Aklıkarışıklar için kılavuz

Modern duruma itiraz edenler genellikle şair ve romancılar. Araziye uyanlarsa genellikle ilahiyatçı ve iktisatçılar. İlahiyatçılar durumu tam anlayamadıklarından, iktisatçılar ise çok iyi anlamış olduklarından!
Modern duruma itiraz edenler genellikle şair ve romancılar. Araziye uyanlarsa genellikle ilahiyatçı ve iktisatçılar. İlahiyatçılar durumu tam anlayamadıklarından, iktisatçılar ise çok iyi anlamış olduklarından!

Schumacher’in şakirtleri Küçük Güzeldir’e zeyl olarak Küçük Mümkündür’ü yazdılar. Ama Batı (şimdi de Doğu) burjuvazisi Büyük Kârlıdır’da diretiyor. Ve gemi, içindeki yolcuların çoğunun “keşke toprak olsaydık...” diyecekleri kaçınılmaz akıbete doğru yol almaya devam ediyor.

Esrarengiz bir haber: “Mutfak tadilatında gizli kasa bulundu!” (Milliyet, 4 Ekim 2015) ABD’de genç bir çift, mutfaklarını yenilerken zeminde gizlenmiş bir kasa buldular. Kasanın şifresinin, daha önce ecza dolabının arkasında buldukları bir kâğıtta olabileceğini hatırladılar. Şifre doğruydu ve kasadan deste deste para ile bir şişe viski ve bir de kitap çıktı: “Gördüklerimize inanamadık. Zaman durmuş gibiydi. Bir süre öylece baka kaldık.”

  • Kasadaki kitap, Küçük Güzeldir’in yazarı E. F. Schumacher’in Aklıkarışıklar İçin Kılavuz başlıklı eseriydi. Sayfalarının arasında bir bingo kartı ve çok sayıda siyah beyaz fotoğraf vardı. Fotoğraflardan birinin arkasında şunlar yazılıydı: “Okuman gereken bir kitap bu, Alan. Önemli bölümlerin altını çizdim. Arkadaşın, Vincent.”

1977 yılında yayımlanan Kılavuzu ben, 1980’lerde parça parça çevirip bazı dergilerde yayımladım ve Bilim Sanat’taki derslerimde okuttum. Çeviri 1990 yılında yayımlandı ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin “En İyi Çeviri” ödülüne layık görüldü. Kitabı, tıpkı yukarıdaki haberde geçtiği gibi, bir arkadaşının tavsiyesiyle okuyan bir fizyoloji doçenti şunları yazdı:

Sizi de okumaya davet ediyorum. Yalnız mutlaka yanınızda bir defter ve elinizde bir kalem olsun.
Sizi de okumaya davet ediyorum. Yalnız mutlaka yanınızda bir defter ve elinizde bir kalem olsun.

“Hayatımı, umutlarımı, bazı şeylere olan tepkilerimi, anlayışımı ve tüm değerlendirme kriterlerimi neredeyse baştan sona değiştiren o incecik kitap! İlk elime aldığımda, amacım sadece vakit geçirmekti. Bir arkadaşım tavsiye etmişti okumam için (hatta, ‘Tam senlik!’ demişti). Bana alıntıladığı yerleri beğenmiştim; ama bu kadar çok sorunuma merhem olabileceği hiç aklıma gelmemişti.

Bu kitap gerçekten de, özellikle bilimsel ve modernist düşünüş açısından aklı karışanlar için gerçek bir kılavuz niteliğinde. İnsan bilgisinin düzeyi, eldeki bilginin kalitesi ve geçerliliği gibi temel konularda insanı yerden yere vuruyor. Söylediklerinin neredeyse hiçbirine itiraz edemiyorsunuz. Çünkü maalesef çok yalın, çıplak ve açık gerçeklerden bahsediyor. Muhakkak okunmalı, muhakkak okutulmalı, hatta mümkünse ezberlenmeli. Hele bu kadar özenli ve açıklamalı bir çeviri, gerçekten az rastlanır bir eser yapıyor bu kitabı. Kendim hakkında bu kitaptan çok fazla şey öğrendim. Sizi de okumaya davet ediyorum. Yalnız mutlaka yanınızda bir defter ve elinizde bir kalem olsun. Aklınıza gelecek çağrışımların uçup gitmesine izin vermeyin. Garanti ediyorum, bu kitap sizi geliştirecek…” (Sinan Canan, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi)

İbn Meymûn’dan Rene Guenon’a bireyci inkârın reddi

“İmal ediyor ve satıyorum, öyleyse varım!” Descartes, böyle bir ifadeyi kendine hakaret mi sayardı? Belki. Fakat önerdiği düşünme yönteminin yukarıdaki ilkeyi haklılaştıracak bir dünyaya temel oluşturduğu inkâr edilemez. Scumacher tüm olgunluk dönemini Kartezyen akılyürütmenin sınırlarını, bu sınırlılığın bireysel ve toplumsal düzlemde yol açtığı sorunları tartışmaya adadı. Ateizm’den Budizm’e, oradan Katolikliğe kanat açmış gibi görünse de, ana meselede Rene Guènon’a sadıktı: “Modern bakış açısı Kartezyenizm’de kendi yansımasını görmüş, böylece daha önce olduğundan daha açık bir biçimde kendi kendisinin şuuruna varmıştır.”

Yani Descartes bir başlangıç değil, çok daha önce başlamış ‘yaygın ve karanlık’ bir çabanın sonucudur. Guenon bu yönelimi ‘bireycilik’ kavramıyla açıklıyor: Birey’i aşan herhangi bir ilke tanımamak ve bunun sonucu olarak da uygarlığı bütün şubeleriyle katıksız beşerî unsurlara indirgemek.

Guènon’a göre modern filozof ‘araştırma çılgınlığına’ kapılmış bireyci bir münkirdir. Bireycilik ‘entelektüel’ sezginin inkârıdır. Filozoflar için önemli olan ‘orijinal’ olmaktır, bunun için gerçeği feda etmek gerekse bile. Geleneksel bir uygarlıkta bir adamın bir düşünce üzerinde mülkiyet iddiasında bulunmaya kalkışması düşünülemeyecek bir şeydi. Eğer bir düşünce doğruysa onu kavrayabilen herkese ait demekti, eğer yanlışsa o zaman da onu ‘düşünmüş’ olmakla övünmenin anlamı yoktu.

Doğru bir düşünce ‘yeni’ olamaz, çünkü ‘doğru’luk insan zekâsının ürettiği bir şey değildir. ‘Doğru’ bizden bağımsız olarak vardır ve bize düşen de sadece onu kavramaktır. Oysa Descartes için doğru bizim bulduğumuz, bizim çabamızla varlık kazanan bir şeydi.

Hakikate doğrudan giden yolu arayanlar, aritmetik ve geometrinin kanıtlarına eşit bir kesinliğe sahip olamadıkları herhangi bir şey için canlarını sıkmamalıydılar. Dikkatimizi sadece ‘zihnî kuvvetlerimizin, emin ve şüphesiz bilgisi için yeterli göründüğü’ nesnelere yöneltmeliydik.

Kapitalizm, bu yönelişin eseri. Yahut, bu düşünce kapitalizmin eseri! Tavuk/yumurta misali, el ele gelişiyorlar. Bu ‘modern’ duruma itiraz edenler genellikle şair ve romancılar. Araziye uyanlarsa genellikle ilahiyatçı ve iktisatçılar. İlahiyatçılar durumu tam anlayamadıklarından, iktisatçılar ise çok iyi anlamış olduklarından!

Guènon
Guènon

Schumacher, bu kurala istisna oluşturan az sayıdaki örneklerden biri. Kapitalizmin felsefî tabiatını sorgulayan çizgi-dışı bir iktisatçı. “İktisadî problem diye bir şey yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Manevî bir problem var yalnızca!” diyen bir iktisatçı. Üstelik, spekülatif düşünen, sadece kuramsal sorunlarla uğraşan bir insan da değil. Aksine, dünyanın birçok ülkelerinde (Hindistan, Burma...) orta-teknolojiye dayanan projeler geliştirip uygulayan, başta kendi ülkedaşları olmak üzere bütün dünyayı insanî bir iktisadî faaliyete (“hayırlı bir çalışmaya”) davet eden bir ahirzaman münadisi.

Eleştirisine ‘entelektüel’ ve metafizik bir temel ararken Doğu’nun hemen hemen bütün dinî geleneklerden faydalanmaya çalışıyor. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm, Hint öğretileri ve diğerleri... Aklıkarışıklar İçin Kılavuz başlığı 12. yüzyıl İspanya’sının ünlü Yahudi bilgini Maimonides’in (İbn Meymûn) eserinden alınmış. Aradaki küçük fark Schumacher’in saygısından ibaret: Başlıkta harf-i tarif yok. (Yani A Guide..., Maimonides’inki gibi The Guide... değil).

  • Moses Maimonides (1135-1204), Yahudi düşüncesinin her veçhesine hükmeden otantik bir deha, bir ha-Rav (Üstad). Literatürde çoğu kez ‘Öbür Musa’ olarak anılıyor, eseri ise ‘İkinci Tevrat’. Maimonides’in Kılavuz’u, felsefî yönden eğitilen dindar Yahudi’ye Tevrat’ın daha derin manalarını anlaması için bir anahtar sunuyor. Soyut bir allamelik tecrübesi değil, dinî bir risale. İnsanoğlu eğer kutsanmayı, ilahî ihsana layık olmayı, sonuçta kurtuluşa ermeyi arıyorsa, takip edeceği tek yol sahih bilgi’dir. Salih ameller (eylemler) sahih bilgiden kaynaklanır. Tanrı’nın rızasına uygun ameller, Tanrı’nın kâmil ve uygun bilgisinden çıkar ancak. “Hakikat zihninize uygun yöntemlerle yerleşmeli ve eminlik (kesinlik) size tesadüf yoluyla gelmemelidir.”

Maimonides akıl (reason) marifetiyle otantik ve kâmil bir dinî tecrübe peşindeydi. Akıl yolu en üstün yoldu. İnsanda çeşitli tekemmül (olgunlaşma) dereceleri vardı. En aşağı insanlar sadece servet olgunluğuna sahip olanlardı, onlardan sonra fizikî sağlık sahibi olanlar, en üstte ise erdemliler yani kanuna (şeriate) muti olanlar.

Küçük Güzeldir’e karşı büyük kârlıdır

Maimonides’in tekemmül dereceleri Schumacher’in kitabına ilham kaynağı olmuş: Bu dünyada aşağı varlık düzeyleri (kademeleri) ve yüksek varlık düzeyleri vardır. En üstün düzey ‘kendinin-farkında-olma’ (self-awareness) düzeyidir. Bu kademede yer alan, insanoğlu gizil güçlerini harekete geçirip daha yüksek kademelere ulaşabilir. İnsanoğlunu yüksek kademelerin hakikatini araştırmaktan alıkoyan ve ‘aşağı kademelere’ hapseden modern yaklaşımın en önemli dayanağı ise Descartes. Bütün ilgisini herhangi bir şüphe imkânından uzak, sahih ve kesin bilgi ve düşüncelerle sınırlayan Descartes için temel mesele, ‘tabiatın efendi ve sahipleri’ haline gelmemizdir. Onun için ‘hem güçlü hem de ürkünç derecede dar’ bir akıl programı önerir.

Kartezyen akılyürütme sonuçta insanı ‘anlamak için bilim’den ‘manipüle etmek için bilim’e götürmüştür. Bilginin amacı gerçekliğin yapısıyla örtüşmek değil, maddi dünyada etkin biçimde faaliyet göstermektir artık. Böylece ‘çoğulcu’ bir dünyaya ulaşılmıştır, tanrılarla dopdolu bir dünyaya: servet, bilgi için bilgi, hareket hızı, piyasa büyüklüğü, değişim hızı, eğitim ‘miktarı’, hastane sayısı ve daha nice ‘kutsal inek’.

Whitehead 20. yüzyılın başlarında “Etkisiyle çevresini tahrip eden fizikî bir nesne intihar ediyordur” diyordu.
Whitehead 20. yüzyılın başlarında “Etkisiyle çevresini tahrip eden fizikî bir nesne intihar ediyordur” diyordu.

Kılavuz’un son bölümünde Schumacher, maddeci bilimciliğin kendini beğenmişliğinin ve modern insanın mutlak kudretine duyulan imanın çöküşünü sarahatle tasvir ediyor: “Amansız mantığı ile Kartezyen devrim insanı, onun insanlığını idame ettiren yüksek düzeylerden ayırdı, insanoğlu Göklerin (Mâvera) kapılarını kendisine kapattı ve muazzam enerji ve hüner ile kendini yeryüzüne (Mâsiva) hapsetmeye çalıştı. Şimdi Yeryüzünün ancak bir geçiş mevkii olduğunu, dolayısıyla Göklere erişmeyi reddetmenin Cehenneme gönülsüz bir alçalma manasına geldiğini keşfediyor.”

Modern dünyanın dinsiz yaşama deneyimi başarısızlıkla sonuçlandı. Peki, bir ‘geri dönüş’, bir metanoia mümkün olabilir mi? Evet, diyor Schumacher. “Yeryüzünün cömertliği bütün insanlığı doyurmamıza imkân verir; Yeryüzünü sağlıklı bir mekân olarak muhafaza etmek için yeterli ekoloji bilgisine sahibiz; Yeryüzünde, herkesin yeterli barınağa sahip olabileceği kadar alan ve yeterli maddeler mevcuttur; hiç kimsenin sefalet içinde yaşamasını gerektirmeyecek ölçüde yeterli ihtiyaç maddelerini üretmede oldukça mahiriz. Her şey bir yana, ‘iktisadî problem’in zaten çözülmüş bir problem olduğunu göreceğiz: yeterli miktarı nasıl temin edeceğimizi biliyoruz ve bu iş için herhangi bir şiddetli, gayr-ı insanî, saldırgan teknolojiye ihtiyacımız yok.”

Whitehead 20. yüzyılın başlarında “Etkisiyle çevresini tahrip eden fizikî bir nesne intihar ediyordur” diyordu. Batı dünyası bu gerçeği geç de olsa fark etti ama kulakları hakikate hâlâ tıkalı. Çünkü kâinat üzerindeki maddi egemenliğinden, insanlar üzerindeki siyasî, iktisadî, kültürel iktidarından vazgeçmeye niyeti yok. Schumacher’in şakirtleri Küçük Güzeldir’e zeyl olarak Küçük Mümkündür’ü yazdılar. Ama Batı (şimdi de Doğu) burjuvazisi Büyük Kârlıdır’da diretiyor. Ve gemi, içindeki yolcuların çoğunun “keşke toprak olsaydık...” diyecekleri kaçınılmaz akıbete doğru yol almaya devam ediyor.

Gemidekiler için şimdilik yapabileceğim, Aklıkarışıklar İçin Kılavuz’un yeni baskısını yayınlamak. Küre Yayınları’ndan bekleyin.