Artan ekran süresi dikkat bozukluğunu bugün neden daha görünür kılıyor

Prof. Dr. Mücahit Öztürk.
Prof. Dr. Mücahit Öztürk.

Hepimiz dikkat eksikliğinden şikâyet ediyoruz. Özellikle kitap okumak, halletmemiz gereken görevlerimizi tamamlamak sanki gün geçtikçe zorlaşıyor. Çünkü dikkatimiz bölünüyor, dağılıyor. Peki neden öncelerde tek oturuşta tamamladığımız işleri şimdi bir türlü bitiremez olduk? Uzun yıllardan bu yana pek çok konuyla beraber dikkat bozukluğu üzerine de çalışan Prof. Dr. Mücahit Öztürk’e göre bunun nedeni artan ekran maruziyeti. Ancak Öztürk, biyolojik olarak süregelen hastalıkla alışkanlık hâline gelmiş davranışları da birbirinden ayırıyor. Öztürk, bunu daha iyi anlamamız için şunları söylüyor: “Dikkat eksikliği sonradan ortaya çıkmaz. Ancak bazı psikolojik problemlere eşlikçi olarak sonradan ortaya çıkabilir. Bu yapısal bir şey ama insanlar ‘Ben 30 yaşına kadar çok güzel kitap okurdum. Anksiyete bozukluğu veya depresyonum da yok ama artık dikkatli biçimde okuma yapamıyorum.’ diyorlarsa kendilerine şu soruyu sormalılar: ‘Ekranla ne kadar vakit geçiriyorum?’” Şimdi gelin, dikkat meselenin psikolojik kökenlerini konuştuğumuz söyleşinin detaylarına birlikte bakalım…

Dikkat eksikliği nedir hocam? Tanımlayabilir misiniz?

Tehlike şurada başlıyor: Onsuz yapamama. Bu durum bir bağımlılık kriteridir.
Tehlike şurada başlıyor: Onsuz yapamama. Bu durum bir bağımlılık kriteridir.

Öğrenebilmek için bir takım bilişsel yetilere sahip olmamız gerekiyor. Bunlardan bir tanesi de dikkattir. Dikkat ne demek? Önümüzdeki bir duruma, nesneye, öğrenilecek bir olaya ya da çevremize odaklanabilmek. Tabii burada karşımıza birbiriyle ilintili kelimeler çıkıyor. Bunlardan bir tanesi dikkatin kalitesi. Yani bir işe ne kadar kaliteli dikkat ettiğimiz. İkincisi dikkatin süresi. Bir meseleye ne kadar süre odaklanabiliyoruz? Bu ister akademik ister sosyal ister çevremizde olup bitenleri öğrenme olsun... Bir başka kavram da dikkatin dağılması ki bunu günlük hayatta da kullanıyoruz. “Dikkatim dağıldı. Kendimi veremedim. Zihnim dağıldı.” gibi cümlelerle durumu dile getiriyoruz. Dikkatin dağılması önümüzde var olan bir olaydan, bir meseleden belli bir süre sonra dış uyaranlar nedeniyle, uzaklaşmak, başka bir konuya kaymak. Dolayısıyla dikkat eksikliği kelimesi yerine dikkat bozukluğu kelimesi kullanmak daha uygun olacak. Çünkü “dikkat eksikliği” dediğimizde bu söylediğim üç ana hususu, yani dikkatin kolay dağılmasını, dikkatin kalitesini ve dikkatin süresini konuşmuş olacağız. Eğer bunlardan birinde ya da hepsinde problem varsa biz buna tıbbi olarak dikkat bozukluğu diyoruz.

Dikkat dağıtan unsurlar arttı

Bireysel olarak önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor.
Bireysel olarak önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor.

Son günlerde dikkat bozukluğu noktasında artışlar gözlemliyor musunuz? Bu bağlamda birtakım sorunlar artmış olabilir mi?

