Aida Begic : Sinemada tek hedefim insanın özüne ulaşmak

 Aida  Begic : Sinemada tek hedefim insanın özüne ulaşmak
Aida Begic : Sinemada tek hedefim insanın özüne ulaşmak

Cannes ödüllü Bosnalı yönetmen Aida Begic, Türkiye’de yaşayan Suriyeli yetim çocukların gerçek yaşam hikâyesini beyaz perdeye taşıdığı, Oscar’a aday olan son filmi “Bırakma Beni”nin gösterimi için Türkiye’ye geldi.

Kar filminin adını “İlk Kar” yapmaya çalışmışlardı. Ortak yapımcılarla çok çalıştım. Beni etkilemek kolay değil.
Kar filminin adını “İlk Kar” yapmaya çalışmışlardı. Ortak yapımcılarla çok çalıştım. Beni etkilemek kolay değil.

Fotoğraf gerçektir, sinema ise saniyede yirmi dört kere gerçektir” diyen Jean-Luc Godard’a kulak verelim. Çünkü eğer Aida Begiç sinemasın nedir, diye sorarsanız işte bu cümleler tam olarak onu anlatır. Hikâye örgüsü, seçtiği mekânlar, hatta oyuncular bile öylesine gerçektir ki hayatınızın kayıt altına alındığını sanırsınız.

Örnek verelim, Aida Begiç, Suriyeli yetim çocukların gerçek hikâyesine yer verdiği son filmi Bırakma Beni’yi çekerken oyuncuları kamplardan seçti. Hiçbiri oyuncu değildi, çocukların bildikleri tek şey acının ne olduğuydu. Begiç, yetimlerle aylarca süren atölye çalışmaları yaptı.

Bosnalı yönetmenin, sinemasını anlatan diğer unsur ise, kadın bakışını merkeze alan filmler yapması. İzleyicisi onun acıya olan yaklaşımını seviyor; filmleri festivallerden bol alkış ve ödülle dönüyor.

Son olarak, Bırakma Beni “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday oldu. Biz de Aida Begiç ile sinemasını oluşturan unsurları ve son filmini konuştuk.

İlk uzun metrajlı filminiz Kar’da Bosna-Hersek’te bir hiçliğin ortasında bulunan küçük bir köyün hikâyesini anlattınız. Bu filmle Kore, New York, Tahran, Belgrad, İzlanda’dan ödüller aldınız. Tiyatrocu olmak isterken sinemaya yöneldiğinizi biliyorum. Sizi sinemaya iten asıl duygu neydi?

Aslında tiyatrodan çok daha önce sinemayla tanıştım. Tiyatro süreci benim için çok monoton gelişti. Hep aynı oyuncularla iki ay aynı yerde olmaktan sıkıldım. Sinemada daha farklı insanlarla daha dinamik bir iş yapıyorsunuz.

Tiyatroya nazaran sinemayla daha kolay mesaj verebilirsiniz. Bir soruna yönelmek ve onu aktarmak sinemayla çok daha kolay. Balkanlar’daki sorunların kadın bakış açısıyla ele alınmasını çok özledik. O yüzden bu alana yöneldim.

İlk başörtülü yönetmenlerden birisiniz. Daha önce bir röportajınızda, kadın yönetmen olmanın zor olduğunu, başörtülü veya başörtüsüz bu zorlukları hep yaşadığınızı söylemiştiniz. Gelinen noktada durum ne?

Bir kadınsanız her türlü zorluğu yaşıyorsunuz. Bosna’dan gelip başınız kapalı olunca durum daha da karmaşık oluyor. İlk zamanlarda, kadının -hele bir de başörtülüyse- sinemada yeri olmadığını düşünüyorlardı. Onlara göre, sırf kadın olduğunuz için evde oturmanız gerekiyor.

