Hava öfkesi: 30 bin feette insanlığın kırılganlığı

Hava öfkesi: 30 bin feette insanlığın kırılganlığı
Hava öfkesi: 30 bin feette insanlığın kırılganlığı

Modern dünyanın en tuhaf ritüellerinden biri şu: Havalimanına giriyorsun, daha kapıda yüzün geriliyor. Güvenlik sırası, biniş anonsu, koltuk numarası… Derken hiç tanımadığın birine omuz atma eşiğine geliyorsun.

Sonra uçak kalkıyor ve birden, birinin koltuğunu fazla yatırması bile “toplumsal kriz” gibi hissedilmeye başlıyor.

Bu duyguya bir isim veriliyor: Air Rage. Yani hava öfkesi.

Ve rakamlar açık söylüyor: Hava öfkesi, dünyada sessiz bir salgına dönüşmüş durumda.

Hava öfkesi neden artıyor?

Aslında cevap ortada; uçaklar, modern insanın duygusal basınç tenceresi.

Henüz terminale girer girmez şu üç şey aynı anda çalışmaya başlıyor: Kontrol kaybı, stres ve belirsizlik.

Bunların hepsi insan psikolojisinin sevmediği şeyler. Ama mesele sadece uçuş korkusu ya da gecikme stresi değil. Araştırmaların söylediği daha ilginç bir şey var:

Uçaklar, eşitsizliğin en görünür olduğu yer.

İlk sınıf kabininden yürüyüp ekonomi sınıfındaki sıkışıklığa doğru ilerlerken yaşadığımız o “minik huzursuzluk”, sanıldığı kadar masum değilmiş. Bilimsel adı: situational inequality. Yani: “Anlık sınıf farkı farkındalığı.”

Bu bile tek başına öfke seviyesini yükseltebiliyor.

Pandemi sonrası bir patlama yaşandı

ABD Sivil Havacılık Kurumu’nun verileri şöyle:

- 2021’de bildirilmiş hava öfkesi vakaları: 5973 (Pandemi öncesine göre %492 artış!)

- 2023 verisi hala pandemi öncesinin iki katı.

- Küresel ölçekte: Her 568 uçuşta bir olay yaşanıyor.

Neden?

Ertelenen seyahatlerin stresi, dolu uçaklar, gecikmelere karşı düşen tolerans, alkol tüketimi, nikotin yoksunluğu…

Ve hepsinin üstüne: dar koltuklar, sıkışık alanlar, açlık, susuzluk, dip gürültü, uyku eksikliği. Kısacası, insanı insan olmaktan çıkaran bir “mini ekosistem”.

Hava öfkesini tetikleyen şeyler

Uçağın kapısı kapanır kapanmaz başlayan gerilim aslında tek bir sebebe bağlı değil; birbirini tetikleyen küçük streslerin toplamı. Dar koltuk aralıkları, kişisel alanın sürekli ihlali, koltuğun fazla yatması, dizine çarpan tepsi… Beyin bu küçük rahatsızlıkların hepsini “tehlike” olarak okuyor. Üstüne uçuşun gecikip gecikmeyeceği, bagajın yetişip yetişmeyeceği, bağlantı uçuşunun kaçıp kaçmayacağı gibi belirsizlikler eklenince kortizol seviyeleri hızla yükseliyor. Kısacası kabin, daha kalkmadan bir sinir laboratuvarına dönüşüyor.

Bir de görünmez ama etkisi çok güçlü bir dinamik var: eşitsizlik. Uçağa binerken first class koltuklarının içinden geçmek, beyne adaletsizliği hatırlatıyor; bazı yolcular için bu duygu öfkeyi tetikleyebiliyor. Buna alkolün gevşettiği fren mekanizması ve uzun saatler süren nikotin yoksunluğu eklenince, davranışlar daha öngörülemez hale geliyor.

Peki bu öfke döngüsü nasıl kırılır?

Havayolları “No Excuse for Abuse” gibi kampanyalarla çözmeye çalışıyor. Ama uzmanlara göre çözümün yarısı gökyüzünde değil, uçak kalkmadan önce.

En basiti: acele etmemek. Çünkü kapıya koşarak varmak stres hormonlarını iki katına çıkarıyor. Kabinde ise en kritik nokta kişisel alan. Koltuğu yatırmadan önce soracağınız tek bir cümle “Yatırmamda sakınca var mı?” kabin içi tansiyonunu sıfıra indiriyor. Kendi alanını korurken başkasınınkine saygı duymak, sandığımızdan daha büyük bir fark yaratıyor. Ve belki de en işe yarayan şey, uçmanın hiçbir zaman tam anlamıyla konforlu bir deneyim olmadığını kabul etmek. Beklentiyi doğru kurunca, öfke de yerini anlayışa bırakıyor.

Gökyüzü bize ne öğretiyor?

Hava öfkesi bize aslında basit bir şeyi hatırlatıyor; uçmak aynı zamanda küçücük bir alanda birlikte var olabilme sınavı. Aynı tüpün içinde, aynı kaderi paylaşıyoruz. Kimi korkuyor, kimi acele ediyor, kimi sadece eve varmak istiyor. Bu yüzden gerçek konfor bazen geniş koltukta ya da iyi ikramda değil; yan yana oturan insanların kurduğu o küçük, görünmez nezaket anlaşmalarında saklı. Uçak yolculuğu, modern hayatın en ilginç aynalarından biri belki de; sabırsızlığımızı da gösteriyor, dayanışma ihtiyacımızı da. Ve gökyüzünde sakin kalmayı başarıyorsak, yerde çok şey daha kolay olur gibi.