Mississippi’den İstanbul’a bir “Siyah Rus”
ABD’nin ırkçı düzeninden kaçıp, 20. yüzyılın başlarında Rusya'da bütün sosyal ve politik çalkantılara şahitlik eden Frederick Thomas’ın İstanbul’da sona eren hayatı, sıra dışı bir yaşam öyküsü sunuyor.
Tarihte bazı hikâyeler, kimsenin zihninde kolay kolay tasarlayamayacağı enteresanlıkta olduğundan “kurgu olmak için fazla garip” olarak nitelendirilebilir. Eğer bir romancı, 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. yüzyılın başlarında biten bir hikâye yazmak istese, ABD’nin Mississipi eyaletinde azat edilmiş köle bir ailenin çocuğu olarak doğan birinin, İstanbul’un soğuk zindanlarında, müflis bir gazinocu olarak biten hikâyesini yazmak herhalde aklına gelmezdi.
Kurgu olmak için bile şaşırtıcı bu hikâye, Frederick Bruce Thomas’ın gerçek yaşam öyküsü. Üstelik Thomas, hayatının başlangıç ve bitiş noktasını teşkil eden bu iki nokta arasında, dünyanın farklı yerlerinde birçok farklı maceraya atılmış. Özellikle uzun yıllar yaşadığı ve “Fyodor Fyodorovich Tomas” olarak bilindiği Rusya’da. Rus asıllı ABD’li akademisyen Vladimir Alexandrov’un titiz bir şekilde dünyanın birçok arşivinde yaptığı çalışmalarla 2013 yazdığı “Siyah Rus” kitabı, Thomas’ın hikâyesini oldukça popüler hale getirmiştir.
İç savaşın ardından
Frederick Bruce 1872 yılında, anne-babası Hannah ve Lewis Thomas’ın yaşadığı ABD’nin Mississippi eyaletindeki Coahoma County şehrinde dünyaya gözlerini açtı. İlk adının, köleliğin kaldırılmasını savunan ünlü yazar ve devlet adamı Frederick Douglass’tan, ikinci adının ise 1874’te ABD Senatosu’na seçilen ilk siyah olan Blanche K. Bruce’tan geldiği tahmin edilmektedir. 1861-1865 yıllarında yaşanan ABD İç Savaşı’nın başlangıcına kadar köle olan Hannah ve Lewis, daha sonra yaptıkları başarılı atılımlarla yaşadıkları bölgede siyahi olup toprak sahibi olan çok küçük bir azınlığa dahil olmuştu. Frederick’in babası Lewis’in, eşi Hannah’la ve o öldükten sonra evlendiği Frederick’in üvey annesi India’yla 17 sene boyunca edindiği servet ve geniş topraklar, William H. Dickerson adlı beyaz bir toprak sahibinin oyunu sonrasında kendilerinden alındı. Aile daha sonra mahkemeye başvurup kaybettikleri toprakların bir kısmını geri alabildi ancak dava ve temyiz sonuçlanana kadar 8 yıl geçmesi ve Mississippi’nin ABD’nin en ırkçı yerlerinden birine dönüşmesi sonucu Tennessee eyaletindeki Memphis şehrine gittiler. 1890 yılında Frederick’in babası Lewis’in kiracısı tarafından öldürülmesi, genç adamın hayatındaki ilk kırılmalardan birini gerçekleştirdi. Babası öldürüldükten bir hafta sonra Frederick, üvey annesi India’nın yanında ayrılarak Arkansas eyaletine gitti.
Amerika’da farklı tecrübeler
Bir köle eyaleti olagelen Arkansas, pamuk ve mısıra dayalı ekonomisiyle Frederick’in doğduğu Mississippi’nin Delta bölgesine oldukça benziyordu. Genç adam bu yüzden daha kuzeye giderek, Missouri eyaletindeki St. Louis şehrinde şansını denemeye karar verdi. Orada kısa süre yaşadıktan sonra, o zamanlar 1,1 milyon nüfusuyla ABD’nin New York’tan sonra ikinci büyük kenti ve modern bir metropolis olan Chicago’ya geçti.
O yıllarda nüfusunun yüzde 78’inin ABD dışında doğduğu veya anne babasının yabancı olduğu Chicago, tek kelime İngilizce duymadan koca bir günün geçirilebileceği bir şehir haline gelmişti. Yine de siyahi nüfus, Chicago’nun yalnızca yaklaşık yüzde 1’ini oluşturuyordu. Frederick bir çiçekçinin yanında çırak olarak işe başladı.
- Burada bir seneye yakın çalışan siyahi adam, sonraki 20 yıl boyunca onu ayakta tutacak ve sonrasında büyük bir servet kazandıracak “garsonluk” mesleğine giriş yaptı.
Bir buçuk yıl kadar Chicago’nun en lüks otellerinde bu mesleği icra ettikten sonra New York’a gitmek üzere oradan da ayrıldı. Henüz 21 yaşındayken New York’ta ünlü bir otelde baş komi olarak çalışan genç adam, bir siyahinin ABD’de gelebileceği en yüksek noktalara gelmeye başlamıştı. Bundan sonra kısa bir süreliğine bir iş adamının özel uşağı oldu. Ancak müzik tutkusu nedeniyle, tanıdığı bir öğretmenin tavsiyesi üzerine Londra’ya gidip, şarkıcı olarak şansını denemeye karar verdi.
Avrupa’ya merhaba!
Frederick, dünyanın İngilizce konuşulan en büyük ikinci kentinden birincisine doğru yol almıştı. Lisanda ufak tefek farklılıklar olsa da asıl değişiklik, bir siyahi olarak kendisine yapılan muameledeydi. Frederick Londra’da, beyazlardan merak, ilgi ve hatta zaman zaman sevgi gördü. Burada, hayal ettiği üzere bir müzik konservatuvarı bölümüne başvurdu. Ne var ki çalışmadan sadece okuyacak kadar parası yoktu ve okul da muhtemelen bu gerekçeyle kendisini kabul etmedi.
İleride atılacağı maceralar düşünüldüğünde bu işten hemen vazgeçmesi ve bir daha başka müzik okuluna başvurmaması, Frederick’in de kendi yeteneklerine çok fazla inancı olmadığını göstermiştir. Bu süre zarfında en iyi bildiği garsonluk işine bir süre geri dönen geç adam, yeni bir iş arayışıyla ya da dünyayı daha fazla dolaşma arzusuyla İngiltere’den ayrılıp Fransa’ya gitti.
Doğu'ya doğru yolculuk
Paris’teki emniyet müdürlüğünün kayıtlarına göre 1895 yılında şehre gelen Frederick, her ne kadar burada da siyahilerin Londra’daki gibi kabul gördüğünü fark etse de hayata tutunmak için hemen Fransızca öğrenmesi gerektiğini kavradı. O dönemde “modern kentsel uygarlığın başkenti” sayılan şehirde bir süre çalıştıktan sonra Belçika ve Almanya’da da iş hayatını tecrübe eden genç adam, tekrar Fransa’ya döndü. Burada kendisiyle tanışan ABD’li gazeteci William Drysdale, kendisinin kusursuz Fransızcasından, iyi giyiminden, özgüveni ve yol yordam bilmesinden son derece etkileyici şekilde bahsetmiştir.
- 1898 yılında Doğu serüvenine devam etmeye karar veren Frederick, Monte Carlo’dan ayrılarak sırasıyla Milano, Venedik, Trieste, Viyana ve Budapeşte’ye gitti. Her kentte kolayca iş bulmasının nedeni muhtemelen önceki iş verenlerinden tavsiye mektubu almayı ihmal etmemesiydi.
Ancak aklında çok daha farklı bir macera tasarlayan siyahi adam, Budapeşte’deki Rus konsolosluğuna başvurarak Rus vizesi aldı. Rus görevliler onun ten rengiyle pek ilgilenmemişti; ülkede Afrika kökenli insan sayısı yok denecek kadar azdı. Frederick’e sadece Yahudi olup olmadığını sormuşlardı. Bunun nedeni, o yıllarda Avrupa’daki en antisemitik ülke sayılan Rusya’da hareket özgürlüğünü kısıtlamak istemeleriydi.
Frederick 1899’da Rusya’ya geldi ve ilk yıllarını çoğunlukla Rus Çarlığı’nın başkenti St. Petersburg’la, Moskova ve Odessa’da geçirdi. Bu kentleri tanıyacak kadar vakit geçirmesinin ardından Moskova’ya yerleşmeye karar verdi. Burada yine garsonluk yapmaya başlayan 29 yaşındaki Frederick, 1901 yılında tanıştığı Hedwig Antonia Hahn isimli bir Alman kadınla evlendi. İkilinin bu evlilikten Olga ve İrma isimli iki kızı ve Mihail adını verdikleri bir oğulları oldu.
