1908 Osmanlı boykotu unutulsa da etkili bir miras bıraktı

Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya.
Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya.

7 Ekim’den bu yana hepimizin gözü kulağı Filistin’de... İsrail’in vicdansızca saldırıları nedeniyle Gazze’de yaşanan insani dram her geçen gün artıyor. Bölgede öldürülen erkek, kadın ve çocukların sayısı her geçen gün artarken, salgın hastalıklar da kol geziyor. Filistin dışında yaşayanların yapabileceği önemli eylemlerden biri de “boykot”. Peki coğrafyamızda daha önce gerçekleştirilen boykotlar başarılı olmuş muydu? Tarih sahnesinde geriye doğru gittiğimizde gördüğümüz, Avusturya’nın Bosna -Hersek’i ilhakı ve Bulgaristan’ın bağımsızlığından sonra Osmanlı topraklarında Avusturya mallarına karşı başlayan ve başarılı olduğu söylenebilecek boykot, bugüne hangi mirası bıraktı? Bu soruları 1908 Osmanlı Boykotu kitabının yazarı Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya’ya sorduk.

1908 Osmanlı Boykotu neydi? Bu boykotu ortaya çıkaran olaylar nelerdi?

23 Temmuz 1908’de II. Abdülhamid’in askıya aldığı kanunuesasi yani anayasa tekrar yürürlüğe konulunca Osmanlı İmparatorluğu’nda büyük bir değişim yaşanacaktı. Zira anayasayı askıya alarak bir istibdat rejimi kuran II. Abdülhamid aynı zamanda Meclis-i Mebusan’ı yani parlamentoyu da kapatmıştı. Anayasa yürürlüğe konulunca tekrar intihap yani seçimler yapılacak ve imparatorluğun dört bir yanından mebuslar yani milletvekilleri başkent İstanbul’da açılacak meclise geleceklerdi. İşte burada uluslararası bir problem doğuyordu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu II. Abdülhamid döneminde iki önemli ve büyük toprak parçasını fiili olarak kaybetmişti. Bunlardan Bosna ve Hersek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgali altında idi. 1908’de Osmanlı’ya uzun bir süredir sadece kağıt üstünde aitti. Bulgaristan ise özerkti ama yine Osmanlı’nın sözünün geçtiği bir yer değildi. Şimdi buralardan temsilciler Osmanlı Meclisi’ne bir seçimle mebus gönderirlerse bu topraklarla İstanbul arasında tekrar somut bir bağ kurulmuş olacaktı. İşte bunu istemeyen Avusturya-Macaristan zaten fiili olarak yönettiği Bosna ve Hersek’i ilhak ettiğini, Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etti. Bu iki ilan karşısında Osmanlı devletinin yapabilecek çok bir şeyi yoktu.

1908 Boykotu bugün ile karşılaştırıldığında daha hakiki ve samimi bir boykot süreci olarak yaşanmıştır.
1908 Boykotu bugün ile karşılaştırıldığında daha hakiki ve samimi bir boykot süreci olarak yaşanmıştır.

Zaten fiili olarak kaybedilmiş topraklardı bunlar. Avusturya’nın muazzam altyapı yatırımları vardı Bosna’da artık. Dağlarından demiryolları geçirmişti. Ancak 23 Temmuz 1908 sadece basit bir anayasa yani meşrutiyet ilanı değildi. Bir devrimdi. Ama sadece, çokça söylendiği gibi, bir Jön Türk ya da İttihatçı devrimi de değildi. Bütün cemaatlerin sahiplendiği, içinde birçok toplumsal kesimin yer aldığı bir toplumsal devrimdi. Bundan dolayı iki devlete karşı Osmanlı kamuoyunda devletten ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden özerk bir boykot hareketi başladı. İşte 1908 Osmanlı Boykotu tüm Osmanlı toplumunun Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ürünlerine karşı ilan ettiği bir iktisadi boykottu. Boykot bundan dolayı başladı. İlk olarak Ubeydullah (Hatipoğlu) Efendi tarafından yazılan bir makalenin gazetede yayımlanması ile boykotun bir eylem biçimi olarak teklif edildiğini biliyoruz. Ancak çok hızlı bir şekilde muazzam bir yaygınlığa erişerek bir iki kişinin iradesinin çok ötesine taşınan bir toplumsal eylemlilik hâli ile karşı karşıya kalınacaktı.

