Birisi "sen karar ver" ya da "sen seç" dediğinde

Birisi "sen karar ver" ya da "sen seç" dediğinde

Birisi “sen karar ver” ya da “sen seç” dediğinde çoğumuzun yüzünde fotoğraftaki çocuğun ifadesine benzeyen bir karışıklık belirir: hafif panik, zihinsel duraksama ve omza çöken gereksiz bir sorumluluk. Aslında konu çoğu zaman basittir; ne yenileceği, nereye gidileceği yahut hangi filmi açacağımız gibi gündelik tercihler… Fakat tam da bu sıradanlık, kararı verirken karşı tarafın beklentisini bilmemeyi daha da zorlayıcı bir hâle getirir. Küçük bir tercih bile, “Acaba yanlış mı seçeceğim?” kaygısı nedeniyle olduğundan daha büyük görünür. Fotoğraftaki minik kahramanın yüzündeki çaresizlik, aslında yetişkin hâlimizin birebir aynasıdır.

Gündelik Tercihler Neden Zorlaşır?
Karar verme baskısı çoğu zaman yalnızca seçeneklerin fazlalığından değil, karşımızdakini memnun etme arzusundan doğar. Bir seçim yaparken, karşımızdaki kişinin ne istediğini sezmemeye çalışırken daha çok bocalarız. Bu nedenle en küçük tercihler bile bir anda karmaşık bir denkleme dönüşebilir. Toplumsal refleksler, öğrenilmiş sorumluluk duygusu ve hata yapma korkusu birleştiğinde, içimizdeki çocuk kontrolü kaybedip yüzünü buruşturur. Hepimiz tam da bu yüzden zaman zaman bu fotoğraftaki gibi hissediyoruz: küçük bir seçim anı bile dünyayı üzerimize yıkıyormuş gibi geliveriyor.

Hepimizin Tanıdığı O Minik İç Ses
Bu küçük çocuğun yüzündeki duygu, içimizde hep var. Bazen karar vermeyi gerçekten istemeyiz; bazen de sorumluluğun bir başkasında olmasını tercih ederiz. “Sen seç” dendiğinde gelen o yoğun ve anlamsız stres, modern hayatın tuhaf ama evrensel bir yansımasıdır. Ve belki de bu nedenle hepimiz, bu fotoğrafa bakınca kendimizi görüyor ve gülümsüyoruz: Çünkü hepimiz bu duyguyu çok iyi biliyoruz.