Düğüne ait kayıtlarda Frederick’in ırkına bir atıfta bulunulmazken, kendini Katolik olarak tanımlaması ise şaşırtıcıdır.
- Her ne kadar resmî belgelere göre dinî inanç Frederick’in hayatında hiçbir zaman çok önemli bir yer tutmasa da siyahi adamın kendisini doğumundan beri bildiği Afrika Metodist kilisesi ile değil Katolik kilisesi ile özdeşleştirmesi ilginçtir.
Bu sayede ABD kültürünün işaretlerini tamamen terk edip Avrupa’nınkileri benimsemiş oldu.
İlk patronluk tecrübesi
Frederick 1903 yılında Moskova’nın merkezinde yer alan “Akvaryum” isimli eğlence parkında şef garson olarak işe başladı. Mekânın, Çar İkinci Nikolay’ın amcası olan Moskova Valisi Grandük Sergey’in de aralarında bulunduğu çok sayıda ünlü müşterisi vardı.
Fransızca bilmesinin yanında Rusçayı da kısa sürede çok iyi şekilde öğrenen Frederick, çalışanlarıyla olan mükemmel ilişkileriyle de iş hayatındaki başarısını perçinliyordu.
Bu, onun kısa süre sonra, o dönemlerde “Rusya’nın en güzel restoranı” olarak tabir edilen “Yar Restoran”da başgarson olarak işe başlamasını sağladı. Restoranın Amerikalı müşterilerinden birine göre Frederick, “Moskova’daki her soyluyu, para ve iktidar sahibini” tanıyordu. Ayrıca kusursuz olmaya devam eden giyiminin yanında, mesleğinde kendisine ayrıcalık tanıyan sağlam bir bellek ve insan sarraflığına sahipti. 1910 yılında karısı Hedwig’in ölmesi onu oldukça sarstı ancak Frederick için yaklaşmakta olan tehlike kişisel hayatında değil, bulunduğu ülkeyle alakalıydı.
Fyodor Fyodorovic Tomas
20. yüzyılın başlamasından sonra Rusya’da sosyal ve ideolojik iç çatışmalar iyice ivme kazandı. 1905 yılındaki devrim ve sadece 1908 ila 1910 yılları arası yaklaşık 700 bürokrat ve 3 bin sivilin ölümüne yol açan terör olayları, çarlık yönetimi için yaklaşan felaketin habercisiydi. Ancak bu bile Rus zenginlerin su gibi para harcamasına ve kentteki eğlence yerlerini doldurmalarına engel olmayacaktı. 1911 yılına gelindiğinde Frederick hayatının en büyük atılımını yaptı. Daha önce çalıştığı Akvaryum isimli eğlence parkı 4 yıl öncesinde kapandıktan sonra birkaç kez el değiştirmişti. Mekânı restore edip tekrar açacak 3 girişimciden biri de, artık “Fyodor Fyodorovic Tomas” olan Frederick’ti. Böylece ilk defa kendi yerini işletmeye başladı.
Üçlü, dünyanın farklı yerlerinden getirdikleri gösteri grupları ve müzisyenlerin de yardımıyla büyük bir başarı elde etti. Frederick bir yıldan kısa süre de bugünün parasıyla yaklaşık 1 milyon dolarlık bir gelir elde etmişti. Bu da ana yurdundaki siyahların, hatta çoğu beyazın bile hayal edemeyeceği bir noktaydı. Daha fazlasını arzulayan siyahi adam, Moskova’nın merkezindeki iflas etmiş bir tiyatroyu satın alarak, o yıllardaki Paris’in ünlü Maxim restoranına atıfla Maksim yaparak tekrar açtı. Bu ismi yıllar sonra İstanbul’daki mekânında da kullanacaktı. Yaklaşan Dünya Savaşı olmasaydı, muhtemelen çok daha yüksekleri de görebilirdi.
Zengin olmak için kötü bir zaman
- Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili gelişmeleri iyi okuyan Frederick, Rus vatandaşlığına başvurdu ve ertesi yıl kabul aldı. Savaş süresince Rusya’da ortaya çıkan milliyetçi havaya uyum sağlamak isteyen ünlü patron, sahibi olduğu mekânlarda sıklıkla ülkeye ve orduya destek programları düzenledi ve üst düzey isimleri ağırladı.