Osmanlı komuoyu “millî” bir seferberlik içinde hareket etti

Bu Osmanlı tarihinin ilk boykotu mu? Peki bu boykot ne ölçüde başarılı olmuş? Ne kadar devam etmiş?

Boykot kavramı İrlanda’da Boycott isimli bir İngiliz toprak yöneticisine karşı gelişen “ilişki kesme” barışçıl eylemi sonrası ortaya çıkıyor. Bu eylem, bir ilişkiden içtinap etme, sakınma ya da bir hedefi izole etme anlamıyla farklı biçimlerde farkı zamanlarda görülüyordu. Ancak İrlanda hadisesinden sonra boykot, bu eylemin adı olarak bütün dünya dillerine giriyor. Osmanlı tarihinde de benzeri direniş biçimleri yok değil. Ancak kamuoyunun aşağıdan mobilizasyonuna, yani seferberliğine dayanan bu eylem 1908 Devrimi’nin bir ürünüydü ve değişen kitle siyaseti pratiklerinin bir sonucuydu. Bu anlamda evet, hem adıyla hem içeriğiyle, onu ilk boykot eylemi sayabiliriz. Yabancı bir devlete, yabancı bir güce karşı örgütlenen boykot eylemlerinin başarısını tespit etmek güçtür. Çünkü farklı boyutları, düzeyleri ve kıstasları vardır. Eğer bir ülkeye iktisadi ve ticari zarar vererek onu belli bir karar almaya ve taviz vermeye zorlamak anlamında kullanıyorsak bu zararı tespit etmek zor. Zira iki ülke arasındaki ticaret rakamlarını belirleyen çok fazla etken vardır. Ancak netice itibarıyla 1908 Osmanlı Boykotu iki açıdan başarılı olmuştur. Birincisi topraklar geri alınamasa da Avusturya- Macaristan İmparatorluğu ikili bir anlaşma ile tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Osmanlı kamuoyu bütün unsurları ile “millî” bir seferberlik içinde hareket etmiş ve yeni rejime ve anayasal düzene sahip çıkmıştır. Tüccarlar, tüketiciler, işçiler, kadınlar, memurlar, esnaf, gayrimüslimler, Müslümanlar gibi toplumun çok farklı unsurları önemli roller oynamıştır. Böylece hem Osmanlı devleti, hükümeti ve İttihat ve Terakki Cemiyeti hiçbir şey yapamayacak durumdayken bu millî seferberlik ile mesele karşısında tepkisiz kalmamıştır. Sembolik önemi açısından da başarılı bir eylemlilik olmuştur boykot. Ama nihai olarak zaten kaybedilmiş olan topraklar resmî olarak da Osmanlı sınırlarının dışında kalmıştır. Bunu anlamak için günümüz ile bir karşılaştırma yapılabilir. Bugünkü Gazze için İsrail karşıtı boykot çağrıları ile karşılaştırıldığında önemli farklar vardır. Bugün boykot çağrısı daha çok AKP hükümetinin yaptığı söylemsel çağrılar ve sembolik mitingler ile sınırlı kalmıştır. Yine Türkiye’nin İsrail’de silah sanayiinde kullanılabilecek ihracatta herhangi bir kesinti ya da azalma olmamıştır. Kamuoyunda da tüketim mallarına dair herhangi bir ilişki kesme girişimi yaşanmamıştır. Vicdani beyan dışında bir eylemlilik hâli ortaya çıkmamıştır.

Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya ve Merve Akbaş.
Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya ve Merve Akbaş.

Osmanlı neden Bulgaristan ve Avusturya’yı cezalandırmak için boykot yolunu seçti?

Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi olarak iki ülkeyi zorlayacak, hesap soracak bir gücü yoktu. Zaten yıllar önce fiili kontrolünü kaybettiği topraklardı söz konusu olan. Boykotu seçen de hükümet ya da siyasal seçkinler değildi. Toplumun farklı kesimlerince gündeme getirilmişti. Aslında her kesimin kendi boykotu vardı. Tüccarların ve esnafın boykotu daha çok kendi sattıkları yerli ürünleri ön plana çıkarmak isteğinin ürünüydü. Tabii yabancı ürünlerin ticaretini yapan Müslüman ve gayrimüslim tüccarlar da vardı. Bu durumda onlar zarara uğruyordu. İşçiler, özellikle liman işçileri en aktif unsurdu. Onlar da limanlarda kendi hizmetlerinin ücretini artırmak için yararlanmışlardı boykottan. Yani boykot bir “millî” hareket olarak ortaya çıkmıştı ancak özellikle işçilerinin eylemliliği sonrasında özellikle hükümet çokça rahatsız olmuştu boykot eylemliliklerinden. Ancak devlet, bürokrasinin alt kademlerinde ve zaptiye, yani polis, arasında boykota yönelik sempati olduğu için zor kullanarak dağıtmakta zorluk çekmişti boykotu. Yani boykotun ortaya çıkışının ve devam etmesinin çok boyutlu sebepleri vardı.

Güç kazanan bir söylem: Millî İktisat

O dönemde boykot sürecinde ortaya çıkan bir kavram var: Millî iktisad. Bize bu kavramın nasıl ve neden ortaya çıktığını açıklayabilir misiniz?

Boykot ile birlikte 1908 Devrimi’nin hemen ertesinde güç kazanan bir söylem millî iktisat. Boykot da siyasi veçhesi çok olan bir eylem olmasına rağmen ekonomik bir silah. İktisadi bir eylem. İlk başta millî iktisat kavramıyla kastedilen tüm unsurlarıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun iktisadi olarak güçlenmesi, ekonomik bağımsızlığını kazanması, dış ticaret hadlerinde fazla vermesi ve nihayetinde de aslında sanayileşmesi. Bütün bunlar sonucunda da ekonomik bir güç olarak temayüz etmesiydi. Bunun için yerli malı üretimi ve tüketimine yönelik propaganda, tasarruf ve özellikle yabancı lüks tüketim mallarından uzak durma talebi ön plana çıkıyordu. Ancak zamanla 1910 yılından sonra ve özellikle 1912-1913 Balkan Savaşları ile birlikte boykotlar ve millî iktisat söylemi daha çok Müslüman ve Türk unsurun gayrimüslimler karşısında güçlendirilmesi talebi ve politikası hâline geldi. Bu süreç sonucunda zaten gayrimüslimler imparatorluktan tasfiye edilecekler, bu da 1923’ten sonra bir ulus devlet inşasının temelini oluşturacaktı. Bu anlamda II. Meşrutiyet dönemi ile Kemalist Tek Parti Dönemi politikaları arasında yerli ve millî ekonominin yaratılması anlamında çok esaslı bir devamlılık söz konusu olacaktı. Aslına bakılırsa 1908 Osmanlı Devrimi ve 1908 Osmanlı Boykotu ile hegemonik bir söylem hâline gelen millî iktisatın kalkınmacılık, iktisadi bağımsızlık gibi değişik biçimlerde günümüze kadar güçlü bir damar olarak Türkiye’nin siyasal zihniyetinde, iktisadi düşüncesinde ve milliyetçiliğinde yer ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yüzden Avusturya-Macaristan’a bir zarar vermenin ötesinde boykotun yerli ekonomiyi ve sanayii kalkındırma girişimi olarak tarih edilen genel anlamda boykot için boykotçular “Hakiki Boykot” kavramını kullanmaya başlıyorlar. Yani bir nevi “asıl mesele Bosna-Hersek değil” denilmiş oluyor…

Fes yerine yerli ve millî serpuş icat etme girişimleri

"Unutmayın Türkiye’nin ilk politik İslamcıları da Abdülhamid karşıtıydı ve 1908 Devrimi’nden sonra gelenek yaratacak İslamcı dergi ve gazeteler de 1908 Devrimi’nin bu siyasal ikliminde yayımlanmaya başladılar."
"Unutmayın Türkiye’nin ilk politik İslamcıları da Abdülhamid karşıtıydı ve 1908 Devrimi’nden sonra gelenek yaratacak İslamcı dergi ve gazeteler de 1908 Devrimi’nin bu siyasal ikliminde yayımlanmaya başladılar."

Millî bir serpuş arayışımız da var... Fesleri çıkarılıp yeni bir şapka biçimi aranıyor ve bu da aslında boykotun bir parçası. Hatta “Fes Yırtma Bayramı” isimli etkinlikler bile düzenleniyor. Peki fes ve boykot arasında nasıl bir ilişki var? Bu arayış nasıl sonlanıyor?

Bu da tarihin bir ironisi aslında. Modernleşme hamlesinin sembolik bir icadı olarak 19. yüzyıl başında gelen ve yaygınlaşan fes, daha sonra “gericiliğin” bir sembolü olarak kabul edilecek. Hatta tersten, muhafazakâr bir sahiplenme de olacak bu modern icada. 1908 Boykotu sırasında fesin ön plana çıkmasının iki önemli sebebi var. Birincisi bu serpuş çok büyük oranda Avusturya’dan ithal ediliyor. Erkek nüfusun yaygın kullandığı bir mal. Bundan dolayı boykot edildiğinde hem yaygın olduğu için hem de çok görünür olduğu için sembolik önemi haiz. Yani bu malı boykot etmek kolay. Kim ne malı kullanıyor kamusal alanda kontrol edebilirsiniz. Bu yüzden bahsettiğiniz insanların başından Avusturya malı fesi alıp yere çalmak şeklinde İzmir’de meydana gelen olaylar yaşanabiliyor. Bir diğer önemli meta olan şeker için aynısı yapmak zor. Orada da Adapazarı’nda bir tüccarın Avusturya malı şekeri meydanda döküp yakması gibi sembolik eylemler olmuştu. Bugün örneğin İsrail’e mal yollayanlara karşı bu tip eylemler göremiyoruz. Ya da parasını vererek İsrail malı getirmiş olup ortaya çıkan tepkiler üzerine bunu yakan bir tüccar ya da esnaf göremiyoruz. Fes eylemlerinden sonra çeşitli düzeylerde yerli ve millî serpuş icat etme girişimleri olacak ve bunlardan o günlerde ortaya çıkan bazıları yaygınlaşacak. Mesela kalpak gibi. Millî Mücadele’nin biliyorsunuz sembollerinden biri kalpak olacak. Ama keçe külah gibi diğerleri sonraki yıllara ulaşamayacak. Ama burada asıl önemli olan millî iktisat ve yerli malı arayışları esnasında boykotu fırsat bilerek bu tarz arayışların ve icatların içine girilmiş olması. Yani bir yanıyla millî iktisatı ete kemeğe büründürme girişimleri bunlar. 1923 sonrası Kemalist reformalar zamanında da yine şapka çok görünür bir sembol olarak ön plana çıkacak. Boykotta fesin öne çıkmasının sebepleri buna ilişkin aslında.

Avusturya tazminat ödemeyi boykot sayesinde kabul ediyor

Karşı tarafın durumu nedir? Yani Osmanlı boykota devam ederken Bulgaristan ve Avusturya bir takım önlemler alıyorlar mı?

Bulgaristan zaten çok önemli bir hedef olmuyor. Avusturya ile karşılaştırıldığında piyasada boykot edilecek malı az. Avusturya ticaret özgürlüğünü sağlayamaması dolayısıyla Osmanlı devletine baskı yapıyor. Osmanlı hükümeti de boykotun bir halk hareketi olduğunu, barışçıl tüketici eylemi olduğu için onların tercihine karışamayacağını söyleyerek karşılık veriyor. Avusturya devletinin, konsoloslarının ve ticaret odalarının protestoları çok büyük bir sonuç getirmiyor. Dört, beş ay sonra Avusturya Osmanlı’ya tazminat ödemeyi kabul ediyor ve boykot hareketinin radikalleşmesinden ve sokaklardaki gösterilerden çok da hoşnut olmayan hükümet ve İttihat ve Terakki Cemiyeti boykota ve eylemlere bir son veriyor. Devam etmek isteyen liman işçileri, hamallar, mavnacılar ve diğer unsurların eylemleri de zor ile durduruluyor. Bu mesele de böylece kapatılıyor.

Boykot sürecinde “boykot örgütleri” de kuruluyor. Örneğin Osmanlı Boykotaj Cemiyeti... Bu cemiyetin amacı ne oluyor ve boykotu nasıl etkiliyor?

1908’i devrim yapan en önemli unsurlarından bir tanesi halkın seferberliği ve aşağıdan gerçekleştirdiği eylemlilikler. “1908” yazıp internette görsel araması yapsanız büyük oranda karşınıza gelecek olan gösteri, yürüyüş ve mitinler yapan kalabalıklar olacaktır. Bu dönüşüm ve kitle siyasetinin iki önemli göstergesi kurulan cemiyetler yani sivil toplum örgütleri ve yayınlanan gazete ve dergilerdir. 1908 sonrasının en çarpıcı gelişmeleri basın ve cemiyet hayatında yaşanan patlamadır. Nitekim 1908 Osmanlı Boykotu’nun hem kendi gazetesi hem de kendi örgütleri olacaktır. Harb-i İktisadi Cemiyeti boykotun iki önemli örgütünden biri. Diğeri Boykotaj Sendikası. Daha çok tüccarları örgütlemeyi önüne koyan bir örgüt. İşçilerin zaten kendi loncaları ve sandıkları var. Bu cemiyetlerden Harb-i İktisadi Cemiyeti, ekonomik bir savaş yürütüldüğü için bu adı alıyor. Hatta bunun “iktisadi bir cihat” olduğunu dillendirenler de oluyor. Yani söz konusu olan boykot, taraftarlarınca aynı zamanda bir ekonomik kurtuluş girişimi olarak kabul ediliyor. Bu sivil toplum örgütleri sokaklarda seferber olan halkı yönlendirmeye çalışan, bazen boykot isteğini alevlendirmek istene bazen onu kontrol etmek isteyen girişimler. Bu dönemde birçok alanda halkın örgütlülük seviyesinin ciddi bir şekilde arttığını görüyoruz. II. Meşrutiyet dönemini bu gözle okuyamayanlar bu dönemi anlamakta zorluk çekiyorlar ve bir iki siyasal liderin yapıp ettiklerinin ötesini görmeyi başaramıyorlar. Bundan dolayı 1908 Boykotu gibi kitlesel seferberliklerin ve sonuçlarının da değerlendirilmesi çok mümkün olmuyor. Bu nedenle 1908 Boykotu gibi büyük kampanyalar kısa bir süre sonra o günleri yaşamış kuşaklar dışında unutulmaya yüz tutuyor.

Çok ciddi bir boykot sürecinden bahsediyoruz. O kadar ki bu boykotun bir yayın organı dahi kuruluyor. Boykot o dönemde böyle yayınlara sahip olduğu için mi genişliyor?

