Aytmatov romanında Gülsarı’nın sembolik anlamı nasıl katmanlaşıyor

Cengiz Aytmatov.
Cengiz Aytmatov.

Elveda Gülsarı romanında karşılaşıyoruz Tanabay’la. Kâh kızıyor kâh üzülüyoruz onun için. Tanabay bir gerçeğin açığa vurumudur. İnsanı yaralayan, idealleri mahveden, acı bir gerçeğin… Hayat hiçbir zaman tasarladığımız gibi olmadı, olmayacak. Bütün romanlarda okuduğumuz bu gerçektir. Ayrıca bütün tarih kitaplarında, şiirlerde, resimlerde, bestelerde, görüp duyduğumuz filmlerde izlediğimiz de hayatın bu sarsılmaz yönüdür. O sarsılmaz ama herkesi sarsabilir. Eğilip bükülmez ama her şeyi eğip bükebilir. Zihin idealler oluşturur. Bu idealler gerçek hayat karşısında dağılır. Zihin ideal oluşturmaktan bıkmaz usanmaz. Hayat da bu idealleri yıkmaya bayılır. Değişir sanırız dünya, hayat ve insan. Zihin bu yüzden her şeyi idealleştirir. Ne zaman ki zihin bu idealleriyle hayatı alt edebileceğini sanır, işte o zaman hayatın sert ve acımasız duvarına toslar. Tanabay, Aytmatov’un gerçekleşmemiş komünizm idealidir.

Cengiz Aytmatov, Elveda Gülsarı.
Cengiz Aytmatov, Elveda Gülsarı.

Elveda Gülsarı birkaç alt katmandan oluşur. İlk başta basit bir hikâye sanılabilir. Fakat romanın sonlarına doğru artık yorumlamaktan, mevcut anlamları çözümlemekten ve kendince anlamlar vermekten okuyucu yorulmaya başlar. Çünkü romanda her figürün yoğun anlamı vardır.

Tanabay zaten başlı başına yorumlanması gereken merkez karakterdir. Her şey onun çevresinde meydana gelir. Aytmatov sahneye ondan ve onun ailesinden başka kimseyi çıkarmaz. Çıkardığında zaten roman, farklı bir boyuta kayacaktır. Aytmatov okuyucusunun dikkatini dağıtmak istemediği için bunu yapmaz. Tanabay’a ve onun temsil ettiği fikirlere yoğunlaşır. Olayların abartısız, açık ve sade anlatımı da bu yoğunlaşmayla ilgilidir. Aytmatov roman boyunca Bolşevik Devrimi’nden sonra partinin ve yeni kurulmaya çalışılan devlet sisteminin düştüğü açmazları anlatır. Bu anlatım Tanabay karakteriyle insanın, toplumun dolayısıyla hayatın anlatımına dönüşür. Eğer doğrudan devrimi ve devrim sonrasında yaşananları anlatmaya çalışsaydı, bu kadar etkili olamazdı. O fedakâr, saf ve dürüst Tanabay’ın hayal kırıklıklarını, çektiği azabı, yaşadığı zorlukları, acısına katlandığı aşklarını anlattığında, buradan devleti, toplumu ve hayatı rahatlıkla ve bütün etkileyiciliğiyle okuyabiliyoruz.

Gülsarı’nın ne alakası olduğu merak edilebilir. İsmi Gülsarı olan bu rahvan at nasıl yorumlanabilir? Gülsarı, Tanabay için aşkın ta kendisidir. Tanabay’ın Bübücan’a duyduğu aşk ve Gülsarı’yla ilişkisi paralel ilerler. Gülsarı’yı Bübücan da sevmektedir. Bübücan’ı gördüğünde Gülsarı’nın hâl ve hareketleri değişmektedir. O zaman Gülsarı, Tanabay için aşk anlamına geliyor. İkincisi; başarı, toplumsal aidiyet, takdir ve saygı görmek de Gülsarı’yla ilişkilidir. Tanabay sadece Gülsarı’yla girdiği yarışmalarda takdir görür, göz doldurur, imrenilen bir insana dönüşür. Keçi postunu, yıldırım hızıyla ilerleyen atın üzerindeki yağız delikanlının elinden, zor bela almasını Gülsarı’ya borçludur Tanabay. Gülsarı bu yarışmadan sonra efsaneye dönüşmüştür. Çocuklar oyunlarında Gülsarı ismini kimseye kaptırmak istemezler. Her çocuğun hayalindeki attır Gülsarı. Üçüncüsü ise Gülsarı -belki zorlama bir yorum olarak görülebilir- Aytmatov’un içindeki Türklük idealinin sembolüdür. O olmadığı için başarısızlığa duçardır Tanabay. Gülsarı gidince, bütün hayatı başarısızlıklarla, hayal kırıklıklarıyla dolacaktır. Aşk da kalmayacaktır hayatında. Atın rahvanlığına yapılan vurgular, onun Türklükle ilişkilendirilmeye çalışıldığını düşündürür. Tanabay’ın Türklüğü, dikkat çekicidir, başarının sırrı olarak görülür, kıskançlığa yol açar. Bu yüzden hemen ele geçirilmek istenir. Çiftliğe atanan yeni başkana, müdür olmak isteyen İbrahim sırf yalakalık olsun diye, Gülsarı’dan söz eder. Gülsarı’yı zorla başkanın atı yaparlar. Ama Gülsarı işte bu, başka ifadeyle Türklük meselesi, yerinde durmaz, ipini koparıp yaylaya, yılkıların yanına koşar gelir. Ona pranga vururlar. Bacakları kan içinde kalsa bile kaçıp yaylaya çıkmaya devam eder. Onu iğdiş ederler. Defalarca döverler. Yine kâr etmez. En sonunda Tanabay’ın dostu, Çoro’ya vermek zorunda kalırlar Gülsarı’yı. Tanabay’ın Çoro’nun ölümü üzerine “Bağışla beni!” diyerek günlerce ağlaması da, bu yoruma bağlanabilir.

Bu noktayı Aytmatov, hiç çaktırmadan, ustalıkla işler. Romanın ismini Elveda Gülsarı koyarak yine başka bir boyutta, aynı düşünceyi sürdürür. Gülsarı’ya elveda denildiği için Bolşevik Devrimi de akamete uğramıştır. Görünürde savaş kazanılmıştır. Ama düzen değişmediği için bu devrimin de bir anlamı olmamıştır. Gülsarı’yı da mahveden, ona değerini veremeyen, partideki kötülükler ve kötü yöneticilerdir. Elveda denildiği için Gülsarı mahvolup gider. Ona veda edilmesinin sebebi zaman ve şartlardır. Herkes Gülsarı’ya hayrandır, onu elde etmeyi arzular. Ama o, kimseye yar olmaz. Hiçbir makamın, liderin hizmetine girmez. Tanabay da Gülsarı tabiatlıdır. İsyankârdır, dürüsttür, nasıl düşünüyorsa öyle yaşamak istemektedir. Hemen alevlenmesi ve sonunu düşünmeden harekete geçmesi, hiçbir makam sahibine yalakalık yapmaması da bu yüzdendir. Hesaplı hareket etmemektedir Tanabay. Ona göre doğru ve yanlış arasındaki ayrım nettir. Siyah beyaz görür olayları. Onun dünyasında gri renge yer yoktur. Çoro onun amiridir ama bundan önce Çoro’yla kurduğu dostluk önemlidir. Dost oldukları için Çoro’nun sözünü dinler. Tabii bir de işin içinde yoldaşlık vardır. Yoldaşlık eşit haklara sahip olmak anlamına gelir. Gerektiğinde amirinin hatasını da yüzüne vurabilmelidir. Eğer parti programına ters ise öz kardeşini bile sürgüne göndermeyi gerektirir. Tanabay böyle biridir. Öz kardeşine kolayca torpil geçebilecekken, geçmez. Onun sürgün kararını gözü pek bir şekilde verir. Köylüler Tanabay’ı kınasa bile bunu yapar. Tanabay bildiği doğrular uğruna yaşamaktadır çünkü. Bu yüzden parti onu “halk düşmanı” ilan ettiğinde ses çıkaramaz. Sadece öyle olmadığını belirtmekle yetinir. Partiye küser. Ama devreye birilerini sokmayı, masumiyetini ispat etmeyi düşünmez. Partinin kararına, yanlış dahi olsa uyar. Oysa mücadele etse diye ümitleniriz okuyucu olarak. Ama romanın anlattığı budur zaten: Mücadele etse bile, başaramayacaktır. Sistem savaş öncesinde idealize edildiği gibi işlememektedir. Eski düzenin bütün çarpıklığı yeni sanılan düzende de mevcuttur. Tanabay bu hakikati hayatını feda ederek öğrenmiştir.

Tanabay savaşa katılmıştır. Türlü tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Kaç defa ölümle burun buruna gelmiştir. Önemli değildir bunlar Tanabay için. Çünkü savaş sonrası için büyük umutlar taşımaktadır. Onu asıl yıkan, vaat edilenlerin gerçekleşmemesidir. Daha doğrusu umudun her yeni olumsuz olayda azalmasıdır. Savaşmak, düşmanla çatışmak değil sükûtu hayale uğramak yıkmıştır Tanabay’ı. Savaş sonrasında ona yılkı atları çobanlığı görevi verilir. Tanabay yüksünmez, tamam der ve yıllarca dağlarda yılkı atlarıyla birlikte yaşar. Ne zaman Gülsarı gibi rahvan bir atı yetiştirir ve biraz yüzü gülmeye başlar. İşte o zaman, bu bile ona çok görülür ve ilk fırsatta Gülsarı’sı elinden alınır.

