Gazze’de yardım bekleyen sivillere İsrail topçu ateşi

İsrail Gazze'ye saldırılarını başlattığı 7 Ekim'den bu yana insanî yardım bekleyen sivilleri hedef almaya devam ediyor.
İsrail Gazze'ye saldırılarını başlattığı 7 Ekim'den bu yana insanî yardım bekleyen sivilleri hedef almaya devam ediyor.

İsrail Ordusu'nın üst düzey subayları, Haaretz'in ifşasının ardından Gazze'de insanî yardım dağıtım noktalarına yaklaşan sivillere yönelik gerçekleştirilen saldırıların "hesapsız" ve "hatalı" topçu atışları sonucu gerçekleştiğini kabul etti.

Gazze Şeridi’nde aylardır süren İsrail saldırılarının son halkası, uluslararası hukuku ve insan haklarını bir kez daha hiçe sayan bir tabloyu ortaya koydu. İsrail’in saygın gazetelerinden Haaretz’in 30 Haziran 2025 tarihli özel haberine göre (https://www.haaretz.com/israel...), İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) üst düzey komutanları, son haftalarda insanî yardım dağıtım noktalarına yaklaşan sivillere yönelik gerçekleştirilen saldırıların "hesapsız" ve "hatalı" topçu atışları sonucu gerçekleştiğini kabul etti. Bu açıklama, daha önce IDF mensubu askerlerin Haaretz’e verdiği ifadelerle gündeme gelen ve sivillere bilinçli ateş açıldığını belirten iddiaları doğrulamış oldu.

"Üst düzey İsrail Ordusu subayları, Haaretz'in ifşasının ardından Gazze'deki yardım arayanlara yönelik 'hesaplanmamış' ateşi kabul etti"
"Üst düzey İsrail Ordusu subayları, Haaretz'in ifşasının ardından Gazze'deki yardım arayanlara yönelik 'hesaplanmamış' ateşi kabul etti"
  • Haberin merkezinde yer alan gerçek oldukça net: Yardım almak için toplanan Filistinli sivillere yönelik ateş açıldı. İsrail ordusu, Gazze’nin farklı bölgelerinde, özellikle de yardım dağıtım noktalarında güvenliği sağlamak bahanesiyle topçu birliklerini devreye soktu. Ancak bu “güvenlik” gerekçesi altında gerçekleştirilen saldırılar, sivilleri hedef aldı.

IDF Güney Komutanlığı yetkilileri, 30 ila 40 kişilik bir sivil grubun hedef alındığını, bu grubun içinde ölenler ve ağır yaralananlar bulunduğunu itiraf etti.

Olayın basına yansımasının ardından IDF Sözcülüğü, önce iddiaları doğrudan reddetmeyen bir açıklama yaptı. Ardından gelen ikinci açıklamada ise “IDF’nin sivillere, özellikle de yardım dağıtım noktalarına yaklaşanlara kasıtlı ateş açılmasını asla emretmediği” ileri sürüldü. Ancak bu açıklama, hem iç kamuoyunda hem de uluslararası alanda ikna edici bulunmadı. Çünkü IDF içindeki kimi askerler ve subaylar, isim vermeden verdikleri ifadelerde, sivillere yönelik ateşin “düzenli ve sistematik” olduğunu belirtiyordu.

İsrail’in “Gideon’un Arabaları Operasyonu” adını verdiği saldırı süreci, aslında bir askerî operasyon olmanın çok ötesine geçti. BM İnsan Hakları Konseyi’nin daha önce yayımladığı raporlarda da belirtildiği üzere, Gazze’deki sivil altyapının kasten hedef alınması, yardım konvoylarının vurulması ve temel yaşam alanlarının bombalanması, savaş suçu kapsamına giriyor.

  • IDF yetkililerinin kendileri bile, mevcut saldırıların Gazze’deki insanî düzeni tamamen çökerttiğini itiraf etti. Yardım konvoyları aşiretlerce yağmalanıyor, teslimatlar büyük ölçüde başarısız oluyor, IDF ise sadece yardımların sınırdan girişinden sorumlu olduğunu söyleyerek sorumluluktan kaçıyor.