Gelirlerini daha da artıran Frederick, 2 yıl sonra kendisini için çok önemli bir rol oynayacak Odessa şehrinden bir villa satın almak gibi çeşitli yatırımlar yaptı. Ancak zengin olmak için tüm Rus tarihinde bundan daha kötü bir zaman bulamazdı. Savaşın kötü gidişatı Rusya’da devrime sebep olmuş, Bolşevikler kısa süreli geçiş döneminin ardından yönetimi ele geçirmişti. Bolşeviklerin Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu olarak “burjuva kapitalistleri” suçlu gördüğünü bilen Frederick, kendisi ve ailesinin can güvenliği ve mal varlığı için haklı olarak endişeye kapılmaya başlamıştı. Sonradan evlendiği, ancak yıldızının bir türlü barışmadığı çocukların dadısı Valentina Hoffman da ateşli bir Bolşevikler olmuştu. Frederick, Valentina’nın kendisini öldürtme teşebbüsünden sonra ondan ivedilikle boşandı ve kendisinden iki çocuğunun da bulunduğu metresi Elvira ile evlendi.
Bolşevikler, Frederick’in en değerli mülkleri Akvaryum ve Maksim’i “kamulaştırmıştı.”
Ait olduğu sınıfın tüm mensupları gibi sürekli saldırı tehdidi altında olan ve tutuklanmasının an meselesi olduğunu sezen Frederick, 1918 yazında Moskova’dan ayrılmaya karar verdi. Kısa süre önce çocuklarıyla beraber Odessa’ya gönderdiği Elvira’nın yanına Moskova’dan kaçak bir şekilde yolculuk yaptı.
Siyah Rus, Beyaz Rusların arasında
Odessa’nın da bulunduğu Ukrayna toprakları, Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesi sebebiyle 1918 yılında Alman kontrolündeydi. Ancak Kasım 1918’de Almanya’nın İtilaf Devletleri’ne teslim olmasıyla Bolşevik tehlikesi tekrar belirdi. Fransızların Odessa’ya 70 bin kişilik bir ordu çıkarması Rus muhacirleri bir nebze rahatlatsa da Ukrayna’nın dört bir yanında Bolşevikler yer altından çalışmalarını sürdürüyordu. Ancak Bolşeviklere karşı iç savaş başlatan ve Frederick gibi tüm muhacirlerin umut bağladıkları “Beyaz Ordu”nun art arda uğradığı yenilgilerle tekrar ufukta tehlike belirdi.
Bolşeviklerle karşı karşıya gelmek istemeyen Fransızlar apar topar ülkeyi tahliye etmeye hazırlanıyordu. Rus vatandaşlığına geçtiğini ABD büyükelçiliğine bildirmeyen Frederick, bu sayede şehirdeki ABD konsolosunu ABD vatandaşı olduğuna ikna etti ve Fransızların tahliye gemilerinden birine kendini attı.
“Siyah Rus” Frederick, bir gemi dolusu “Beyaz Rus”la beraber son yolculuğu için rotayı İstanbul’a çevirmişti.
İstanbul’a varan Frederick, ailesini Beyoğlu’ndaki Pera Palas’a götürdü ancak burada uzun süre kalacak parası yoktu. Hemen yeni iş fikirleri tasarlamaya başlayan Frederick, İstanbul’un eğlence hayatı açısından bulunduğu diğer şehirlere göre epey sönük kaldığını fark etti. Sadece Pera bölgesinde Avrupai tarzda müzikli ve şık tek tük restoranlar ve varyete oyunlarının sergilendiği birkaç yer vardı. Ancak Osmanlı Devleti’nin de Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle şehirde özellikle yabancı işgalci asker sayısı git gide artıyordu.
- Tefecilerden borç alan Frederick, bir ortakla beraber bugünkü Şişli’de Anglo-Amerikan Garden Villa, diğer adıyla Kulüp Stella isimli yeni bir eğlence mekânı açtı. Şehre ilk defa bir caz grubu getirmek gibi başarılı girişimlerde bulunan Frederick’in şöhreti, Fransızca ve İngilizce yayın yapan gazetelerin kendisinden bahsetmesiyle yayıldı.