Sovyetler Birliği Bayrağı.
Sovyetler Birliği Bayrağı.

Hem de tembel, sorumsuz ama makam hırsıyla yanıp tutuşan İbrahim’in alavere dalavereleriyle. Sonrasında Tanabay başarılı bir çoban olduğu için ona koyun çobanlığı görevi verilir. Verilirken de dostu, eski çiftlik başkanı Çoro kullanılır. Ayrıca ona parti toplantısında neler yapmak istediğine dair romantik, gerçeklerle alakası olamayan bir konuşma yaptırılır. Diğer ifadeyle onore edilir. Oysa o konuşmayı yaparken bile Tanabay, vaatlerinin gerçekleşmesi için uygun şartların olmadığını bilmektedir. Korktukları, Tanabay’ın tek tek başına gelir. Yaylada kalacak çadır yoktur. Mevcut çadırlar yırtılmış, onarılmamıştır. Neden? Çünkü yün kıymetlidir. Partinin işleri için harcanmaktadır. Tanabay gibi bir komünistten beklenti çoktur ama onun kalacağı çadır için bile yün verilmemektedir. Ahır, samanlık ve ağıllar perişan durumdadır. Her tarafından rüzgâr girmektedir. Geçen yıldan kalma kar birikintileri bile ahırda durmaktadır. Eski çoban, hayvanların gübrelerini çıkarmamıştır ahırdan. Tanabay bunları gördüğünde deliye döner. Kendisinden beklenen şeyler bu koşullar içinde gerçekleştirilmesi imkânsızdır hedeflerdir. Tanabay gidip dostu Çoro’nun yakasına yapışacaktır, Gülsarı’yı kullanarak müdür olan İbrahim’e hesap soracaktır, partinin ileri gelenlerine gününü gösterecektir ama karısı Caydar ona engel olur. Tanabay’ın karısı Caydar mantıklı, akil gibi görünür ama sürekli bir engel teşkil eder. Sözleri makuldür, fikir yürütmeleri ikna edicidir ama sonuçta Tanabay’ın mahvını durdurmaz, hızlandırır.

Tanabay yılmamanın, çalışmanın, mücadele etmenin, sürekli fedakarlıkta bulunmanın adıdır. Bütün imkânsızlıklara rağmen ağılı tamir etmeye çalışır. Ahırdaki birikmiş kar ve tezekleri temizler. Kuzular için yumuşak otlar bulur ve serer. Rüzgâr girmesin diye çamurla kovukları kapatmaya çalışır. Ahırın yıkılan duvarını taşlarla örer. Ama yine de felaketin önüne geçemez. Kış gelir, fırtına çıkar, yağmur yağar ve Tanabay’ın bütün çabasına rağmen ahır suyla dolar, soğuk ve rüzgâr her taraftan saldırmaktadır; koyunlar perişan olur, yeni doğan kuzular tek tek ölmektedir. Tanabay, karısı ve iki süt sağıcı kadın ne yaparlarsa yapsınlar, felaketi önleyemezler. Bunlar yetmiyormuş gibi diğer bir sürünün çobanı da sürüsünü Tanabay’a bırakıp kaçar. İşin ilginç tarafı Tanabay’a vaat edilen yardımların hiçbirinin gelmemesine rağmen, bu felaketin faturası da Tanabay’a kesilir. Tanabay bir yandan yardım gelmemesine öfkelenirken, diğer yandan ölen küçücük kuzuların acısını en derinlerinde duyar. İş işten geçtikten sonra, sürüyü teftiş etmeye gelen savcının aşağılayıcı sözlerine dayanamayan Tanabay, savcının üzerine yürür. Ve tek kabahati budur Tanabay’ın: Savcının üzerine yürümek. Bu tek kabahat, diğer bütün aksaklıkların, suçların, sorumsuzlukların da Tanabay’a mal edilmesine sebep olur.

  • Aytmatov okuyucusunun vicdanını sızlatmaz, kanatır. Hangi Aytmatov romanını okursanız okuyun vicdanınızda yeni bir yaranın açıldığını fark edersiniz. Tanabay bu yaraların en derinlerinden biridir. Tabii bir de roman boyunca kendini hissettiren, hayatın faniliği konusu vardır Elveda Gülsarı’da. Her şeyin geçtiği, bittiği ve geri dönmediği gerçeği âdeta romanın hüzünlü fon müziğidir. Kendini duyurur ama olayların hararetine müdahale etmez.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.