Ağaç: İnsanoğlunun kadim dostu

İzmir Ağaç Bayramı 1940
İzmir Ağaç Bayramı 1940

Ülkemizin bulunduğu topraklarbaşlangıçta orman bitkiörtüsü açısından son derecezengindi. Ancak son 2 bin 500yıl içerisinde, Anadolu doğave tabiat örtüsünde büyükdeğişimler oldu ve buna bağlıolarak da ormanlarının büyükbir bölümü tahrip oldu. Dünyanınbirçok yerinde de durum farklıdeğildi. Neticede ilerleyen zamaniçerisinde insanoğlu hızla yokettiği ormanları geri kazanmakiçin acilen bir çözüm bulmasıgerektiğini geç de olsa fark etti.

İnsanoğlu Taş Devri’nden önce bir “Ağaç Devri” yaşadı. Henüz taş gibi sert ve katı malzemeyi işleyecek yeterli bilgi ve donanımı yokken, hayatta kalmak için ağacı işleyerek kendi yararına dönüştürdü ve tüm gereksinimlerini orman ürünleriyle karşıladı. Böylece kendine hammaddesi ağaçtan olan yemek kapları, avlanma gereçleri, basit taşıma mekanizmaları yapmaya başladı. Bu bakımdan ağacın kıymetinin ilk insanlar tarafından çok daha derinden hissedildiğini söyleyebiliriz.

Kadim medeniyetler, ilk çağlardan bu yana orman ve ağaçlara karşı belirgin bir saygı gösterdiler. Onların kökleri aracılığıyla dünyanın bilgeliğini gövdelerine çektiklerine, oradan atmosfere bıraktıklarına ve böylece diğer canlıların yaşamlarını beslediklerine inandılar. Günlük yaşam ritüellerinde de ağaçların varlık enerjilerinden yararlanıldı. Mısırlılar, Finikeliler, Türkler, Persler, Yunanlılar, Çinliler ve Romalılar ağaçlara saygı ile yaklaştılar ve onları kutsallaştırdılar.

Kadim medeniyetler, ilk çağlardan bu yana orman ve ağaçlara karşı belirgin bir saygı gösterdiler.
Kadim medeniyetler, ilk çağlardan bu yana orman ve ağaçlara karşı belirgin bir saygı gösterdiler.

Tüm bunlara rağmen insanoğlunun kadim dostunu ormanı ve ağacı hiç bitmeyecek gibi hızlı bir şekilde tüketmesi zirvelere çıkmış medeniyetlerin gerilemesine ve hatta çökmesine neden olduğunu söylemeliyiz. Ortaya çıkan tahribat, toplumların ekonomik ve sosyal temellerini derinden sarstı. Örneğin milattan önce medeniyetlerin beşiği Anadolu’da çeşitli devletler kuruldu, şehirler inşa edildi, bütün bu gelişmeler esnasında yaşanan askerî harekât ve istilalar da Anadolu’nun orman tahribatını hızlandırdı. Ülkemizin bulunduğu topraklar da başlangıçta orman bitki örtüsü açısından son derece zengindi. Ancak son 2 bin 500 yıl içerisinde, Anadolu doğa ve tabiat örtüsünde büyük değişimler oldu ve buna bağlı olarak da ormanlarının büyük bir bölümü tahrip oldu. Dünyanın birçok yerinde de durum farklı değildi. Neticede ilerleyen zaman içerisinde insanoğlu hızla yok ettiği ormanları geri kazanmak için acilen bir çözüm bulması gerektiğini geç de olsa fark etti. Şimdi bu sürece kendi coğrafyamız ve tarihimiz açısından bakmaya çalışalım...

İlahi kitaplarda ağaç

İlahi kitapların hepsi ağaçlarla ilgili önemli bölümler içerir. Tevrat’ta Hz. İbrahim’in, Avimelek ordusu ile yaptığı anlaşma sonrasında ılgın ağacı diktiği belirtilir.

  • İncil’de sedir ağacından söz edilir. Sedir ağacı, devletin gücü, şanı, şerefi, zenginliği ve otoritesinin simgesidir. Kuran-ı Kerim’de geçen ilahi mesajlara daha detaylı bakacak olursak, ağaç, kök, dal, yaprak gibi bitkisel terimlerin sıklıkla kullanıldığı fark ederiz.

Örneğin, İbrahim Suresi 24. ayette; güzel bir söz, kökü yerde sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetilir. Cennet içinde ağaçların var olduğu bahçeler olarak tarif edilir. Bununla birlikte, kutsal metinlerde adı geçen “yasak meyve”, yine bir ağacın meyvesidir. Çeşitli kaynaklarda, insanoğlunun dünyaya geliş hikâyesinin bir ağacın meyvesiyle başladığı ifadeleri yer alır. Aynı şekilde birçok peygamber kıssasında ağaçlarla ilgili olaylar anlatılır. Ayrıca Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “Kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki fidanı dikiniz!” sözü Müslümanlar için emir niteliğindedir.

Âsâr-ı Ahyâ’dan Osmanlı’ya

Müslümanlar, kurdukları her devlette her türlü canlının faydalanması için meyveli ağaçlarla ağaçlandırma yapmaya özen gösterdi.

İnsanoğlu Taş Devri’nden önce bir “Ağaç Devri” yaşadı.
İnsanoğlu Taş Devri’nden önce bir “Ağaç Devri” yaşadı.

14.yy. da İlhanlı Devleti’nin veziri Reşidüddin, Âsâr-ı ve Ahyâ adlı eserinde mühendisliğin yanı sıra tarım, ağaç yetiştirme, arıcılık gibi konulara da yer vermişti. Vezir Reşidüddin, sadece yazmakla kalmıyor aynı zamanda ağaç ve fidan yetiştirme konusuna özel önem veriyordu ve bu bitkilerin nasıl büyüdüğünü, kültür uygulamalarına ve yetiştikleri çevreye verdikleri tepkileri yakından takip ediyordu. Meyve ağaçlarının aşılanmasının yaygınlaştırılması için oldukça yoğun çaba sarf eden Reşidüddin, ayrıca bu konuların çiftçi, kâhya, mimar ve âlimlerin arasında da bilinmesini istemişti. Doğa ve insan arasındaki kopmaz bağı görüyor ve bu nedenle her disiplinden çalışanın da bunu görmesini ve doğanın insan yaşamının her anına yerleşmesini istiyordu. Öyle ki; Çin ve Türkistan’dan getirttiği fidanlarla Tebriz’de dönemin eşsiz bahçelerini oluşturdu.

  • Osmanlı Devleti zamanında da meyve bahçeleri, orman ve ağaç, tabiat konularında ilmi eserler yazıldı. Günümüzde Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’ne bağlı çeşitli kütüphanelerde; Risaletü fi Garsiâ'l-eşcar, Eşcâr u Esmâr, Kitâb fî Havâssi'l-Nebâtât ve'l-Eşcâr, Hasru Esmâ'i'l-Eşcâr ve'n-Nebât bi Lugati'l-Yûnân ve'r-Rûm ve's-Suryân ve'l-Berber ve't-Türk ve'l-Arab, Risâle der Beyân-ı Menâfi'-i Eşcâr ve Evrâk gibi eserler hâlâ mevcut.

Mehmed Ubeydî tarafından yazılan Netâyicu’l-Eşcâr isimli eserde de Sultan I. İbrahim’in, 1641 yılında, Sarı Abdullah Efendi’ye bahçe ve ağaç yetiştirmede hünerli olduğundan dolayı berat verdiğine yer verilmişti. Lale Devri ile birlikte çiçekçilik ve bahçe kültürü o kadar gelişir ki; o döneme yetiştirilen lale bitkisinin ismi verilir ve adına yarışmalar düzenlenmeye başlamıştı. Yine aynı dönemde, saray bahçelerine ve Kağıthane’ye (Has Bahçe’ye) civar illerden çeşitli fidanlar getirilerek dikimleri yapıldı ve ayrıca İstanbul’da tıbbi ve aromatik bitkiler için botanik bahçeleri kuruldu. 1710 yılında Türkiye'ye sığınmış İsveç Kralı XII. Charles, yani Demirbaş Şarl’ın da Osmanlı’nın bu çalışmalarından etkilenerek, ülkesine döndüğünde Stockholm'de aynı şekilde planlamaya giderek parklar ve peyzaj düzenlemeleri yaptırdığı biliniyor.

Anadolu’da ilk ağaç mevzuatı

Osmanlı Devleti’nde ağaçlandırma yapılması ile ilgili ilk mevzuat 1840 yılında yürürlüğe girdi. 22 maddelik Orman Layihası’nın, 17. maddesinde, “Genç ağaçların uzun ve güzel olması için etrafındaki dalların reisler tarafından koruculara ayıklatılıp ormanların açık olan yerlerine, ilkbaharda reis ve korucular fidan diktirmeli ve tohum ektirmeli ki yavaş yavaş orman dolsun” şeklinde bir hüküm yer aldı.

Bu süreç sonrasında toplu olarak ağaç dikimi, soğuk iklimin hâkim olduğu Erzurum Vilayeti’nde yapıldı. 1853 yılında yörenin yakacak ihtiyacını temin etmek için 300 bin ağaç dikildi. Bu çalışmadan dolayı Padişah’ın, çalışmanın uygulanmasını sağlayan ve kontrolünü sağlayan Zarif Paşa’yı tebrik ettiğini de yine kaynaklar üzerinden görebiliyoruz.

1903 yılında Erzurum'da yol ağaçlandırmaları ve belediye bahçesi, Foto Servet-i Fünun
1903 yılında Erzurum'da yol ağaçlandırmaları ve belediye bahçesi, Foto Servet-i Fünun

Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa da orman ve doğa konusunda duyarlı birisiydi. Bu alanda yapılması gereken işleri Tembihname ismindeki eserine dahil etti. Örneğin 5 Ağustos 1882 tarihli İkinci Tenbihname’de, ormanlardan; “Düşük ve devrikten başka ağaç kesilmemesi, kök sökülmemesi ve kabuk soyulmamasını…” emretti. Bununla birlikte köylülerin kendi yakacak ihtiyacını kolayca temin etmesi için tarla kenarlarına ağaç dikilmesini istedi. Üstelik, verilen emre rağmen tarlanın dört tarafına tohum ekmeyen veya fidan dikmeyen köylülere para cezası uygulanacağını da vurgulayarak bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını da göstermiş oldu. Arazisi fazla olanların ise en az bir dönüm orman kurmasını da tavsiye etti. Verdiği emirleri içeren tüm konuların uygulanma sorumluluğu doğrudan doğruya nahiye ve daire müdürlerine, kaymakamlara, belediye ve kolluk kuvvetlerine vererek yerinden yönetimle takibini de sağladı. Bu konu çerçevesinde başarılı olan memurların devlet nezdinde muteber sayılacağını, görevini tam yapmayanlar hakkında ise yasal işlem yapılacağını bildirdi. Vali Halil Rıfat Paşa tüm bu konularda gevşeklik yaşanmaması ve gereken önemin verilmesi için sekizinci ve dokuzuncu tenbihname ile de emirlerini tekrarladı.

Sivas ve Erzurum vilayetleri bilindiği üzere Anadolu’nun en soğuk bölgesi olarak değerlendirilir. Halkın mağduriyet yaşamaması için mülkî amirlerin yakacak ihtiyacına yönelik önlemleri almaları gerekirdi ve bu önlemler kapsamında 1890 yılında Erzurum’da bir milyon meyveli-meyvesiz ağaç dikildi.

Ormanlaşma faaliyetleri

1909 yılında Erzurum vilayetine, mülkiye kökenli, coğrafya öğretmeni ve aynı zamanda Almanya’da bulunan Bonn Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun Mehmet Celal Bey vali olarak atandı. Mehmet Celal Bey, göreve başladığı yılın sonbaharında, şehir civarına çam ve meşe tohumu ektirdi. Daha önemlisi Erzurum Vilayet Meclisi 1910 yılı, nisan ayında aldığı bir kararla, ülkemizin ilk ağaç bayramının temellerini attı. Mecliste alınan karar doğrultusunda 13 Nisan günü, bando ve mızıka eşliğinde, şehrin halkı ve Sanayi Mektebi öğrencilerinin bulunduğu büyük bir kalabalık, şehir civarında hazırlanan alana giderek kavak fidanları diktiler. Kamuoyu tarafından takdir toplayan bu etkinlik basın yoluyla tüm ülkeye duyuruldu.

1911 Manastır Ağaç Bayramı, bu aynı zamanda en eski ağaç bayramı fotoğrafı 1914
1911 Manastır Ağaç Bayramı, bu aynı zamanda en eski ağaç bayramı fotoğrafı 1914

1913 yılında Ticaret ve Ziraat Nazırlığı’na atanan Mehmet Celal Bey, ilk iş olarak mevcut ormanları tahribattan kurtarmak ve çıplak alanları ağaçlandırmak için çalışmalar yapmaya başladı. Bu kapsamda, 19 Şubat 1913 tarihinde; “Orman Yetiştirilmek Üzere Vilayete Yazılan Tahriratı Umumiye” isimli bir belge hazırlanarak tüm vilayetlere gönderildi. Belgede, ormanların tahrip edildiği ve bunun sonucu olarak erozyon ve sel baskınlarının yaşandığı ifade edilerek kalıcı ve sürdürülebilir sonuçların alınabilmesi için yapılması gerekenlere dikkat çekilir. Çözüm olarak her yerleşim yerinde birkaç dönümlük sulanabilir arazi ayrılarak fidanlık kurulması ve masrafların da yerel birimler tarafından, belediye, kaymakamlık gibi, karşılanması isteniyordu. Bu konu ile alakalı olarak Orman Genel Müdürlüğü tarafından köy ve kasabalarda orman yetiştirilmesi için “Orman Yetiştirmek Usulü” isimli talimat kitapçığı basılarak dağıtımı da sağlandı.

Karabekir Paşa’nın çalışmaları

Genel olarak ülkemizin zor ve mücadeleli yıllarında da ağaç bayramlarının yapılmasına özen gösterildi.

Kazım Karabekir Paşa'nın Orman Mektebi'ne yaptığı ziyarete ait haber, Tevhid-i Efkar, 16 Kasım 1923b
Kazım Karabekir Paşa'nın Orman Mektebi'ne yaptığı ziyarete ait haber, Tevhid-i Efkar, 16 Kasım 1923b

Şark Cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa, doğu sınırlarımızı emniyet altına alırken diğer taraftan da vatanın geleceği ve savaş esnasında kısmen tahrip olan ormanlarımızın yeniden yetiştirilmesi için 20 Nisan 1920 salı günü bir ağaç bayramı tertip ettirdi. Karabekir Paşa hatıratında bu olayı, “Maraş ve Aydın isimlerini şarkta da ebedi yaşatmak için muhtelif yerlere bugün bu ismi verdik. Erzurum’da Köşk’e Aydın, İbret Yeri bahçesine Maraş bahçesi, Ilıca ve Hasankale’nin sıcak ılıcasına Maraş, soğuğuna Aydın ismi meclis-i idare kararıyla verildi. 20 Nisan 1920 salı günü ağaç bayramı yapıldı, Aydın ve Maraş bahçelerine mutantan (gösterişli) merasimle ağaçlar diktik” cümleleriyle aktarır.

İstiklal Harbi’ni ormanlar kazandırdı

Kazım Karabekir Paşa’ya İzmir İktisat Kongresi’nde ormancılığı himaye ettiği için İstanbul’da bulunan Orman Mektebi tarafından fahri müderrislik (fahri doktora) unvanı verildiği de eklememiz gereken önemli bir ayrıntı. Bu vesile ile orman mektebini ziyaret eden Paşa’nın tören öncesinde yaptığı konuşma ağaç ve ormancılık konusuna verdiği önemi anlamamız için oldukça önemlidir: “Meslektaşlarımla iftihar ederim. Ormanlar hakkında hissiyatımı arz edeyim. İnsanın bir iki ağaca bakarken ruhundan gülümsememesi mümkün müdür? Öyle zannediyorum ki herkes aynı hisle mütehassistir. Fakat, bütün bunlara rağmen öyle yerlerimiz, öyle memleketlerimiz var ki tek ağaçtan bile mahrumdur. Ormansız memleket saçsız kız gibidir.

1914 yılında ağaç bayramına katılan Bursa Mekteb-i Sultani öğrencileri
1914 yılında ağaç bayramına katılan Bursa Mekteb-i Sultani öğrencileri

Arkadaşlar! Ormansız yerlerde toprak felâketi daimîdir. Ormanlar memleketlerin, beldelerin sıhhat ve feyz kaynağıdır. Fakat sevgili arkadaşlarım, biz maalesef orman ilmini bilmiyoruz. Bunu halka anlatacak sizlersiniz. Bugün sizin aranızda bulunduğum için en şerefli dakikalarımı yaşıyorum. Arkadaşlar hepinizin gözlerinden öperim. Teklif ettiğiniz Fahri Müderrislik benim için edebi bir şereftir. (...) Hür bir hava teneffüs ediyoruz. Size ilk defa işiteceğiniz bir cümle söylüyorum: Biz İstiklâl Harbi’ni ormanlar sayesinde kazandık. Bu bir muammadır. Daha bir zaman muamma olarak kalsın. Onu gelecek zaman halledecektir. Sulh olmuştur. Fakat iktisadî sahadaki harbe henüz yeni başlıyoruz.

  • Bu sahada sulh ve mütareke yoktur. Mağlûbiyetin telafisi mümkün değildir. Siyasî harplerle ordu harplerindeki mağlûbiyeti İktisadî galibiyetler telâfi edebilirse de İktisadî mağlûbiyetleri siyasî harpler telâfi edemez. İktisat sahasında mağlûp olan Türklerin ne elim anlar geçirdiğini hepimiz görüyoruz. 60 - 70 sene evvel ormanlarımız ilmî değilse de, halkımız gibi, tabiî bir şekilde mevcut idi. Hiç olmazsa maneviyatla muhafaza ediliyordu. İdareyi müstebide (baskıcı idare) garbı taklit edeceğiz diye, saf Türk halkındaki maneviyatı, ananeleri, mukaddesatı aldı götürdü. Buna mukabil medeniyet getireceği yerde, füyüzatımızı (feyiz aldığımız değerleri), ahlâkımızı ve servetimizi de mahvetti, kuruttu.

Arkadaşlar! Memleketi iktisat sahasında yükseltmek Türklüğe ve İslamiyet’e has olan şiarımız ve imanla çalışmak hepimiz için borçtur. Her müşkülâta katlanarak yetişecek olan sizler vatanın ümidi, istikbalisiniz. Azim ve imanımızı kırmaksızın çalışın, arkadaşlar.”

Kadim dostla buluşma

Aslında ağaçlandırma bir nevi topraktan özür dileme arayışıdır. Orman Fakültesi hocalarından ve bir dönem Orman Bakanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Selahattin İnal’a göre; toprağa karşı işlenen günahların en kestirme ve en ucuz kefareti, hızla bozulan yerlerin ağaçlandırılmasıyla mümkündür. Esasında Türkiye’nin orman politikaları, büyük ölçüde ağaçlandırmaya yönelik çalışmaları kapsar.

Bugün ormancılıkta başarılı işler yapılıyorsa şunu açıkça ifade etmekte fayda vardır ki, bunun sebebi sorumluluk sahibi etkin şahsiyetleri tarafından ormancılık ciddi olarak himaye edilmiştir. Ayrıca Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılan ormancılık tecrübesi ülkemizde yapılan ağaçlandırma ve fidanlık çalışmalarına şüphesiz büyük katkı sağlamıştır. Beraberinde modern fidanlıkların kurulması ve kaliteli fidan üretimine geçilmesi, ağaçlandırma çalışmalarına ciddi ivmeler kazandırmıştır. Ormanlarımızı arzu edilen düzeye ulaştırmanın tek ve akılcı yolu ağaçlandırmaya gereken önemin verilmesiyle mümkün olacağı açıktır. Unutmamak gerekir ki ülkemizin orman davası aslında ağaçlandırma davasıdır. Kadim dostumuzla tekrar buluşma davasıdır.