İstanbul’dan iki arkadaş yola çıktığımızda akşam saatleriydi. Hatay’da İHH’nın misafirhanesine yerleştik ve sabahı beklemeye koyulduk. Amacımız, eğitime devam edemeyen binlerce öğrenci için açılacak çadır okul projesini gezmek. Proje çok basit; okula devam edemeyen öğrenciler için çadır okullar kur, bir yıl eğitim ver ve mezun et. Durum dışarıdan pek belli olmasa da Suriye’de eğitim sorunu ciddi boyutlarda. Binlerce genç okuma yazma dahi bilmeden hayatına devam etmeye çalışıyor.
Sabah erkenden kahvaltımızı yaptık ve yola koyulduk. Kafamızda belirli bir yer yoktu. Rehberimize bizi çocukların olduğu bir yere götürmesini söyledim. “Killi’ye gidelim. Oraya yeni yerleştiler. Çocuklar zor durumda” diye cevap verdi. Böyle bir cevap karşısında aklınıza bir çok kötü manzara gelebilir. Ama Killi’de yaşayan çocukların durumu o manzaraların tamamından kötüydü. Gruplar halinde zeytin ağaçlarının altına oturmuş öğretmenlerinin söylediklerini tekrarlıyorlardı. Kapalı bir alan olmadığı için hepsinin üzeri toz ve toprak olmuş. Tam sayamadım ama en az 3 grup vardı. Ne yaptıklarını sordum. “Her bir zeytin ağacı gölgesinin bir sınıf olduğunu, bu şekilde eğitim aldıklarını” söyledi rehberimiz.
Selam verdikten sonra bir derse kulak verdim. Bir grup İngilizce alfabeyi öğrenirken, diğer grup Fatiha’yı okuyordu. Düzensiz ve sistemsiz bir eğitim. Sınıf ayrımı yok. Bir sınıfta 7 yaşından 13 yaşına kadar çocukla karşılaşmak mümkün.
+Burada kaç çocuk var?
-Tam bilmiyorum ama 600 aile yaşıyor, en az 2 bin çocuk vardır.
Daha soruyu sorar sormaz onlarca çocuk etrafımı sardı. Çoğu bombardımandan kaçmış, Kille’ye yerleşeli iki ay olmuş. Çocuklara hikayelerini sordum. Savaş başladığında 2 en fazla 3 yaşında olan çocukların bazıları okuma yazma bilmiyor. Hepsi aynı dertten muzdarip: Bombalardan kaçarken okulları yarım kalmış.
Bir sınıfta içlerinde diğer çocuklara göre daha büyük gösteren Fatma’yı gördüm. 12 yaşındaymış. Okumayı çat pat biliyor. Normalde beşinci sınıfa gitmesi gerekirken o birinci sınıfı henüz bitirmiş. Okula niye devam edemediğini sordum: “Çalışıyorum. Bir de sürekli göç ediyoruz” dedi. Bunu söyleyen sadece o değil. Bu şekilde 3 çocukla daha konuştum; Zeyn, Muhammed ve Lamis. Fatma okuma ve yazmayı biraz biliyor fakat diğer 3 çocuk hiç bilmiyor.
Anlattığına göre Zeyn altı yaşından beri bombalardan kaçıyor. Okula başlamış ama hep yarıda kalmış. Aslında matematik dersinden hoşlanıyormuş. Matematik öğretmeni olmak istiyor. Hayalleri yok değil, hepsinin hayali var. Kimi öğretmen, kimi doktor olmak istiyor. Ama imkanları yok. Hayallerini ertelemek zorunda kalıyorlar.
Susadım, bir bardak şerbet getirdiler. İçine buz da atmışlar. Bu insanların misafirperviliği dudağınızı uçuklatır. Bizi çadıra davet eden Zeyn’in annesi bir yandan aylardır et yemediğini söylerken diğer yandan çay ikram etmeye hazırlanıyor. İkram için hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyorlar sanki. İstemeyince de hüzünleniyorlar, yüzleri düşüyor. İkram etmek ne kadar güzel bir şeyse, ikramı geri çevirmek o kadar kötü bir şey onlar için. Bunu çok geçmeden anladığım için mutluyum. Zaten hayatları hüzünle dolu bu insanları üzmeyi hiç istemem.
Suriye benim için tevekkülün ve vakarlı olmanın güzelliğini anladığım yer. İkram ettiğim küçücük bir şeyi dahi diğer arkadaşlarının olmadığı için reddeden çocukların yaşadığı bir cennet. Evet cennet, onlar yokluk içinde en güzel duyguların cennetinde yaşıyor.