‘Yeşil Devrim’ adlı musibetin Nobel Ödüllü babası

Dünyanın kaynaklarını tüketen endüstriyel ziraatı azdıran da “Yeşil Devrim” oldu.
Dünyanın kaynaklarını tüketen endüstriyel ziraatı azdıran da “Yeşil Devrim” oldu.

Hikayelere bakmayın. Bir ejderha misali dünyanın kaynaklarını tüketen endüstriyel ziraatı azdıran da “Yeşil Devrim” oldu.

Hedeflediği ürünlerde mahsul artışı sağladığı için böyle adlandırılmıştı ama sonrasında insanda ve tabiatta geri dönülmez tahribatlara neden oldu. Maksat buydu zâten. Âdemoğlunun doyumluk ziraatını sonsuza kadar kirleten bu sistemin babası, Norveç kökenli Amerikalı Bitki Genetiği ve Patoloji Uzmanı Norman Ernest Borlaug’du. 1937 yılında Orman Fakültesinden mezun olan Borlaug’un bütün planları, Minnesota Üniversitesi’nde profesör ve bitki patolojisi grubunun başkanı Elvin Charles Stakman’ın bir konferansında özel bitki yetiştirme yöntemlerinin buğdayda pas hastalığına dayanıklı bitkiler ürettiğini öğrendiğinde değişti. Tanıştığı Stakman, ona bitki patolojisine odaklanmasını tavsiye etti. Borlaug’un ilk işi 1942 yılında Minnesota Üniversitesi’nde Bitki Patolojisi ve Genetiği alanında doktorasını tamamlamak oldu.

Meksika için kollar sıvandı

1940 yılında Meksika’da yönetime Avila Camacho gelmiş ve birincil hedefini Meksika tarımını geliştirmek olarak açıklamıştı. ABD Başkan Yardımcısı Henry Wallace, Avila Camacho’nun hedefinin ABD’nin ekonomik ve askeri çıkarları için faydalı olacağını düşünerek Rockefeller Vakfı’ndan Meksika hükümetinin tarımsal programlarıyla ilgilenmesini istedi. Vakıf işe toprak gelişimi, buğday, mısır ve pirinç üretimi ve bitki patolojisi üzerinde çalışacak ABD’li ve Meksikalı uzmanlardan oluşan Özel Çalışmalar Ofisini kurmakla başladı.

1940 yılında Meksika’da yönetime Avila Camacho gelmiş ve birincil hedefini Meksika tarımını geliştirmek olarak açıklamıştı.
1940 yılında Meksika’da yönetime Avila Camacho gelmiş ve birincil hedefini Meksika tarımını geliştirmek olarak açıklamıştı.

Proje lideri “Hollandalı Harrar” lakaplı Dr. Jacob George’du. Harrar, Borlaug’u Meksika’da kurulan Buğday Araştırma ve Üretim Programı Kooperatifi’nin başına getirmek istiyordu. Fakat Borlaug, hem doktorasını sürdürüyor hem de Wilmington, Delaware’deki DuPont’ta mikrobiyolog olarak endüstriyel ve zirâî bakterisitler, fungisitler konusunda araştırmalara öncülük ediyordu. Harrar’ın teklifini kabul etmedi. 7 Aralık 1941’te Pearl Harbor saldırısı sonrası işi gücü bırakıp orduya katılacak kadar da milliyetçiydi.

Fakat çalıştığı laboratuvarın savaş zamanı çalışma yönetmeliği gereği ABD silahlı kuvvetleri için kimyevî araştırmalar yapmak için kullanılıyor olması sebebiyle isteği reddedildi. Öyle ya düşmana karşı savaşmaksa laboratuvarda âlâsını yapıyordu. Bitki Patolojisi ve Genetiğinde doktora yapsa da askeri kamuflajlar, dezenfektanlar, DDT ve küçük elektronik aletlerin yalıtımı gibi farklı alanlarda ordusuna hizmetini sürdürdü.

Tuzlu suya dayanaklı yapıştırıcı

İlk projelerinden biri, Güney Pasifik’in tuzlu suyuna dayanabilecek bir yapıştırıcı geliştirmek olmuştu. Japon İmparatorluk Donanması, Guadalcanal adasının kontrolünü ele geçirmiş, gökte ve denizde devriye geziyordu. ABD için adada mahsur kalan askerlerine gıda tedarik etmenin tek yolu, geceleri sürat teknesiyle yaklaşmak ve kıyıya yakın yerlere kutular içinde konserve yiyecek ve diğer malzemeler bırakmaktı. Fakat kapların yapıştırıcısı tuzlu suda parçalanıyordu. Borlaug ve meslektaşları, gece gündüz çalışıp kısa zamanda, korozyona dayanıklı, yiyecek ve malzemelerin mahsur kalan deniz piyadelerine ulaşmasını sağlayan bir yapıştırıcı geliştirmişlerdi.

Temmuz 1944’te DuPont’un maaşını ikiye katlama teklifini reddedip, hâmile karısını ve 14 aylık kızını ardında bırakarak genetikçi ve bitki patoloğu olarak Harrar’ın sürdürdüğü programın başına geçmek üzere Mexico City’ye gitti. Orada çalıştığı süre boyunca dünyaya hastalığa dayanıklı buğday ve pirinç çeşitleri olarak tanıtılacak -fıtratla savaşın bir başka biçimi olan- hibrit tohumların geliştirilmesi çalışmalarında yer aldı.

