Bir zamanlar dostken

Bush hükümetinde Savunma Bakanı olacak olan Donald Rumsfeld, devireceği Saddam Hüseyin ile Bağdat'ta el sıkışıyor, 20 Aralık 1983.
Bush hükümetinde Savunma Bakanı olacak olan Donald Rumsfeld, devireceği Saddam Hüseyin ile Bağdat'ta el sıkışıyor, 20 Aralık 1983.

1983 yılında ABD Başkanı Ronald Reagan’ın özel temsilcisi olarak Bağdat’a giden Donald Rumsfeld, Saddam Hüseyin ile “ortak çıkarlar” üzerine bir görüşme yapmıştı. İkilinin el sıkıştığı bu fotoğraf daha sonraki yıllarda Irak’ın işgalinin en ateşli savunucularından biri olan Rumsfeld’i bir hayalet gibi takip etti.

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalini Başkan George Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile birlikte en ateşli şekilde savunan isim, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’di. İşgal başlamadan, Dışişleri Bakanı Colin Powell ile birlikte her mecrada Irak’ın sahip olduğunu iddia ettiği “kitle imha silahlarından” ve Saddam Hüseyin’in ne kadar tehlikeli biri olduğundan bahsediyordu. Ancak her ne kadar medyanın da yardımıyla işgal yanlısı çığırtkanlıklar bütün muhalif sesleri bastırmaya çalışsa da

1983 tarihli bir fotoğrafın hayaleti, Rumsfeld’i sürekli takip ediyordu.

1980 yılında başlayan Irak-İran Savaşı'nda ABD için pozisyon almak biraz güç olmuştu. Bir tarafta, birkaç yılı önce Filistinli gruplarla ilişkisi nedeniyle “terörü destekleyen ülkeler” listesine aldığı Irak, diğer tarafta da bir yıl önceki devrim ve akabinde yaşanan rehine krizi nedeniyle, şahlık dönemindeki üst düzey ilişkilerinin bir anda alt üst olduğu İran vardı. Henry Kissinger, daha sonraları ABD politikasının ne olması gerektiğiyle ilgili bu çıkmazı “Ne yazık ki ikisi de kaybedemez” şeklinde tarif edecekti.

Ancak 1982 yılına gelindiğinde, İran’ın savaşın ilk başlarındaki şoku atlatıp karşı saldırılara başlamasıyla, ABD’nin savaşa bakışı da bir miktar değişti.

1982 yılında Başkan Ronald Reagan tarafından alelacele “teröre destek veren ülkeler”listesinden çıkartılan Irak’a yüklü miktarda borç sağlandı. Ayrıca ABD, kendi ulusal güvenlik belgelerine göre, Bağdat’ın diğer uluslararası kuruluşlardan da kredi alabilmesi için çaba sarf etti. Aynı zamanda ülkenin savaştaki resmi “tarafsızlık” pozisyonuna aykırı olarak Irak’a istihbarat desteği ve askeri yardım sağlanmaya başladı.

Reagan ayrıca, o sırada uluslararası bir ilaç şirketi sahibi olan Donald Rumsfeld’i de özel temsilcisi olarak Saddam Hüseyin’le görüşmek üzere Irak’a gönderdi. ABD belgelerine göre ikili, “İran ve Suriye’ye karşı ortak çıkarları ve Irak petrolünün taşınması için alternatif yollar bulma çabalarını”ele aldı.

  • 21 Eylül 2002’de CNN’e verdiği bir röportajda, Saddam’la görüşmesi sorulan Rumsfeld, toplantıda Saddam’ı kimyasal silah kullanmaması konusunda uyardığını iddia edecekti. Ne var ki, ABD belgelerinde ikili arasında bu konunun gündeme bile gelmediği ortaya çıktı.

Oysa savaş yıllarında Irak’ın hem İran’a karşı hem de ülkenin kuzeyindeki Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığı tüm uluslararası toplum tarafından biliniyordu. ABD’nin Dışişleri Bakanlığı da Saddam yönetiminin “kimyasal silahlar konuşlandırabildiğini ve kullanabildiğini, ve muhtemelen daha sonra kullanmak üzere büyük bir kimyasal silah rezervi oluşturduğunu” söylüyordu.

2003 yılında başlayan işgal, yüzbinlerce Iraklının ölümüne ve ABD için yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık bir faturaya mal oldu. 2011 yılında yayınladığı otobiyografisinde Rumsfeld, tıpkı dönemin diğer ABD’li yetkilileri gibi herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyip işgali savunarak “dünyayı daha güvenli bir hale getirdiğini” söyledi. ABD’nin Irak’ın kimyasal silahlara sahip olduğunu bildiği zaman onu desteklemesi, kimyasal silahlara sahip olmadığı zamansa olduğunu iddia edip işgal etmesi, Batı ülkelerine has iki yüzlülüğü yansıttı. Tıpkı, bu destek sürerken Saddam’ın kimyasal saldırılarına maruz kalan Kürtlerin, daha sonra bölgede ABD’nin en yakın müttefiklerinden birine dönüşmesinin Ortadoğu’ya özgü tutarsızlıkları yansıtması gibi.