Ancak Moskova’da yakaladığı mali başarıyı İstanbul’da hiçbir zaman yakalayamadı ve borçlu olduğu kişiler şehirdeki ABD konsolosluğuna Frederick’i şikâyet etmeye başladı. Bu arada Frederick, ABD’yi kasıp kavurmaya başlayan ırkçılık dalgasına rağmen doğduğu topraklara ya da Fransa’ya geri dönme ihtimalini de düşünmeye başladı ancak konsolosluk görevlileri ve ABD dışişleri, çok uzun yıllar ülke dışında yaşadığı için vatandaşlığının düştüğüne hükmetmeleriyle ona pasaport vermeye yanaşmadılar. Bu sırada Bolşeviklere karşı iç savaş başlatan “Beyaz Ordu”nun da savaşı kesin şekilde kaybetmesiyle Rusya’ya geri dönme hayalleri de tamamen suya düştü.
İkinci “Maksim” denemesi
Frederick, Pera’da “Royal Dansing Kulüp” isimli yeni bir mekân açsa da borçları sürekli büyüyordu. Buna rağmen yeni iş girişimlerinde bulunmaktan geri durmayan
Frederick, 1921 yılında Sıraselviler Caddesi’nde, daha sonra da şehrin gece hayatında önemli bir yer tutacak “Maksim Gazinosu”nu açtı.
Yeni mekânı için Moskova’da sahip olduğu ünlü eğlence yerinin ismini seçmişti. Artık sadece şehirdeki yabancılar değil, “Beyaz Türkler” de müşteri kitlesiydi. 1923 yılında şehirde İtilaf Devletleri idaresinin bitmesiyle yabancı ordular kesin olarak şehri terk etmiş ve İstanbul’da “tüm içkili işletmelerin kapatılacağı” yönünde bir söylenti çıksa da kısa sürede bunun doğru olmadığı anlaşılacaktı.
- İnişli çıkışlı devam ettiği sonraki yıllarda Aya Sofya’yı kumarhane ya da “caz mabedi”ne dönüştürme gibi oldukça iddialı projeler üretse de bunlar gerçekleşmedi.
Öte yandan her ne kadar içkili restoranlarla ilgili bir zorlama olmasa da yabancı çalışanları Türk çalışanlarla değiştirme zorunluluğu, faturaların Türkçe olması gibi yeni uygulamaların yanında yabancı iş adamlarına keyfi olarak çıkarılmaya başlanan zorluklar da Frederick’i sıkıntıya sokmaya başladı. Yıldız Sarayı’nın bir bölümünün valilik tarafından kumarhane çevrilmesiyle, kendisi de Tarabya’da benzer bir girişimde bulundu ancak Yıldız’daki rakibine göre “Villa Tom” isimli bu mekân çok zayıf kalmıştı.
“Caz’ın Sultanı”
Tüm bunlar olurken 1922 yılında ABD’ye pasaport başvurusu reddedilen ve buna yaptığı itirazdan da sonuç alamayan Frederick’in artık başka bir ülkeye gidebilme umudu tükendi.
Alacaklarının Maksim Gazinosu’na el koymasıyla Ankara’ya giden siyahi adam, bir restoranda yardımcı garson olarak çalışmaya başladı.
Eski metresi ve üçüncü eşi Elvira bu esnada çocuklarını alıp Avrupa’ya gitmişti. 1927 yılında alacakları onu buldu. Toplam borcu 9 bin lira (bugünün parasıyla 250 bin dolar) olan Frederick tutuklandı ve Ankara’da cezaevine kondu. Alacaklıları İstanbul’da olduğu için buraya nakledilen Frederick, Sultanahmet Camii’nin karşısında 14. yüzyıldan kalma bir hapishaneye konuldu. Bir yıl sonra bronşit teşhisi konan siyahi adam, 12 Temmuz 1928’de durumunun ağırlaşması üzerine nakledildiği Pera’daki Fransız hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Arkadaşlarının defin işlemleriyle ilgilendiği Frederick’in cansız bedeni ertesi gün Harbiye’deki Saint Esprit Rum Katolik Kilisesi’ne götürüldü ve aynı gün Feriköy’deki Katolik Latin mezarlığına gömüldü.
Mississipi’de küçük bir şehirde başladığı fırtınalı yaşamını Pera’da noktalayan Frederick’in ölümünü duyuran gazeteler ondan “Caz’ın Sultanı” olarak bahsetmişti.