Rockefeller ve buğday programı

Mart 1963’te arkadaşı Dr Robert Glenn Anderson ile birlikte Rockefeller Vakfı tarafından çalışmalara devam etmesi için Hindistan’a gönderildi. Anderson 1975’e kadar Rockefeller Vakfı Buğday Programının başkanı olarak Yeni Delhi’de kaldı. Bir yıl sonra geri dönen Borlaug ise Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezindeki Danışma Grubu’nun bir parçası olarak Mexico City’nin doğu ucundaki El Batán, Texcoco’da bulunan Uluslararası Buğday Geliştirme Programının direktörlüğüne getirildi. Programın finansmanını yine Ford ve Rockefeller Vakıfları üstlenmişti. Programda özellikle genetik, bitki ıslahı, bitki patolojisi, entomoloji, agronomi, toprak bilimi ve tahıl teknolojisi üzerine araştırmalar yürütülüyordu.

Hibrit Buğday ve Pirinç rekor kırdı

Borlaug’un geliştirdiği hibrit buğday çeşitleri Meksika’daki, hibrit pirinç çeşitleriyse Güney Asya ve Filipinlerdeki yerli çeşitlerden çok daha iyi mahsul veriyordu. Verim o kadar artmıştı ki kısa zamanda Meksika buğdayda, Filipinler pirinçte ihracatçı ülke oldu. Pakistan ve Hindistan’da kamu dairelerinde çalışanlar işi gücü bırakıp mahsullerin hasadında ve harman yerine taşınmasında, çuval doldurma ve tahıl depolama tesislerini idare etme işlerinde çalışmaya başlamıştı.

Kırsaldaki devlet daireleri ve okul binaları tahıl depolamada kullanılmak üzere geçici olarak kapanıyordu. Borlaug’un cüce buğday çeşitlerinin şöhreti kısa zamanda bütün dünyaya yayıldı. Aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkeler büyük miktarlarda Lerma Rojo 64 ve Sonora 64 çeşitlerini ithal etme taahhüdünde bulunmuşlardı bile.

Nobel Barış Ödülü geldi

ABD yine başarmış, bu kez de insanları güya açlıktan kurtarmıştı. Uluslararası Kalkınma Ajansı’ndan William Gaud, Borlaug’un hibrit tohum ve yoğun kimyevî zehirler kullanımıyla bilinen sistemini dünyaya “Bu gelişmeler tarım alanında yeni bir devrimin adıdır. Ben buna Yeşil Devrim diyorum” diyerek duyurdu. Gıda arzını artırarak dünya barışına yapılan katkı Nobel Barış Ödülü komitesinin kulağına da gitmişti. Ödül 1970 yılında Borlaug’a verildi.

Ziraat tarihine “Yeşil Devrimin babası” olarak geçen Borlaug’un çalışmaları 2000’li yıllara gelindiğinde gerçeği ters yüz etme sihirbazlarınca “dünya çapında bir milyardan fazla insanı açlıktan kurtaran sistem” olarak anılır oldu. Oysa gerçek bunun tam tersiydi.

Açlık dediklerinin aksine artmış, kadim tohumlar yok edilmiş, genetik yapısıyla oynanmış tohumlar bütün dünyaya dayatılmıştı.

Yeşil Devrim, “dünya çapında bir milyardan fazla insanı açlıktan kurtaran sistem” olarak anılır oldu. Oysa gerçek bunun tam tersiydi.
Yeşil Devrim, “dünya çapında bir milyardan fazla insanı açlıktan kurtaran sistem” olarak anılır oldu. Oysa gerçek bunun tam tersiydi.

Borlaug’un ömrünü vererek geliştirdiği hibrit çeşitler ve yoğun kimyevi zehir kullanımına dayanan teknikleri fark edilir bir verim artışı sağlamıştı sağlamasına. Lâkin;

Tek bir mahsule bağımlılık açlıktan kurtarılan insanlarda yetersiz beslenme sorununu yaygınlaştırdı.

• Daha az çeşit ekiminden dolayı biyo-çeşitlilik azaldı.

• Kullanılan inorganik gübre ve pestisitler çevre ve ekonomik açıdan âdeta ülkeleri çökertti.

Herbisite dayanıklı çeşitlere atılan büyük miktarlardaki zehirlerin tabii kaynaklara ve insanlara olumsuz etkileri ise kalıcı oldu.

Kadim çeşitleri yok ettiler

• Bu sisteme inanıp toprak reformu uygulamış ülkeler, geliştirilen hibrit çeşitleri ve yoğun kimyevî zehir girdileri kullanmaya zorlandılar.

• Gıda dağılımında ve sosyal hayatlarında eşitsizlikler arttı.

Biyo- teknoloji ile özellikle üçüncü dünya ülkelerinde yeni yolların inşası, bâkir tabiatın yok edilmesine ve mahalli kadim çeşitlerin kaybolmasına neden oldu.

• Bütün bu felaketler olurken ABD tarım işletmeleri ve tarım zehri üreten şirketlerinin kazandığı kârın ise haddi hesabı yoktu.

Borlaug, hayatının ilerleyen dönemlerine kadar Rockefeller, Ford gibi vakıfların desteğiyle Asya ve Afrika’da sözde gıda üretimini artırmaya yönelik bu yöntemlerin uygulanmasından hiç vazgeçmedi.

Nobel Barış ödülü konuşmasında “insanlar nüfus canavarının büyüklüğünü ve tehdidini kavrayamıyor” dediğini düşündüğümüzde, insanları açlıktan kurtarmaktan çok “nüfus azaltma” planının parçası olacağını asla akıldan çıkarmamak gerekir. Hele ki ‘Yeşil Devrim’ adlı dalavere sonrası gelişmekte olan ülkelerde beş yaşın altındaki çocuk ölümlerinin neredeyse yüzde 60’ının yetersiz beslenmeyle ilişkili olduğu gerçeği orta yerde duruyorken.

  • Bunların yalanlarına hâlâ inanmaya devam mı edeceğiz, yoksa aldatıldığımızı fark edip esaslı çözümler mi üreteceğiz?