Öncelikle belirtmemiz gerekiyor ki dikkat bozukluğu yeni bir kavram değil. Tıp literatürüne yaklaşık 120 yıl önce girmiş. İlk defa 1902 yılında dikkatle ilgili insanların bir problemi olabildiği, özellikle çocukların dikkatlerini yoğunlaştırmadıklarında öğrenemedikleri tespit edilmiş. Bu dönemden sonra dikkat bozukluğu kavramı daha ayrıntılı tanımlanmaya başlıyor. Günümüzde dikkatle ilgili problemlerin daha fazla görüldüğü bir gerçek. Bunun da temel nedeni aslında dikkat dağıtan çok fazla unsur olması. Yani dünyanın hızlı değişimi insanoğlunun öncesinde daha kolay dikkat edebildiği, daha uzun süre dikkat edebildiği ve dikkati dağılmadan uğraşabildiği etkinliklere olan ilgisini azalttı.

Meseleyi doğru okumak gerekiyor: Dikkat bir beyin fonksiyonu. Dikkat eksikliği de bir beyin fonksiyonu bozukluğudur. Biyolojik bir şey. Tabii ki dış faktörler var fakat biyolojik yatkınlık bazılarımızın bu sorunu daha fazla yaşamasına neden oluyor. Siz çok fazla ilgi duyduğunuz bir alana yöneldiğinizde, diğer alan sizin için arka plana geçer. Son 20-30 belki de son 10 yılda ne oldu, ne değişti? Ekranları günlük hayatımızda daha çok kullanmaya başladık. Bu süreç aslında televizyon ile başlamıştı. Fakat televizyonun kullanımında insan pasiftir. Yani ekranı sadece olan kanallarla değiştirebilirsiniz. Dijital alanlarda ise çok hızlı bir şekilde ekranı değiştirebiliyorsunuz.

Çok sayıda ekrana sahip olmak, bunların çok fazla seçeneğe sahip olması bu anlamda önemli bir unsur mu?

Sınırsız ve sayısız bir içerik var. Bir düğme, bir tıklama ile ulaşıyorsunuz ve bu sizi oraya hapsediyor. Ekranın çok hızlı değişmesi ve bu değişikliği sizin yapmanız kişinin iradi anlamda dikkatini kontrol edebilmesi anlamına geliyor. Ya da başka bir anlamıyla “hyperfocus” dediğimiz aşırı odaklanma kavramını gündeme getiriyor. Günümüzün çocuklarının hatta erişkinlerinin de en büyük sorunlarından bir tanesi kitap okumamaları. Erişkinler geçmişteki alışkanları nedeniyle devam edebiliyorlar ama onlarda da azalma oldu ekranla beraber. Yeni nesil, yeni yetişen çocukların kitapla tanışması da çok güç oldu. Çünkü kitaptan önce ekranla tanıştılar. Sonuçta okuma yazmayı bilmeyen çocuklar 3 yaşında ekranla karşılaştılar.

O gerçekliğe doğdular yani.

Ona doğdular, parmaklarıyla değiştirdiler, istediklerini buldular. Ve o ekranın içerisinde sınırsız, çok eğlenceli, kendi dünyalarına hitap eden, hayallerinin ötesinde içerikler buldular. Diğer tarafta da sadece harflerden oluşan, sizin anlam yüklediğiniz, zihinsel bir çaba gerektiren okuma eylemi var. Kitap okurken bir yandan da hayal üretiriz ki bu insan beynini çok geliştirir. Mesela siz bir romanı okuduğunuzda aslında bir senaryo okuyorsunuz ama aynı zamanda yönetmen gibi de zihninizde o romanın filmini yönetiyorsunuz. Oradaki ormanı hayal ediyorsunuz, çocuğu hayal ediyorsunuz yani canlandırıyorsunuz.

Eksiklikleri beyin tamamlıyor, değil mi?

Aynen öyle ve beyin çok kreatif bir şekilde çalışıyor. Ekran önündeyse bunun tam tersi söz konusu. Size renk, ses, animasyon müthiş bir şekilde ve çeşit çeşit hâlde veriliyor. Yani cazibe açısından kıyaslanamaz. Bu cazibeye kapılan bir çocuğun da tekrar kitaba dönmesi çok kolay değil. Bu kadar büyük bir haz odağı varken diğer alanlar onların dikkatini çekmemeye başlıyor. Hatta bu nedenle çocuklar ve erişkinler diyor ki “Biz kitap okurken bir süre sonra sıkılmaya başlıyoruz.”

Bu meselenin biyolojik tarafı olduğunu unutmayalım

Kitap okurken keyif almama. Hatta bir uzun filmi bile seyredememe…
Kitap okurken keyif almama. Hatta bir uzun filmi bile seyredememe…

Normalde iyi okuma alışkanlığı olan insanlar bile bu durumdan şikayetçi. Akademisyenler, editörler… Yani işi okumak olan insanlar. Hatta dikkatlerini toplayarak okuma yapabilmek için yeni yöntemler buluyorlar. Bir sayfayı içinden bir sayfayı yüksek sesle okumak gibi…

Ya da atlayarak okumak, bölümleyerek okumak, okutturmak gibi… Çünkü dinlemekle görerek okumak birbirinden daha farklı olabilir. Ancak tüm bunları söylerken dikkatle ilgili problemin bir biyolojik tarafı olduğunu da unutmamamız gerekiyor.

Çocukluğunda dikkat dağınıklığı problemi olmayan ama 40 yaşında bununla mücadele etmeye başlayan insanlar var. Bunun hastalık olan versiyonu ile bizim yaşadığımız versiyonu arasında nasıl bir fark var? Hangi tarafı bilişsel hangi tarafı alışkanlık ile alakalı?

  • Bunu ayırmak çok kolay. Dikkat eksikliği sonradan ortaya çıkmaz. Ancak bazı psikolojik problemlere eşlikçi olarak sonradan ortaya çıkabilir. Kaygı bozukluğu olan insanın dikkati bozulur. Depresyondaki kişilerin dikkati bozulur. Bazı psikolojik hastalıklar da dikkati bozabilir ama bizim klasik anlamda dikkat bozukluğu dediğimiz problem çocukluk döneminde başlar.

İlk 12 yaşta belirti göstermeye başlar ve genellikle 5-6 yaşlarda belirtilenir. Sonra o belirtiler çabuk sıkılma, organize olamama, plan yapamama, önceliklerini belirleyememe, zamanı yönetememe, unutkanlık, özellikle akademik alanda çok çabuk sıkılma gibi belirtiler verir. Bu beynin yürütücü işlevler merkezinde oluşan biyolojik bir problemdir. Tabii ki bunun dereceleri var. Aynı göz bozukluğu derecelendirmesi gibi. Bu yapısal bir şey ama insanlar “Ben 30 yaşına kadar çok güzel kitap okurdum. Anksiyete bozukluğu veya depresyonum da yok ama artık dikkatli biçimde okuma yapamıyorum.”

  • diyorlarsa kendilerine şu soruyu sormalılar: “Ekranla ne kadar vakit geçiriyorum?” Özellikle kısa video alışkanlıklarını gözden geçirmelerini tavsiye ederim.

Çünkü bu kısa video alışkanlıklarının büyük tehlikesi var. Kısa videolar, kişilerin o videoları seyretmeyi bırakamamasına neden oluyor. Bırakamıyorsunuz. Arkadan başka bir şey daha, başka bir şey daha…

Çözüm statik faaliyetlere girmek

İnsanlar dışarıdan gelen birtakım önerilere çoğu zaman kulak tıkıyor!
İnsanlar dışarıdan gelen birtakım önerilere çoğu zaman kulak tıkıyor!

Instagram Keşfet’inde vakit geçirmek çekirdek çitlemek gibi bir şey sanırım… Bir kere başladığınızda bir daha bırakamıyorsunuz.

Böyle bir duruma girdiğinizde statik bir şey yapacaksınız. O statik şey nedir? Kitap okumaktır, puzzle yapmaktır, çocuklar için lego yapmaktır. Lego yapmak bir çocuk için müthiş bir alternatif. Üstünden geçmek gerekirse, dijital dünyaya giren bir insanın başka bir dünyada işi olmuyor. Bu anlamda net bir kavramla karşı karşıya kalıyoruz: bağımlılık. Ekran bağımlılığı, internet bağımlılığı, sosyal medya bağımlılığı, oyun bağımlılığı deyin ama bu bağımlılık. Niye bağımlılık? Çünkü haz merkezi harekete geçiyor. O harekete geçtikçe siz daha fazla aynı eylemi yapmak zoruna kalıyorsunuz. Madde kullanımında da süreç aynı şekilde ilerliyor. Sürekli daha fazlasını talep ettiğiniz için önce bir saat, sonra beş saat, sonra da on beş saatinizi sanal ortamda geçiriyorsunuz. O zaman da dikkat diye bir şey kalmıyor.

Hocam madem dikkat eksikliği, dikkat bozukluğu var, o zaman ekrana nasıl dikkat edebiliyorlar?

İşte temel ayrım burada çıkıyor. Dikkat bozukluğu olan kimseler eğlenceli ve keyif aldıkları, haz aldıkları yerlere hyperfocus yaparak, aşırı odaklanarak orada saatlerce kalabilirler. Burada bir problem olmaz. Ama aynı çocuğa siz iki dakika kitap okutamazsınız. İki satır kitap okumak ona o kadar zor gelir ki!. Çünkü ikisi birbirinden çok farklı haz odakları var.

Dikkat bozukluğu olan çocuk hyperfocus sağlayarak farklı alanlarda çok başarılı olabilir

Bu durum dikkat eksikliği olan çocuklarda gözlemlediğimiz bir durum…

Zaten dikkat eksikliği olan çocukları yönlendirirken biz ailelere şunu söylüyoruz: “Lütfen dikkat eksikliği olan çocukların kendi yetilerine ve yeteneklerine göre bir akademik program, planlama yapın.”

  • Çünkü ancak o zaman çocuklara haksızlık etmemiş oluruz. Dikkat dağınıklığı olan bir çocuk akademik olarak iyi gitmiyorsa bu çocuk sporda, resimde, herhangi bir sanat dalında çok becerikli olabilir. Yetenekli olduğu alan neyse oradan yürüyeceksiniz. Çünkü o noktada hyperfocus sağlayarak çok başarılı olabilir.

Dikkat bozukluğunun aslında tüm bu yeni sürecin bir sonucudur diyebilir miyiz?

Evet. Herhangi bir maddeye bağımlı olmaktan da farklı bir şey değil. Bir maddeye yine bağımlı oluyor kişiler ve o maddeye haz duyuyorlar. Dolayısıyla onsuz yapamıyorlar. Burada da aynı şekilde. Buna biz davranışsal bağımlılıklar diyoruz. Ekran da davranışsal bağımlılık oluşturuyor ve ekran süreleri artıyor. Bu giderek artan sürelerle onu dış dünyadan koparıyor. Hatta işini, evliliğini, çocuklarıyla olan iletişimini, arkadaşlarıyla arasını bozuyor. Öyle gençler görüyoruz ki bilgisayarın başından kalkıp da beden temizliği ile bile uğraşmıyor. Aslında hayatın bütün alanlarını etkilemiş oluyor.

Biz yetişkinler olarak bu sorunları çözmezsek karşımıza ne gibi meseleler çıkacak? Yani sonuçları ne olacak? Neler öngörüyorsunuz?

