Nil'den Başını Göğe Kaldıranlara: Hayat toz pembe değil, pembesi kadar tozu da var!

Nil
Nil

Hadi gidin şimdi buluta, sözünüzü geçirin! Nil Karaibrahimgil'den 'Başını Göğe Kaldıranlara'...

Nil Karaibrahimgil, Nil'e Hayat Dersleri kitabında yer alan 'Başını Göğe Kaldıranlara' yazısının video versiyonu Instagram hesabında yayınladı.

Başarılı sanatçı, ''Kimsenin bizi sevmediği, bizim de kendimizi sevmediğimiz zamanlarda, feneri yakmak lazım. Önüne tutmak lazım. Yola bakmak lazım. Yol yoldur. Engebelisi de yoldur, düzü de demek lazım. İnsan umudu yakmazsa, yolu tıkanır. İçindeki ışığı hiç kapatmayacaksın. Karanlıkta otursan da, o yanacak. Hayat toz pembe değil. Pembesi kadar, tozu da var. Başlayacaksın çok saçma bir yerden de olsa. Bak hayat akıyor bütün ihtişamıyla. Hadi gidin şimdi buluta sözünüzü geçirin'' notuyla paylaşımda bulundu.

Başını göğe kaldıranlara!
''Hepimizin karamsarlığa kapıldığı günler oluyor.


Unutuyor insan bir güneş olduğunu. Sabahları doğduğunu. 
Her şeye yeniden başlama şansı verdiğini.
Suda yürür gibi, ilerliyor gününün içinde.
Can sıkıntısı gelmiş, koca poposuyla göğsüne oturmuş sanki. 
Nefesler bile tereddütlü. 
“Karanlık bir geceden geldim, şimdi dünya ışığı yakmış dönmeye devam ediyor, fakat benim güne başlayacak mecalim yok” diyoruz. 
Oluyor. Herkese oluyor. Hayat hep mutlu değil. İşler hep yolunda değil. Sevdiklerimiz hep iyi değil. Biliyorsunuz işte.
Hani eskiden yazmıştım hatırlıyor musunuz, “Sadece güneşli günlerde yürürsen, gideceğin yere varamazsın”... 
Böyle zamanlarda, bu cümleden kendine bir sal yaparsan, batmıyorsun. 
Bir de “Bu da geçer yahu” var çok sevdiğim. Başucumda asılı. 
Çok seviyorum ona bakmayı. Bir mürekkep gibi huzur yayıyor içime. 
Bu iki cümleyi, hayattaki tünellere yerleştirdim. Ne zaman ki, tepemizden mavi gökyüzü ve güneş gidiyor, hah diyorum tünele girdik, şimdi şu iki cümlemi çıkarayım cebimden.
Çıkarıp, iki kuş gibi, iki omzuma koyuyorum onları, fısıldıyorlar bana. Ben yürümeye devam. 
Tünel bitene kadar müziğim oluyorlar. Tın tın ilerliyoruz beraberce.
Kimsenin bizi sevmediği, bizim kendimizi sevmediğimiz zamanlarda, feneri yakmak lazım. Önüne tutmak lazım. Yola bakmak lazım.
Yol yoldur. Engebelisi de yoldur, düzü de demek lazım.
Bir elinde sopa, her adımda ondan güç ala ala, yokuşu tırmanmak lazım. 
Tepede dünyanın en güzel köyü varmış gibi.
İnsan umudunu yakmazsa, yolu tıkanır. 
İçindeki ışığı hiç kapatmayacaksın. Karanlıkta otursan da, o yanacak. 
Ateşböceği gibi. Avucunda duracak. 
Hayat toz pembe değil. Pembesi kadar, tozu da var. Onu toz beziyle, düzenli olarak almak lazım. Kimse kimseyi düştüğü yerden kaldıramıyor da... Kendin kalkacaksın. Çayın suyunu koyacaksın. Başlayacaksın. Saçma bir yerden de olsa. 
Bütün bunları bana bir arkadaşımın yolladığı bu fotoğraf düşündürdü. Asabı bozukmuş, başını kaldırıp gökyüzüne bakmış, bunu görmüş.
Tepemizde pembe bulutlar gökyüzünü boyamaya devam ettiği sürece, aslında her şey çok güzel. Hayat tüm ihtişamıyla akıyor. 
Bu iki cümleyi ve bu fotoğrafı alın. 
Hadi gidin şimdi, buluta sözünüzü geçirin.''
Başını göğe kaldıranlara! ''Hepimizin karamsarlığa kapıldığı günler oluyor. Unutuyor insan bir güneş olduğunu. Sabahları doğduğunu. Her şeye yeniden başlama şansı verdiğini. Suda yürür gibi, ilerliyor gününün içinde. Can sıkıntısı gelmiş, koca poposuyla göğsüne oturmuş sanki. Nefesler bile tereddütlü. “Karanlık bir geceden geldim, şimdi dünya ışığı yakmış dönmeye devam ediyor, fakat benim güne başlayacak mecalim yok” diyoruz. Oluyor. Herkese oluyor. Hayat hep mutlu değil. İşler hep yolunda değil. Sevdiklerimiz hep iyi değil. Biliyorsunuz işte. Hani eskiden yazmıştım hatırlıyor musunuz, “Sadece güneşli günlerde yürürsen, gideceğin yere varamazsın”... Böyle zamanlarda, bu cümleden kendine bir sal yaparsan, batmıyorsun. Bir de “Bu da geçer yahu” var çok sevdiğim. Başucumda asılı. Çok seviyorum ona bakmayı. Bir mürekkep gibi huzur yayıyor içime. Bu iki cümleyi, hayattaki tünellere yerleştirdim. Ne zaman ki, tepemizden mavi gökyüzü ve güneş gidiyor, hah diyorum tünele girdik, şimdi şu iki cümlemi çıkarayım cebimden. Çıkarıp, iki kuş gibi, iki omzuma koyuyorum onları, fısıldıyorlar bana. Ben yürümeye devam. Tünel bitene kadar müziğim oluyorlar. Tın tın ilerliyoruz beraberce. Kimsenin bizi sevmediği, bizim kendimizi sevmediğimiz zamanlarda, feneri yakmak lazım. Önüne tutmak lazım. Yola bakmak lazım. Yol yoldur. Engebelisi de yoldur, düzü de demek lazım. Bir elinde sopa, her adımda ondan güç ala ala, yokuşu tırmanmak lazım. Tepede dünyanın en güzel köyü varmış gibi. İnsan umudunu yakmazsa, yolu tıkanır. İçindeki ışığı hiç kapatmayacaksın. Karanlıkta otursan da, o yanacak. Ateşböceği gibi. Avucunda duracak. Hayat toz pembe değil. Pembesi kadar, tozu da var. Onu toz beziyle, düzenli olarak almak lazım. Kimse kimseyi düştüğü yerden kaldıramıyor da... Kendin kalkacaksın. Çayın suyunu koyacaksın. Başlayacaksın. Saçma bir yerden de olsa. Bütün bunları bana bir arkadaşımın yolladığı bu fotoğraf düşündürdü. Asabı bozukmuş, başını kaldırıp gökyüzüne bakmış, bunu görmüş. Tepemizde pembe bulutlar gökyüzünü boyamaya devam ettiği sürece, aslında her şey çok güzel. Hayat tüm ihtişamıyla akıyor. Bu iki cümleyi ve bu fotoğrafı alın. Hadi gidin şimdi, buluta sözünüzü geçirin.''
Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >