'Var'a 'yok' diyenlerin psikolojik tahlili

Dr. Mustafa Merter.
Dr. Mustafa Merter.

Pek çoğumuzun başına her gün geliyor; yüzde yüz emin olduğumuz bir konuda karşımızdakini ikna edemiyoruz. “Kanıtla” der, apaçık kanıtlar koyarız yine de inanmaz. İslam’dan sorar, fıkıhtan örnek verirsin âlimi beğenmez, Hadis-i Şeriften örnek verirsin “sahih” bulmaz. Son çâre Kur’an-ı Kerim’e başvurursun “mânâsı yanlış” der. Böyle durumlarda çok saç baş yolan vardır. Futbol takımı tutanların da siyâsî parti taraftarlarının da hiçbir konuda anlaşamadıklarını televizyon ekranlarından izliyor, gazete köşelerinden okuyoruz. Otomobili gösteriyorlar “fabrikası yok” deniyor, fabrikayı gösteriyorlar “makinesi yok” itirazı geliyor, makineyi gösteriyorsun “otomobil yok” döngüsüyle kaset başa sarıyor. Diğer yandan hakem ofsayt düdüğü çalıyor, “değil” diyorlar, yan hakeme bakıyor, o da “bayrak kaldırıyor” yetmiyor. ‘Var’dan izletiyor, “görüntüyü yanlış yerde durdurdun” diyorlar. Bunlar basit bir karşı koyma mı yoksa “ortada klinik bir sorun mu var” diye merak edip, konuyu uzmanına danıştık. Psikiyatri tabibi ve psikoterapist “Dokuz Yüz Katlı İnsan” ile “Nefs Psikolojisi ve Rüyaların Dili” kitaplarının müellifi Dr. Mustafa Merter, ‘Var’a ‘yok’ diyenlerin psikolojik halleriyle ilgili sorularımıza cevap verdi.

“Var’a yok diyenler” hakkında tıbbın koyduğu bir tanım var mıdır?

Gözler önündeki hakikati görmezden gelme, psikolojideki inkâr savunma mekanizmasına tekabül eder. Böyle durumlarda şuurdışının derinliklerinde ölüm korkusu, hiçlik, zavallılık, bastırılmış öfke vb. birikimler var demektir (yani gölgeler) ve tedavi elzem olur. Yarı delilik gibi bir hâldir.

Tıbben yarı delilik olarak tanımlanan hale insan nasıl gelebilir? Tarihte en vahşi toplumların bile günümüzde görece bir hoşgörü ve barış ortamına sahip olduğu gözlenirken bizim toplumumuzda bir ur gibi büyüyen öfkenin, ancak pragmatik bir durum varsa karşısındakine hoşgörü gösteren kişilerin çoğalmasının nedeni ne olabilir?

Bu sorulara Allah’ın emirlerinden uzaklaşanların zamanla başlarına gelenleri özetleyen Abdürrezzak Kaşani’nin sözleriyle cevap veriyor Merter; “Nefs mücadelesine yenilen insanların zamanla, içlerindeki karanlık heyetler sağlamlaşır, perdeler çoğalmaya başlar, bozuk inançlar, yıkıcı melekeler, nefsin sıfatlarının istilâsı ve mutlak üstünlük kurması sonucu kökleşirler ve kalplerinin üzerini tümüyle tortularıyla kapatırlar.” ‘Kur’an’ı Kerim’in Psikolojik Açıdan Tefsiri’ konusunda çalışan Merter’e, ‘İslam bu konuda ne buyuruyor’ diye sorduk, “Kalbin doğrusunu bilmesine rağmen, “dil”in inkar yoluna “bile bile” girmesi, yani insanın kendi kendisini kandırmasında yol gösteren çıkarcı aklın peşine düşenler için Nisa Suresi 137’nci ayette, “İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir” buyuruluyor” cevabını verdi. Dr. Merter, “Görmediğime inanmam” diyenlerin işi daha da ileri götürüp gördüğüne de farklı mânâlar vermesini; ekran bağımlılığının giderek artması ve zamanla insanı çeşitli tehlikelere açık hale getirmesi sonucunu doğuran Matrix sendromuyla açıklıyor. “Günde 6 saati bulan ve hatta geçen ekrana bakma sürelerimizde farkına varmadan başka bir âleme giriyoruz ve saldırıya karşı savunmasız kalıyoruz. 70 senelik ortalama insan ömrü 613.000 saat demektir, bunun 8 saati uykuda geçiyorsa (613.000 - 204.000) geriye kalan uyanıklık müddeti 409.000 saattir. Günde 8 saat ekran başındaysak (TV, bilgisayar ve özellikle cep telefonu) bu hayatımız müddetince 203.000 saate tekabül eder. Yani hâli hazırda uyanık hayatımızın yarısı Matrix’te geçiyor demektir. Eğer hayatımız Matrix’te geçiyorsa, akl-ı selimimiz devreden çıktığı için, Matrix’i yönetenler ne derlerse inanırız ama yine de güvenemeyiz… Güven, Kur’an-ı Kerim dilinde “itminan” yani emniyet içinde olma hali Rabbimiz tarafından doğuştan ihsan edilen bir hâldir. Matrix’te kaldıkça bozuk inançlar kökleşir, psikoloji tabiri ile “gölge”lerimiz hâline gelir… Artık onlar bizi yönetir…”

Elini göremeyecek kadar karanlık

Matrix’te kalmanın bir sakıncası da gelen işaretleri artık göremememiz, fark edememizdir. A’raf 7/182 bu durumu şöyle açıklar: “İşaretlerimizi inkâr edenleri onlar farkına varmadan alçaltacağız…” Yani ilahi bağ kesilince artık nefsin karanlık mahzenlerinde bırakın hakikati görmeyi, kendi elimizi bile artık göremeyiz… İşte insanın düştüğü bu duruma esfel-i sâfilîn deniyor. Yani, “Sefillerin en sefili. Cehennem’in en aşağı tabakasındakiler. Aşağıların en aşağısı.”

  • Matrix: Mağaradaki gölgeler
  • Ünlü Hollywood film serisi Matrix’te anlatılan felsefi düşünce sisteminin temelleri, Yunan filozof Platon’a kadar uzanır. Platon tabii o zamanlar bu sisteme “Matrix” dememiş, “mağaradaki gölgeler” demiş. Kısacası Platon “Biz sadece gerçeklerin gölgelerini görebiliriz” diyor.