Psikiyatride çok önemli bir kavram vardır: “yaşam kalitesi”. Bu tür durumların, hastalık olarak tanımlanabilmesi için kişinin yaşam kalitesini bozması gerekir. Yaşam kalitesi nedir? Tabii ki yaşa göre, kişinin çevresine göre değişir ama kabaca tarif etmek gerekirse; bir kişinin kendi bireysel ihtiyaçlarını giderebilmesi için temel ihtiyaçları vardır. Bir meslek, bir ev, o evin sorumluluğu, bedensel ihtiyaçları vardır. İkinci olarak kişinin bir sosyal çevresi, arkadaşları, evliyse bir ailesi, çocuğu vardır. Bunlarla ilişkisinde yaşadıkları da “yaşam kalitesi”ni oluşturur. Aslında baktığınızda dikkat bozukluğunun oluşturduğu problemler, kişinin hem kendi bireysel özellikleri açısından hem aile yapısı ve sosyal çevresi açısından hem de meslek hayatı açısından çok ciddi sorunlar oluşturur. Ama en acısı ne biliyor musunuz? Kişinin bunları fark etmemesi. Bunlar ne zaman açığa çıkar? Artık devasa bir problem olduğu, işten atıldığı, evlilik sona erdiği, çocuklarla olan bağ koptuğu zaman açığa çıkar. Keşke öncesinde fark edebilseler! Ama kişi içinde bulunulduğu durumun farkında olmadığı için sürekli bahaneler arkasına sığınır. Mesela “Bir tek bu keyfim var. Buna da karışmayın. Sabahtan akşama kadar çalışıyorum zaten.” der.

Yetişkinlerde durum bu, peki çocuklarda?

Oyun bağımlılığı olan çocuklarla konuştuğumuzda bize “Orada benim bir sosyal çevrem var.” diyorlar. Ama aslında o çevre tamamen sanal. Üstelik o ilişkiler çok kolay elde ediliyor, yani hiçbir çaba sarf edilmiyor. Onunla ilişkisi bittiğinde hemen yerine başkası geliyor. Bizim en büyük korkumuz, çocukların ve gençlerin sanal dünya nedeniyle insan ilişkilerini öğrenememeleri.

Yani ne bir çaba sarf ediyorlar ilişki kurabilmek için ne de bunun riskini alabiliyorlar.

Kurmak için de yürütmek içinde hiçbir çaba sarf etmiyorlar ve çok kolay harcıyorlar. Bir tuşa bastıklarında ilişkiyi yok ediyorlar. Gerçek hayatta öyle olmuyor. İlişki fedakârlık ister ve bu fedakârlık zor geldiği için de ilişkiden kaçıyorlar.

  • Dolayısıyla aslında bir sosyalleşme, iletişim kurma, ilişki kurma problemi yaşıyoruz. Bence bu dünyayı bekleyen en büyük felaket budur.

Evet savaşlar var, çok büyük zulümler var ama bu durum da küçümseyemeyeceğimiz kadar önemli bir mesele. İletişim problemi, iletişimsizlik, dijitalleşmeyle insanoğlunun temel değerlerinin yavaş yavaş yok olmaya başladığı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu çok tehlikeli bir süreç.

İnsanoğlu teknolojiyi üretip geliştirmeyi başardı ama kendisine zarar vermeyecek şekilde kullanmayı henüz tam olarak öğrenemedi, öyle mi?

İnsanoğlu hep kolaya kaçmıştır. Kolayı tercih eder. Doğasında var olan bir şeydir bu. O yüzden biz ebeveynlere diyoruz ki

Lütfen üç yaşından itibaren çocuklarınıza teknolojiyi nasıl kullanacağını hem örnek olarak hem de birtakım sınırlar koyarak öğretin.

Aksi taktirde süreç sıkıntılı ilerler. Bu çocuklar 2-3 yaşından itibaren bu dünyanın içine girip, boğuluyorlar. Bir daha da çıkamıyorlar.

Evet karşımızda olumsuz tablolar var. Bugün 3 yaşındaki çocuk da 40 yaşındaki bir yetişkin de benzer durumlardan şikâyetçi. Peki neler yapmamız gerekiyor? Hem toplumsal hem de bireysel olarak nasıl mücadele edebiliriz?

Bireysel olarak önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor. İnsanoğlunun kendiyle ilgili durum tespiti yapması çok kolay değildir. Dışarıdan gelen birtakım önerilere de çoğu zaman kulak tıkar. O yüzden erişkinler için birincisi kesinlikle durum tespiti yapmak ve “Ben ne yapıyorum? Neredeyim? Benim hayatımda neler öncelik?” sorularını sormaları gerekiyor. Bu durum değerlendirmesiyle problemleri tespit edip bir düzenleme yapmak gerekiyor. Bu çok zor değil, hatta kolay. Çünkü nihayetinde sizin elinizde olan bir şey. Kararı siz vereceksiniz. Uzak kalacaksınız. Yerine alternatifler koyacaksınız. Alternatif koymazsanız her boş anınızda eliniz tekrar telefona, tablete gider. Ama alternatif koyduğunuz zaman işler değişecek. Çünkü bu alternatifler sizin haz alacağınız aktiviteler olacak. En nihayetinde sevdiğiniz bir sürü şey vardır. Şöyle düşünelim 50 sene önce ekran var mıydı? Hiçbir ekran olmadan da insanlar kendi hayatlarında gayet mutlu bir şekilde, hedefler koyarak, eğlenerek devam ediyorlardı. Dolayısıyla demek ki insanoğlunun bir alternatif bulma şansı var. Günümüzde de var. Bir hobi, bir spor, bir etkinlik... Sadece “uzak dur” demek yetişkinler için de ergenler için de çocuklar için de bir anlam ifade etmiyor. Yerine bir şey koymanız lazım. Meşgul oldukları zaman gerçekten unutuyorlar. Evet başta zor gelebilir ama daha sonraki süreçte, hayatın öbür tarafını da görmeye başlayınca çocuk diyor ki “Böyle çok iyiymiş. Bu da keyif veren bir hayatmış.” Arkadaşları ile faaliyette bulunmak, bir yarışın içerisine girmek, kendini orada göstermek… Bunlar çok kıymetli. Ama tekrar söylüyorum özellikle de erişkinler için: Doğru tespit yapabilmek ve bu tespitle uzak kalabilmeyi, uzak kalabilirken de yerine alternatifler koyabilmeyi becermemiz gerekiyor. Burada çok somut bir şey söyleyecek olursam, hepimizin telefonunda o telefona ne kadar maruz kaldığımızın haftalık olarak değerleri yer alıyor. Onu önümüze alıp düşüneceğiz.

“Onsuz yapamama” hâli bağımlılık demek

Öğrenebilmek için bir takım bilişsel yetilere sahip olmamız gerekiyor. Bunlardan bir tanesi de dikkattir.
Öğrenebilmek için bir takım bilişsel yetilere sahip olmamız gerekiyor. Bunlardan bir tanesi de dikkattir.

Tehlike sizce nerede başlıyor?

Tehlike şurada başlıyor: Onsuz yapamama. Bu durum bir bağımlılık kriteridir. Onsuz yapamama, sürekli aklımızda onun olması, sürekli sürenin artması bizim için tehlike çanlarının çaldığı anlamına gelir. Bu aslında dikkat dağınıklığının öbür ucudur. Yani başka taraflara dikkat edememe hâlidir. Kitap okurken keyif almama. Hatta bir uzun filmi bile seyredememe…

90 dakikalık maç artık izlenmiyor

Dikkat ne demek? Önümüzdeki bir duruma, nesneye, öğrenilecek bir olaya ya da çevremize odaklanabilmek.
Dikkat ne demek? Önümüzdeki bir duruma, nesneye, öğrenilecek bir olaya ya da çevremize odaklanabilmek.

Sinemadayken, yeni bir film izlerken bile elinden telefonu bırakmayan insanlar var.

Daha fazlasını söyleyeyim: Eskiden insanlar 90 dakika maç seyrederlerdi. Şimdi maç seyretmiyor insanlar. Karşılarında ekran varken, ellerindeki telefondan maç yorumlarını okuyor, başka bir ekrandan farklı pozisyonları izliyorlar. Bu devirde dikkat dağınıklığı olur. Olmasa sürpriz olur zaten.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.