Lale Devri'nde roket de icat edilmişti!

Daha çok zevk ve eğlence dönemi olarak sunulan Lale Devri (1718-1730), Osmanlı İmparatorluğu’nun dönüm noktalarından biridir. Ancak Lale Devri’nde dikkat çekici bilimsel çalışma ve icatların da gerçekleştiğine dikkat çekmemiz gerekir.

Kültürün bir unsuru olan şenlikler, Osmanlı Devleti'nde geleneklerin devam etmesi ve halkın birlik, beraberlik duygusunun oluşup gelişmesi yönünden önem göstermektedir. Ayrıca şenliklerde yapılan gösteriler sayesinde, halka ve gelen yabancı konuklara devletin gücü de gösterilmektedir.Daha çok zevk ve eğlence dönemi olarak sunulan Lale Devri (1718-1730), Osmanlı İmparatorluğu'nun dönüm noktalarından biridir. Bir yanda Nevşehirli Damad İbrahim Paşa gibi sanat ve bilime önem veren bir devlet adamı, diğer yanda III. Ahmed gibi kendisi de sanat ehli olan bir padişah el ele verip Lale Devri'nin sosyal, kültürel ve sanatsal zeminini inşa ederler.

Uzun süren savaşlardan bunalan Osmanlı halkı ve yönetimi, 1718'de imzalanan Pasarofça Antlaşması sonrasında biraz olsun nefes alacaktır. İbrahim Paşa bir süre sonra sefahat ve eğlence alemlerine daldığı için eleştirilecekse de, bilimsel faaliyetlere önem vererek, zamanın şair ve sanatkârlarını gözeterek edebiyata altın bir devir yaşatmıştır. İstanbul'u güzelleştirmek için çalıştığı da unutulmamalıdır.

İbrahim Paşa'nın bir yandan İslam dünyasında, diğer yandan Avrupa'da kaleme alınan önemli kitapları Türkçeye tercüme faaliyeti başlattığını biliyoruz. Bilim adamlarını, yazarları ve şairleri, Levnî gibi nakkaşları eser vermeye teşvik ettiğini de...

Ancak Lale Devri'nde dikkat çekici bilimsel çalışma ve icatların da gerçekleştiğine dikkat çekmemiz gerekir. Bunlardan Tersane Mimarı İbrahim Efendi'nin 'tahtelbahir' ismini verdiği icat ile Humbaracılar sınıfı kalfası Bayramoğlu Ali Ağa'nın icat ettiği ateşli silah ve roketler gözden kaçmış Lale Devri başarılarıdır.

Timsah misali ilk denizaltımız

Eğlence amaçlı hazırlandığını bildiğimiz ilk denizaltı gemimizle ilgili bilgilere hem Mehmed Hâzînî'nin, hem de Vehbî'nin Surnâme'lerinde rastlarız. Bu harikulade icadı timsaha benzeten şair Seyyid Vehbî, III. Ahmed'in şehzadeleri Süleyman, Mustafa, Mehmed ve Bayezid'in sünnet düğünleri vesilesiyle 1 Ekim 1720 günkü eğlence ve gösterileri resimleyip anlattığı Surnâme-i Vehbî'de onu şu şekilde tasvir eder:

 Kültürün bir unsuru olan şenlikler, Osmanlı Devleti'nde geleneklerin devam etmesi ve halkın birlik, beraberlik duygusunun oluşup gelişmesi yönünden önem göstermektedir. Ayrıca şenliklerde yapılan gösteriler sayesinde, halka ve gelen yabancı konuklara devletin gücü de gösterilmektedir.

“Düğünün son günlerinden bir gün Haliç'te padişah, vezirler ve şehzadeler Aynalıkavak'taki sahil sarayında gösterileri seyrederken Haliç'in yüzü kayıklarla örtülmüştü. Kürekleri kımıldatmanın imkânı yoktu. Gemilerin üzeri mahşer gibiydi. Bu gösteride Mimar İbrahim Ağa'nın yaptığı gemi büyüklüğündeki bir timsah modeli, üst çenesini açıp kapayarak yarım saat kadar deniz yüzünde dolaştıktan sonra denize daldı. Zevkle seyredilen bu gösteri çok takdir toplamıştı. Fakat timsah bir saat sonra battığı yerden tekrar deniz yüzüne çıkınca takdirler bu sefer hayrete dönüştü. Timsah ağzını açıp durdu, rengârenk kıyafetli, başlarında pilav ve zerde taşıyan beş kişi timsahın ağzından çıktı…

Vehbî, denizaltının denize dalışı ve mürettebatın kamış borular yardımıyla hava alışı hakkında bazı teknik bilgiler de aktarır. Hâzînî de Surnâme'sinde balığa benzer bir denizaltıdan bahseder.

