Objektif gerçekliğin ilgası: "Bence ve bana göre" putları

Bugüne dek doğru olarak bildiğimiz, mutlak bir önkabul ile iman ettiğimiz şeylerin karşısına bir bir "ben öyle düşünmüyorum" heykelleri dikiliyor.

Tüm gerçekliklerin, kişisel kanaatler ile yerle bir edilmeye başladığı bir zamanda yaşıyoruz. Bugüne dek doğru olarak bildiğimiz, mutlak bir önkabul ile iman ettiğimiz şeylerin karşısına bir bir, "ben öyle düşünmüyorum" heykelleri dikiliyor.

"Senin ne düşündüğünün ne önemi var vasat herif?!" diyemediğimiz zamanlarda susup "la havle" çekmişliğimiz ise çoktur.

Kavimlikten bireyliğe geçerken bu yalnızlaşmayı kendince "anlamlı" kılacak hafifletici sebepler vardı. Hayat pahalıydı, şehirde yaşam zordu, aidiyetler ayak bağı oluyordu vesaire.

Postmodernizm çağı, kapitalizm, pragmatizm, postkolonyalizm gibi tumturaklı kavramlar ile yazımı çekilmez hale getirmeyeceğim.
Fakat anlatmak istediğim şu; yaşadığımız çağ, bireye fazla anlam yükledi ve birey bu anlamın ağırlığı altında, taşıyabileceğinden daha fazla yük yüklendiği için ezildi.


Çünkü birey kendini "biricik" hissettiğinde, bu biricikliği taçlandıran markalar, ürünler ve tüketimler ile yaşamaya alışıyor.
Bu alışkanlık ise yaşamak için tüketmek yerine, tüketmek için yaşamak gibi bir girdabın dalgasında boğuşurken selfie çubuğu ile kendimizi çekmemizi sağlıyor. Hem de gülümseyerek!

Bu durumu Şule Gürbüz, "Öyle miymiş?" isimli son kitabında şöyle anlatıyor,



"Hiçbir şey yetmese insana, kitap yeter mi?"

Yetmez Şule Gürbüz, ama sen hep böyle güzel kitaplar yaz...


















Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >