Sanat mekanı yeniden tarif ediliyor: Beyeler’in ‘Botanik Küratör’ hamlesi ne anlama geliyor?

Sanat mekanı yeniden tarif ediliyor: Beyeler’in ‘Botanik Küratör’ hamlesi ne anlama geliyor?
Sanat mekanı yeniden tarif ediliyor: Beyeler’in ‘Botanik Küratör’ hamlesi ne anlama geliyor?

Müzeler uzun zamandır “beyaz küp”ün güvenli sınırlarında nefes alıyordu. O duvarların dışındaki dünya ise çoğu zaman sadece bir manzara, bir fon, bir ara alan… İsviçre’de Fondation Beyeler, Chanel Culture Fund’ın desteğiyle, bugünlerde ezberi bozdu ve sanat kurumlarının ekosistemle ilişkisini baştan yazan bir adım attı: Dünyanın ilk botanik küratörünü göreve getirdi.

Bu unvan kulağa romantik bir jest gibi gelebilir ama aslında çok daha köklü bir kırılmaya işaret ediyor. Doğa artık müzenin kenarında duran bir dekor değil, koleksiyonun bir parçası.

Müzenin bahçesi, yeni sergi salonu

Basel yakınlarındaki Riehen’de yer alan Fondation Beyeler, yıllardır doğayla kurduğu ilişkiyle ayırt edilir. Renzo Piano’nun tasarladığı yapı, yüzyıllık ağaçlar ve nilüferli göletlerle çevrili; mimari ile peyzaj arasında görünmez bir sınır vardır.

Bu sınır, 1998’de Christo’nun 178 ağacı kumaşla sarmasıyla ilk kez görünür şekilde esnemişti. Ardından Olafur Eliasson’un müze cephesini kaldırıp dışarıdaki göleti içeri taşıdığı o ikonik iş geldi. Beyeler’in “peyzajı da bir sergi alanı” olarak görmesi yeni değil; fakat bunu kurumsal bir role dönüştürmesi kesinlikle yeni.

Rahel Kesselring: Bitkileri “eser” gibi düşünen küratör

Humboldt Üniversitesi’nde rewilding ve regenerasyon üzerine çalışan araştırmacı Rahel Kesselring, 1 Kasım itibarıyla göreve başladı. Görevi; peyzajı yaşayan bir sergi alanı olarak okumak, flora ve faunayı müzenin kültürel programıyla ilişkilendirmek ve ekoloji temelli kamusal programlar geliştirmek.

Kesselring’in yaklaşımı net: “İçinde yaşadığımız kültür, bitkiler tarafından inşa edildi. Onlarla ilişkimizi yeniden düşünmek zorundayız.”

Bu cümle, küratörlüğü duvarların dışına taşırırken sanat kurumlarının ekolojik sorumluluğunu da masaya koyuyor.

Chanel neden bu işbirliğinde?

Pozisyonun resmi adı “Chanel Botanical Curator.” Moda markalarının sanat dünyasına desteği alışıldık bir durum ama Chanel burada farklı bir politika izliyor. Gala, parti, lansman değil; uzun soluklu, dönüşüm odaklı projeler…

Beş yıldır faaliyet gösteren Chanel Culture Fund, Çin’deki Power Station of Art’ın yenilenmesine, São Paulo’da kadın sanatçılar için rezidans programına, ABD’de CalArts’ta sanat-teknoloji merkezinin kurulmasına destek veriyor. Kısacası marka, kültürel altyapıya yatırım yapıyor ve bunu görünürlük amaçlı bir sponsorluktan ziyade kamusal bir katkı olarak konumlandırıyor.

Chanel Arts & Culture Başkanı Yana Peel bunu şöyle özetliyor:

“Amacımız kısa süreli parlamalar değil; kültürel yapılarda kalıcı dönüşüm yaratmak.”

Yeni küratörlük modeli: Bahçe de bir sergi

Bu atama, müzelerin çok uzun süredir ertelediği bir soruyla yüzleştiriyor bizi. Sanat mekânı nerede başlar, nerede biter?

Beyeler’in parkı, zaten Christo’dan Olafur Eliasson’a, Fujiko Nakaya’dan Precious Okoyomon’a birçok sanatçının doğrudan müdahale ettiği bir alan. Şimdi ise müze, bu etkileşimi bir politikaya dönüştürüyor. Peyzaj artık pasif bir alan değil; yaşayan, değişen, kürate edilebilir bir “eser.” Müze direktörü Sam Keller’ın sözleri bu yaklaşımın altını çiziyor:

“Doğa, yaptığımız işin arka planı değil; canlı bir parçası.”

Daha geniş bir soru: Müzeler bundan sonra neyi kürate edecek?

Bu adım, sadece Beyeler’in değil, küresel sanat dünyasının geleceğine dair bir ipucu taşıyor. Koleksiyonlar artık sadece tuval, taş, pigment, video değil; toprak, yosun, su, rüzgar da küratöryel bir dile sahip olabilir. Bu, müzelerin yavaş yavaş sürdürülebilirlik çağının kurumlarına dönüşmesi demek.

Belki de bundan birkaç yıl sonra, bir müze gezisine çıktığımızda “yeni sergi hangisiydi?” sorusuyla birlikte “bahçede bugün ne açmış?” diye de soracağız.