Kendinizi gıdıklamanın imkansız olduğunu biliyor musunuz?

Gıdıklanmayı sevenler, gıdıklamayı sevenler ve her ikisini birden sevenler ve ya her ikisinden de nefret edenler... Hiç düşündünüz mü başkası bizi gıdıklayabiliyorken neden kendimizi gıdıklayamıyoruz?

Kendinizi gıdıklamayı hiç denediniz mi? Tüylü bir cisim alıp ayaklarınızın altını gıdıklamaya çalışın, sonra bir başkasından bunu yapmasını isteyin. Birincide yüz ifademiz bile değişmezken, ikincisinde nasıl oluyor da hem gülebiliyor hem de acı veren bir duyguyla kaskatı kesiliyoruz?



Avustralya'daki bilim adamı George Van Doorn bu durumun "bilinç ve öz ayrımsama gibi daha büyük sorulara kapıları araladığını" söylüyor. Bu nedenle beynin bariyerlerini aşarak insanların laboratuvar ortamında kendi kendilerini gıdıklamalarını sağlamak için biraz da aşırıya kaçan deneyler yapılıyor.

Bilim insanları şunu düşünüyor: Vücudumuz her hareket ettiğinde farklı duyumlara kapılıp kafamız karışsaydı, sağa sola yönelseydik ne olurdu? Ya da yürürken elimiz bacağımıza her çarptığında biri bize saldırıyormuş gibi hissetseydik? Bilim insanları, kendimizi gıdıklayacağımız zaman beyinciğin, beyni uyardığını ve beynin bu durumu tehdit olarak yorumlamadığını söylüyor.



Bu demek oluyor ki, beynimiz etrafta olup bitenleri takip ederken her zaman hislerimiz arasında en önemli olanları hissetmeye programlanıyor. Mesela ayağınızdaki çorabı giydikten sonra çok aksi bir durum olmadıkça hissedebiliyor musunuz? Ya da oturduğunuz kanepeyi hissedebiliyor musunuz? Onları düşünmediğimiz sürece hissetmiyoruz.

Özetle, kendi hareketlerimiz ile başkalarının eylemleri arasında ayrım yapabilmek bu nedenle kendi varlığımız ile dış varlıkları duyumsamamızın temelini oluşturuyor. Beyin, hisleri ayırt etme fonksiyonunu sürdürebilmesi için bizim temasımızı başka birilerinin temasından ayırt etmeye yarayacak sinyali üretmesi gerekiyor. Yani beyin, kişinin kendi temaslarını ikinci plana atarken, dışarıdan gelen temaslara daha fazla önem verip ani tepki veriyor.

Kaynak: bbc.com