise aşılar yoluyla insanların içindeki şiddet dürtüsünü yok etmek ve daha güzel bir dünya oluşturmakmış.

“İnsanların düzgün davrandığı, biyolojik kusurlarından ve dürtülerinden kurtulduğu bir cennet. (...) İnsanlar kibirli davranmaktan, bayağılıktan, zalimlikten muaf olacaklar.”

Yani, “serbest iradeleri” ellerinden alınarak robotlaştırılmış insanlar ancak bu kadar güzel pazarlanabilirdi.

Daha “güzel” bir dünya yaratmak için çabalayan ne kadar çok güzel insan var şu “fazlasıyla kalabalık gezegenimizde.”

Bir de bu güzel plana ne isim verseler beğenirsiniz?

İngilizce “undoing” dedikleri planı tercüme ettiğinizde “çözülme/yapılanı değiştirme/ yıkma” anlamlarına geliyor.

Hani “great reset” yani “büyük sıfırlama” deselerdi de gönlümüz kalmazdı, ama dizinin çekimleri Mayıs 2020’de “great reset” söylemi ortaya atıldığında muhtemelen çoktan bitmişti.

Kissinger ne demişti?

Yine dizinin sonunda yeni düzende oluşturmak istenen anasız-babasız toplumun da şifrelerini bulabilirsiniz.

Amerikan polisi tarafından güpegündüz infaz edilen Amerikan deniz kuvvetleri istihbarat subayı William Cooper “Apokalipsin Atlıları” kitabında Henry Kissinger’ın şu sözünü nakletmişti.

“Her şey farklı olacak. Birçokları acı çekecek. Yeni bir Dünya Düzeni ortaya çıkacak. Hayatta kalanlar için çok daha iyi bir dünya olacak bu. En sonunda hayat daha da güzel olacak. İstediğimiz dünya gerçek olacak.”

Kissinger “Ütopyasını” çok uzun yıllar öncesinden ne güzel anlatmış, değil mi?