Bütün bunların üzerine gitmem lazımdı. Kendimi ve işimi geliştirmem gerekiyordu. İnsanlar yaptığım işin iyi olduğunu gördüklerinde zamanla bana karşı tavırları da değişti. İslam dünyasında Müslüman kadınların yükselişinde bir artış olduğundan duruma eskisinden daha sıcak bakılıyor.

MÜSLÜMAN BİRİNİN SANAT YAPMASI GARİP KARŞILANIYOR

“Öncü” olmanın misyonunu üzerinizde hissediyor musunuz?

Bunu bir görev gibi algılamadım. Daha doğrusu bunu görevmiş gibi yapmadım. Yönetmen olmak istedim. Sorun hem yönetmen olmak istemem hem de başımın örtülü olması oldu. Bu sadece içinde bulunduğum bir durumdu. Bütün engelleri aşıp kendi yolumu bulmam gerekiyordu.

Uluslararası sinema sektöründe “Müslüman yönetmen” olmak nasıl karşılanıyor/karşılık buluyor?

İnsanlar Müslüman birinin sanat yapmaması gerektiğini düşünüyorlar. (Mesela arkadaşlarım daha önce hem sanatla uğraşan hem de dindar birini görmemişlerdi.) Çok büyük bir paradoks bu aslında. Eğer özgür bir dünyada yaşıyorsak, din ayırt etmeksizin sanatın herkes tarafından yapıbileceğinin kabullenilmesi gerekiyor.

Çeşitli festivallere katılıyorsunuz. Az önce sözünü ettiğiniz “kabullenme” ne ölçüde gerçekleşiyor? Ötekileştirildiğiniz veya dışlandığınız oluyor mu?

Evet, çok fazla! Bir festivale katılmıştım. Jüride Fransız bir kadın vardı. Festivale Saraybosna’nın Çocukları filmiyle katılmıştım. Ödül almama çok karşı çıktı. Bana açıkça şöyle dedi: “Başı kapalı birinin ödül almasını istemiyorum. Çünkü eğer sana ödül verirsek bunu dünyaya yayacaksın ve başkaları da senden görüp cesaretlenecek.” Bu tavır en keskin olanıydı. Bunları görünce daha çok çalışmanız gerektiğini anlıyorsunuz. Bütün bunlar üzerine gidilmesi gereken zorluklar. Asla yılmamak gerekiyor.

KADIN SİNEMACILAR İNSANIN İÇİNE YÖNELİYOR

Kadın yönetmenlerin sayısı giderek artıyor. “Sanatın kadını-erkeği olur mu?” meselesi netameli bir konudur. Sizce sinemada “kadın gözü” diye bir şey var mı?

Çok önemli bir soru. Bu konuyu öğrencilerimle de çok konuşuyoruz. Kadın sineması üzerine de çok konuşuyoruz. Kadın gözüyle bir hikâye anlatıldığında daha içerden ve içten oluyor. Karakterlere bakış bir yönetmen gözünden daha çok onları anlamaya yönelik oluyor.

  • Erkeklerin anlattığı bir savaş filmi olsaydı mesela, çoğunlukla kahramanlıklara yer verilen, her şeyi erkek üzerinden anlatmaya çalışan megaloman bir film olurdu. Kadınların yaptığı filmlerde hep tek kişinin gözünden, içsel yön anlatılır. Kadınlar her zaman değil ama çoğunlukla daha duygu yoğunluğu fazla olan filmler yapıyorlar. Mesela, Balkan sinemasında daha karmaşık kadın figürleri görürsünüz. Sadece tiplemeler değil, karakterler de karmaşıktır.

Savaşta, kadınların yaşadığı acıları anlatan ilk yönetmensiniz. Bosna savaşı bittiğinde 15 yaşındaydınız. Savaşı kadınların gözünden anlatmanızın sebebi oradaki gerçeğin başka türlü yeterince iyi aktarılamaması mı?

Savaşlar genelde erkeklerin aldığı kötü kararlardan ortaya çıkıyor. Günün sonunda en çok acı çekenler kadınlar ve çocuklar oluyor. Yalnız kalıyorlar, çocukları veya kocaları ölüyor. Yalnız olarak hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Kimse onları savaşın önemli bir parçası olarak görmüyor ama bence yoğunlaşmamız gereken nokta bu. O yüzden kadın gözünden anlatmaya çalışıyorum.

Bütün savaşlar elbette çok kötü. Ama en kötüsü savaş sonunda sizi bekleyen hayat. Çok kötü bir tecrübe. Büyük hayal kırıklığı. Halkın morali çöküyor. Hayata karşı her zaman güçlü olmak zorundasınız, mücadele etmek durumundasınız.

Balkan sineması üzerinden değerlendirecek olursak, yaptığınız filmleri ve yönetmenliğinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Bulunduğum konumun ve geçmişimin hiçbir zaman filmlerime yansıması gerektiğini düşünmüyorum. O yüzden kendi sinemamı bağımsız görüyorum.

O zaman şöyle sorayım, filmleriniz “Balkan sineması”nda nasıl karşılanıyor?

Eski Yugoslavya’da çok hoş karşılanıyordu. Çalışmalarımı takdir eden insanlar vardı. İlk filmim Kar o bölgede referans olmaya başladı. Bu nedenle kendimle gurur duyuyorum. Kadın olarak bu sinemanın ilk öncülerinden olduğum için. Takdir görmek gurur verici.

BOSNALIYIM AMA YEREL DEĞİLİM

Bosna için “Bir ülkenin bir parçası olmak gibi hislere sahip değilim” diyorsunuz. Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?

Bosnalıyım. Tabii ki kendimi ülkeme bağlı hissediyorum. Ama burayı bir sınır olarak görmüyorum.

Kendinizi her ne kadar bu kimlikle sınırlamasanız da “Bosnalı yönetmen” olarak anılıyorsunuz. Bu noktadan bakınca sinemanız ne kadar yerel?

Kendimi hiçbir zaman mantalite olarak yerel bulmadım. Öğrencilerime ve genç meslektaşlarıma da bir yerle sınırlı kalmamalarını öneririm.

Sinemanın herkesin anlayabileceği şekilde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Diyelim Japon bir yapımcıyım, anlattığınız hikâyeye kültürel olarak yabancı olsam da onu anlamam gerekir.

Bela Tarr’ın dediği gibi “Bir filmi herkes anlayabilir, sinema herkes içindir.”

Evet. Ama aynı zamanda geldiğim yerle paralel bir şeyler yapmak istiyorum. Yaptığım işe geldiğim bölgeden de bir şeyler koymak istiyorum. Çünkü geldiğim yeri anlarsam kendimi de daha iyi anlayacağıma inanıyorum.

SAVAŞTAN SONRA GELEN NESİL FAŞİST

Bosna’da yaşanan soykırımın üzerinden neredeyse otuz yıl geçti. Bu süre zarfında yeni kuşak oluştu. Bu acı ve travma zamanla neye dönüştü?

Sanatçı objektif ve toplumu düzelten olmalı. Bu nedenle bir toplum için çok gerekli, onların varlığı.
Sanatçı objektif ve toplumu düzelten olmalı. Bu nedenle bir toplum için çok gerekli, onların varlığı.

Bence Bosna bir ülke olarak bu travmadan başarılı bir şekilde çıkamadı. Maalesef çok bölünmüş bir ülke. Hâlâ süregelen bir faşizm ülkede hâkim. Hatta bazı bölgelerde yeni nesil eskisine göre daha faşist. Bir yandan ekonomi çöküşte. Aslında en çok ahlaki olarak çöktüğümüzde hayal kırıklığı yaşadım.

Genel olarak iyiliği kaybettiğimizde… İnsanlar giderek birbirlerine daha kötü davranıyorlar. Genel olarak dünyada böyle bir şey var zaten. Bütün bunların bir travmanın uzantısı olduğunu düşünmüyorum. Yeni kuşak o travmayı yaşamadı. Bütün bunlar faşist bir politikanın ürünü.

Gençliğinizde muhalif biriymişsiniz. Hatta sanatçının muhalif olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Zamanla bu düşünceleriniz neye evrildi?

Evet, muhalifim. Sanatçıların daha sakin kafayla düşünmeleri gerekiyor. Sanatçı objektif ve toplumu düzelten olmalı. Bu nedenle bir toplum için çok gerekli, onların varlığı.

Bosna’da savaştan tahrip olmuş bölgelerin çoğunda sinema bile olmadığını duymuştum. Bosnalıların filmlerinize olan yaklaşımı nedir? Kendi ülkenizde takdir görüyor musunuz?

Kar savaştan sonra en çok izlenen film oldu. Bosna’da o filmi izlemeyen kimse yoktu. Bu film tarihimizin en önemli filmlerinden biri oldu. Çünkü savaştan sonra Bosna ilk defa böyle bir konuyla gündeme geldi. Kar’la yeni bir sayfa açtık.

Bosna hakkında çekilen filmler yetersiz. Bunun nedeni, ekonomik sebepler mi yoksa sinematografik bakışın yetersizliği mi?

Belki de bu bölgenin çok önemli bulunmamasından kaynaklanıyor. Michael Buttom’un Sarajevo’ya Hoş Geldiniz’i gibi filmler oldu. Yurt dışında Bosna hakkında iyi film yapanların sayısı çok az. O yüzden seçme şansınız yok. Konu olarak cazip gelmediğinden film yapılmıyor diye düşünüyorum.

KAMPLARDAKİ ÇOCUKLARDAN ÇOK ETKİLENDİM

Bu zamana kadar birbirinden farklı ülkelerin yapımcılarıyla çalıştınız. Bu sinemanızı kısıtlıyor mu?

Kadın gözüyle bir hikâye anlatıldığında daha içerden ve içten oluyor.
Kadın gözüyle bir hikâye anlatıldığında daha içerden ve içten oluyor.
Yapamazlar. Bazen deniyorlar ama yapımcılardan daha çok, satış bölümü müdahalede bulunmak istiyor. Mesela Kar filminin adını “İlk Kar” yapmaya çalışmışlardı. Ortak yapımcılarla çok çalıştım. Beni etkilemek kolay değil. Herkesin düşüncesini duymayı seviyorum ama zorla bir şey yaptıramazlar. Kendi yapım şirketimi açmamdaki sebep de buydu zaten. Bu tür kısıtlamalarla karşılaşmamak içindi.

Daha önce filmlerinizde Bosna Savaşı’nın mağdur ettiği hayatlara değinmiştiniz. Şimdi bu filminizde Suriye Savaşı’nın mağdur ettiği hayatları anlatıyorsunuz. Savaş söz konusu olduğunda, acının sosyolojik anlamda ortak yaşandığı ve ayrıştığı noktalar neler?

Bu benim en başarılı olduğum film diyebilirim. Kendimden yola çıkacak olursam, beğendiğim filmler, duygusu bana geçen filmler oluyor.
Bu benim en başarılı olduğum film diyebilirim. Kendimden yola çıkacak olursam, beğendiğim filmler, duygusu bana geçen filmler oluyor.

Konular çok benziyordu. Hem metafizik hem de belgesel açıdan birbirine yakın. Fakat dil, kültür ve ortam farklıydı. Dünyayı gezerken gördüğüm şey; aslında insanlar sandığımızdan daha çok birbirlerine benziyorlar. Genelde aynı şeyleri sevip aynı şeylerden nefret ediyoruz. Farklı kültürlerle ilgili çalışmak farklı bir tecrübe oluyor.

Mesela ben bu sayede Suriye kültürünü de tanıdım. Araştırma yaptım, çok fazla iletişim kurdum. Bu filmi yapmak için Arap kültürüne yakından bakmak ve onu öğrenmek zorundaydım. Özellikle dil üzerine çok araştırma yaptım. İletişimlerindeki özel tarafları çıkarmaya çalıştım.

Son filminiz Bırakma Beni’ de Suriyeli mültecilerin içinde bulundukları durumu anlatıyorsunuz. Filmin senaryosu size ait ve gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Filmde oynayan çocuklar mülteci ve yetim, hepsini kamplardan seçtiniz. Çekimler sırasında sizi etkileyen ne oldu?

Oradaki çocuklarla konuşmak beni çok etkiledi. Mesela, Muhammed diye bir çocuk vardı. Yedi veya sekiz yaşlarındaydı. Abisiyle atölye çalışmalarımızdan birine katıldı. Oradaki çocuklara “Hayatınızda başınıza gelen en mutlu, en komik olay neydi?” diye sordum. Bu tür soruları genellikle soruyorum çünkü rol alıştırması için gerekli olabiliyor. Aynı soruyu Muhammed’e de sordum. Bir süre düşündü ve “Hayatımda bugünkü kadar komik, güzel ve mutlu bir an hiç olmadı” diye cevap verdi. O yaştaki bir çocuktan bunu duymak beni harekete geçiren şey oldu.


Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay ve Akçakale’de atölye çalışmaları yaptınız. Türkiye’de film çekmek sizin için nasıl bir deneyimdi?

Çok iyi tecrübeler edindim. Özellikle Urfa, film çekebileceğiniz en inanılmaz yerlerden biri. İnsanlar çok misafirperver, pozitif ve sıcakkanlıydı. Uluslararası bir filmi böyle bir mekânda çekmek benim için mutluluk vericiydi.

SIRADA AŞK FİLMİ VAR

Çekmek istediğiniz ama çekemediğiniz bir hikâye var mı?

Şimdiye kadar, yapmak istediğim ama yapamadığım çok konu oldu. Umarım, hayatımın sonuna kadar film yaparım. Son zamanlarda Balat isimli bir filmin hazırlığındayım. Kadın gözünden bir aşk hikâyesini anlatıyorum.

Sözlü Bosna halk şiirine dayanan bir hikâye... Yakın zamanda filmi çekmeye başlayacağım. Aslında bu projeyi 2015 yılında durdurmuştuk. Bırakma Beni filmi için yarım kalmıştı. O yüzden en kısa zamanda tekrar çekmeye başlayacağım.

Cannes’dan ödül aldınız, Bırakma Beni “En İyi Yabancı Film” kategorisinde Oscar’a aday oldu. Bunun sonucunu neye bağlıyorsunuz?

Bu benim en başarılı olduğum film diyebilirim. Kendimden yola çıkacak olursam, beğendiğim filmler, duygusu bana geçen filmler oluyor. Ben filmlerimde bunu başarıyorum, demiyorum. Sinema yaparken tek bir hedefim var, o da insanın özüne ulaşmak.

  • Aida Begic

  • 9 Mayıs 1976’da Saraybosna’da dünyaya gelen Aida Begic, Saraybosna Sahne Sanatları Akademisi’nden mezundur. Mezuniyet filmi olan İlk Ölüm Deneyimi isimli filmi 2001 Cannes Film Festivali Cinéfondation Resmi Seçimi’nde gösterilmiştir ve dünyanın her yerinde sayısız festivalde pek çok ödül kazanmıştır. Uzun metrajlı ilk filmi olan Kar 2005 Cannes Film Festivali’nde gösterilmiş ve 2008 yılında Grand Prix ödülünü kazanmıştır. Dünya çapında yirmiden fazla ödülün sahibi olan bu filmden sonra ikinci uzun metrajlı filmi Saraybosna’nın Çocukları’nı çeken yönetmen, bu filmi ile 2012 Cannes Festivali Un Certain Regard resmî seçiminde jüri özel ödülünü almıştır. Son filmi olan Bırakma Beni hem Türkiye’de hem de Bosna-Hersek’te geçmektedir