Biraz önce söylediğin gibi dönemin en önemli özelliği yaşanan basın patlaması. Aklına esen gazete çıkarıyor kendi fikirlerini yaymak için. Bunun için kütüphane ve arşivlerimizde bir sayı yayımlanmış birçok gazete veya dergi vardır 1908’den. Ya da imtiyaz için başvurulmuş onlarca tamamına ermemiş girişim. Bunda elbette II. Abdülhamid’in ünlü istibdatı ve sansürünün 1908 Devrimi ile ortadan kalkmasının da önemli bir etkisi var. Unutmayın Türkiye’nin ilk politik İslamcıları da Abdülhamid karşıtıydı ve 1908 Devrimi’nden sonra gelenek yaratacak İslamcı dergi ve gazeteler de 1908 Devrimi’nin bu siyasal ikliminde yayımlanmaya başladılar. Bundan dolayı bir tesadüfün eseri olmayacak şekilde boykotçular da bir gazete yayımladılar. İzmir’de Gave adlı bir gazete çıkarttılar. Bunu az önce andığım boykot örgütlerinden bir tanesi olan Harb-i İktisadi Cemiyeti yayımladı. Gördüğünüz gibi gazete adını “Doğu”nun kendi tarihinden aldı: İran ve Kürt mitolojisinde önemli bir yeri olan Demirci Kava’dan. Boykotun yaygınlaşmasında bunun bir etkisi olduğunu söyleyemeyiz. Zira başka bir yerde boykot gazetesi çıkmadı. Özelliklede boykotun yine İstanbul, Selanik, Beyrut gibi çok güçlü diğer merkezlerinde. Ama boykotçular gazete ve dergilerde güçlü bir şekilde yer aldılar. Boykot örgütleri ve militanları gönderdikleri bildiriler, açık mektuplar ve açıklamalarla hem liman kentleri gibi kent merkezlerinde hem de taşrada yayımlanan gazete ve dergilerde seslerini duyurdular. Ben çalışmamda sadece İstanbul gibi merkezlerde yayımlanan Osmanlıca/Türkçe gazetelere değil hem Rumca yayımlanan gazetelere hem de Konya, Samsun gibi daha küçük yerlerde yayımlanan süreli yayınlara da odaklandım. Bundan dolayı boykotun farklı yerlerdeki sesini duymak olanağını elde ettim.

Son olarak 1908 Osmanlı Boykot’u başarıya ulaşıyor mu?

Her boykot için bunun cevabı hem evet hem hayırdır. Baştan beri vurgulamaya çalıştığım gibi neyi kıstas aldığınıza göre değişiyor. Bosna ve Hersek ya da Bulgaristan geri alınamıyor. Zaten mümkün de değil. Avusturya ve Macaristan ya da Bulgaristan’a da belli bir düzeyde ticari zarar veriliyor. Bunun da sınırı var. Osmanlı pazarında darbe vurabiliyorsunuz ancak. Önemsiz değil ama sınırları var. Ama Millî İktisat, Osmanlı’nın kalkınması gibi alanlarda adımlar atmak söz konusu olduğunda 1908 Osmanlı Boykotu’nun kendisi unutulsa da bakiyesinin ve devamının etkili bir miras bıraktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Boykot içindeki farklı toplumsal kesimlerin de kendilerine göre farklı boykot gündemleri olduğunu da söylemiştim. Örneğin liman işçileri grev yoluyla başaramadıkları ücret artışlarını “millî” bir kampanya dahilinde daha “meşru” bir biçimde gerçekleştirmeyi bilmişlerdi. O anlamda onlar için boykot çok başarılı geçmişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Bosna kriziyle tehlike altına girebilecek yeni rejimi, seçimlerin engellenmesine yol açacak bir durumu engellemesini bilmişti. Bu anlamda başarısızlık ve başarı muhasebesini yapmak için birçok kıstas bulabiliriz. Ancak en önemlisi bir toplumsal hareket olarak çok farklı çıkarları olan birbirinden farklı birçok toplumsal kesimin sokaklarda, meydanlarda seferber olarak aylarca bir kampanya yürütmeleri Osmanlı toplumunun geneli ve yeni anayasal rejim için büyük bir başarıydı.