Gerek Vehbî'nin, gerekse Hâzînî'nin verdiği bilgiler, denizaltı gemisi icadına Osmanlıların çok da yabancı olmadıklarını gösterir. İngiliz Mühendis Day'in 1774'te yaptığı küçük denizaltıyı denedikten sonra inşa ettiği daha büyük bir denizaltı ile su yüzüne çıkamadan öldüğü göz önüne alınırsa, Osmanlıların bu alanda ne denli büyük bir başarı yakaladıkları ortaya çıkar.

İlk başarılı denizaltı çalışmasının 1776'da Amerikalı mühendis David Bushnell tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz. Gerek Day'in, gerekse Bushnell'in, İbrahim Efendi'nin icadından haberdar olup olmadığı şimdilik sırrını korumaktadır.

Kuş bakışı savaş sahnesi Humbaracı Ocağı'nın 2. halifesi olan Ali Ağa, Ümmü'l-Gaza fî Tedbîri'l-Harb ve Levazimihâ isimli eserinde yer verdiği bu çalışmada, bir savaş sahnesini, hangi silahın nereye yerleştirileceğini ve nasıl kullanılacağını, metrislerin (toprak siperler) nereye kazılacağını canlı ve çarpıcı biçimde tasvir eder.

Ancak nasıl bugün bütün devletlerin gözü Amerika'nın üzerindeyse, 18. yüzyıl başında da dünyanın süper güçlerinden biri olan Osmanlı Devleti takip ediliyordu. Özellikle Venedikli elçi ve tüccarlar Osmanlılardaki yeni gelişmeleri -bu arada askerî faaliyetleri de- ajanları vasıtasıyla Avrupa devletlerine taşımaktaydılar. Denizaltı yapımı gibi sıradışı bir gelişmeyi aktarmalarına şaşmamak gerekir.

Mesela başta Venedik balyosları (Frenk, özellikle de Venedik elçileri) olmak üzere İstanbul'daki elçiler, Haliç'te kayıkla gezinti yapma bahanesiyle tersanedeki faaliyetleri gözlemliyor; bilgileri adamları vasıtasıyla ülkelerine ulaştırarak, Osmanlı'nın deniz gücüne karşı tedbir alınmasını sağlamaya çalışıyorlardı.

İlk icat edilen roketler

Lale Devri'nde yine Humbaracı Ocağı halifesi (kalfası) Ali Ağa Ümmü'l-Gazâ fî Tedbîri'l-Harb ve Levazimihâ (TSM, B 368) adlı eserinde savaş sanatı ve levazımatından, kendi icadı olan silahlardan ve aletlerden bahseder. Kendisinin bu devirde yapılan savaşlarda ne tür görevlerde bulunduğunu açıklar, sonra top çeşitleri ve havanlarını tanıtarak alınması gereken tedbirlerden söz eder. Temeşvar gibi kalelerin alınması sırasında yapılan istihkâmları anlatır. Ayrıca savaşlardaki başarısızlıkları silah icadı ve geliştirilmesindeki duraklamaya atfederek padişaha yeni silahlar üretilmesini tavsiye eder.

Lale Devri'nin havai fişekli sünnet düğünü III. Ahmed'in şehzadelerinin sünnet düğünü vesilesiyle yapılan havai fişek gösterisini tasvir eden bir minyatür...

Silahlar konusunda pek az eserin yazıldığı Osmanlı dünyasında böyle bir eserin bulunup yeni icat edilen silahların resimleriyle birlikte sunulması son derece şaşırtıcıdır.