Amerikalı özel şirket SRS üzerinden yürütülen yardım dağıtımları da sorunlu bir sürece dönüştü. IDF, Tel es-Sultan’daki yardım dağıtım merkezini “sivillerle sürtüşmeyi azaltmak” gerekçesiyle kapatıp yeni bir merkez açtı. Ancak sahada yaşanan kaotik durum, yardım noktası değiştirmenin değil, yardım politikasının kendisinin sorunlu olduğunu gösterdi. Özellikle Gazze’nin kuzeyine yardım akışının durdurulması, en çok yoksul sivilleri etkiledi.

Ayrıca IDF yetkilileri, yardım fonlarını yöneten uluslararası kuruluşları da hedef aldı. Bu kuruluşların “bilinçli olarak yardım sürecini sabote etmeye çalıştıklarını” iddia eden IDF yetkilileri, iş birliği çağrısında bulunsa da pratikte sahadaki güvenliğin sağlanamadığı açıkça görülüyor. Yardım çalışanlarının can güvenliği tehdit altında, siviller ise açlıkla karşı karşıya.

Bu son gelişme, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye uyguladığı sistematik askerî operasyonların yeni bir boyutunu daha gözler önüne serdi. Artık sadece Hamas ya da diğer silahlı unsurlar değil, doğrudan sivil halk da hedef alınıyor. İsrail’in bu saldırılarda sivil-asker ayrımı gözetmediği, insan hakları savunucularınca uzun süredir dile getiriliyor. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve BM raportörleri, Gazze’deki saldırıların kapsamı ve etkileri üzerine çok sayıda belge yayımladı.

Savaşın ekonomik ve sosyal etkileri de yıkıcı. Un fiyatlarının düştüğü gibi IDF kaynaklarından gelen bilgiler, sanki Gazze’de her şey yolundaymış izlenimi vermeye çalışsa da, sahadan gelen bilgiler bunun tam tersini gösteriyor. Uluslararası Kızılhaç Komitesi, bölgede açlık ve susuzluğun ciddi boyutlara ulaştığını bildirdi. Elektrik ve sağlık hizmetlerine erişim neredeyse imkânsız hale geldi. Bu koşullarda yardım almak için toplanan insanların, yardımın kendisinden önce ölümle karşılaşmaları, krizin en dramatik yönlerinden biri.

Tüm bu gelişmeler, İsrail ordusunun Gazze’de yürüttüğü operasyonların artık hiçbir uluslararası kural çerçevesine uymadığını, kendi komutanlarının bile artık bunu inkâr edemediğini ortaya koyuyor. “Hesapsız ateş” olarak tanımlanan saldırılar, sadece bir askerî hatadan ibaret değil. Bu, sistematik bir ihmalin, sivil yaşamı yok sayan bir politikanın sonucudur. Bu saldırıların “kasıtlı değil” diye tanımlanması ise uluslararası toplumu yatıştırmaya yönelik bir diplomatik manevradan ibarettir.

  • İsrail’in iç kamuoyunda ise bu olaylar büyük tartışmalara yol açtı. Gazze operasyonuna karşı çıkan bazı muhalif milletvekilleri, IDF içindeki itirafların soruşturulması çağrısında bulundu. İsrail basınında yer alan yorumlarda, hükümetin Gazze politikasının ülkeyi yalnızlaştırdığı, ahlakî ve siyasî olarak tükenmiş bir noktaya sürüklediği ifade edildi.

Netice olarak, Gazze’de yardım bekleyen sivillere yönelik saldırılar, yalnızca bir savaşın değil, insanlığın vicdanının da sınandığı bir dönemi işaret ediyor. Hesapsız ve sorumsuzca kullanılan her top mermisi, sadece can almıyor; aynı zamanda uluslararası hukuka, insani değerler sistemine ve bölge halklarının geleceğine de büyük bir darbe indiriyor.