Ali Ağa'nın icat ettiği silahlardan biri, kale kuşatmalarında kullanılan 'tulumba' adlı roketlerdir. Eserinde resimlerini de verdiği roketlerin tariflerini ayrıntılı bir şekilde yapar. Bunlar 11-12 arşın (7-8 metre) boyunda olup çapını bir insan güçlükle kucaklayabilir. Bu yeni silahın resimlerini çizerek etkisinin ne kadar büyük olduğunu ifade eder. Ayrıca eskiden kullanılan tulumbaların az ateş saçtığını ve 'tüfek' (kastedilen şeyin el bombası büyüklüğündeki patlayıcılar olduğu anlaşılıyor) atmadığını belirtir. Eski tulumbalar ile kendi icadının resimlerini yan yana koyarak, kendisine ait olanın ne kadar etkin olduğunu anlatır:

“Bir tulumba icat eylemişimdir, zira humbaracılarımızın kullandıgı tulumba ancak ateş saçar amma mezbur tulumba hem ateş saçar ve hem beşer onar tüfenkler var içinde, kurşun atar."

Bu silahın savaşlarda, özellikle kale kuşatmalarında etkili olduğunu ifade ettikten sonra son derece faydalı bir icat olduğunu söylemeyi ihmal etmez.

Hesabı şaşırmayan terazi Ali Ağa'nın, asla hata yapmadığını iddia ettiği, havan toplarının atışını isabet ettirmek için balistik ayarında kullanılan terazisi… Soldaki pergelin bugünkü işlevinde kullanıldığı biliniyor. Eski-yeni terazi karşılaştırması Diğer humbaracılar 45 derecelik teraziyi (sağdaki çizimde-altta) kullanmaktayken, 90 derecelik teraziyi (sağdaki çizimde-ortada) icat eden Ali Ağa, eserinde yer verdiği bu resimde kendi icadı olan terazi ile eski teraziyi karşılaştırır.

Ali Ağa icat ettiği bir diğer aleti de “toksan hesabından olmak üzere meydanlı bir terazüdür" diye tarif eder. Bu terazinin asla hata yapmadığını ve hesabı çok net çıkardığını şu sözlerle açıklar:

“Asla tehallüf eylemez ve aldatmaz ve kaçıncı hesabdan ise bildürür, kullanacak şeydür amma şimdiki üstadlar cebinden bir terazü çıkarur, bakar, güyâ ki gizlü bakar, asla kendü dahi bilmez ne meziyetdedür, mademki terazüde meydân yokdur, annanmaz ve hem kırk beş hesabındandur, zira toksan hesabından terazü kimsede yokdur, bu hakir icâd eyledüm ve kimse de bu sanatı bilmezler. Bu dahi birer kârdur. Havânun içinün doğrılığın bildürür. Humbaracılara lazımdur."

Ali Ağa'nın ifadelerine göre bu terazi muhtemelen humbaraların, yani havan toplarının atışını isabet ettirmek için balistik ayarında kullanılırdı. Diğer humbaracılar ancak 45 derecelik bir terazi kullanmaktayken, 90 dereceliğini Ali Ağa icat etmiştir.

'Lale Devri'nin mucidi' sayabileceğimiz Ali Ağa, bir icadını da rüyasında görmüştür. Bu, havan topunun üzerine konulup havan topunun kundağı üzerinde olup olmadığını ölçmeye yarayan bir alettir.

Lale Devri'ni eğlence hayatı ve zarif çiçeğiyle hatırlamaya devam edelim ama icatlarını da yabana atmayalım. Velhasıl Lale Devri adeta yitik bir hazine gibi üzerine dikkat ve titizlikle eğilecek araştırmacıları bekliyor.
  • Bilimsel çalışmalar neden göz ardı edildi?
  • Adı eğlence ile özdeşleştirilen Lale Devri'nde İbrahim veya Ali Ağa gibilerin icatlarının gözden kaçması ilginçtir. Evliya Çelebi'nin yazdığına göre Lale Devri'nden önce de IV. Murad devrinde kanat takarak Galata Kulesi'nden Üsküdar'a başarılı bir uçuş gerçekleştiren Hezarfen Ahmed Çelebi ile ilk insanlı roket denemesini yapan Lagarî Hasan Çelebi'nin başarıları, gösteri kapsamında değerlendirildiğinden olacak, dönemin bilim adamlarının dikkatini yeterince çekmemiştir. Oysa bunların önemli birer bilimsel icat olduğu açıktır. Diğer yandan, bu icatların değerlendirilmeyişini de fazlaca eleştirmeye gerek yoktur. Zira önemleri kavranamamış, ayrıca pratikte kullanılmalarını sağlayacak bir ortam da oluşmamıştır.