Biblofil bir ordinaryüs : Cavid Baysun

Biblofil bir ordinaryüs
Biblofil bir ordinaryüs

Cavid Bey'in kitapları

I.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde her odanın kapısı bir tarihe açılır. Fakülte koridorlarını adımlarken bu odalarda görev yapan hocaların isimlerini kapılardaki küçük levhalardan okumaktan büyük zevk alırdım: Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Velidi Togan, Ali Nihad Tarlan, Baykan Sezer, Ahmed Ateş

Hayranlıkla okuduğum isimlerin bir zamanlar bu odalarda makale ve kitaplarını yazdığını, öğrencileri imtihan ettiğini, çay kahve içip sohbet ettiklerini düşünmek, -bir fırsatını bulup içeri girdiyseniz ve zamanın elinden sağ kurtulmuşlarsa onların kullandığı masa, sandalye, fiş dolabı, hatta kitaplara dokunmanın insana nasıl bir haz verdiğini tahmin edebilirsiniz zannederim.

Cavid Baysun
Cavid Baysun

Üniversitenin ilk yılında Tarih Bölümü koridorunda avare gezerken bir kapıda Cavid Baysun’un adına rastladım. Daha önce hiç duymamıştım, hemen tanımaya koyuldum: 20. yüzyıla bir kala Osmanlı İstanbul’unda doğan, babasının memuriyeti dolayısıyla Halep’te Fransız okuluna devam edip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne giren Baysun, uzun yıllar liselerde tarih hocalığı yapmış. 1937’den itibaren Edebiyat Fakültesi’nde orta zamanlar Garp tarihi derslerini okutmaya başlayan, iki yıl sonra üniversite doçentliğine, 1945’te de Türkiye Tarihi Kürsüsü’nde Türkiye ve Yeniçağ Avrupa tarihi profesörlüğüne yükseltilen Cavid Baysun, Türkiyat Enstitüsü ve İslâm Ansiklopedisi’nde müdürlük görevlerinde bulunmuştur.

Ordinaryüs profesörlüğe yükseltilen Cavid Baysun ölümüne kadar Yeniçağ Tarihi Kürsüsü başkanı olarak Edebiyat Fakültesi’nde görev yapmıştır. Buraya kadar okuduklarımın pek dikkatimi çekmediğini itiraf etmeliyim ama acele etmemem, son cümleye kadar okumam gerekiyormuş.

  • Baysungur, öğrencisi Münir Aktepe tarafından yazılan biyografisi merakımı uyandıran şu cümleyle bitiyordu: “Kitaba karşı hastalık derecesine varan bir sevgisi vardı.”

II.

Beni avlayan bu cümleden sonra, bir diğer öğrencisi Mübahat Kütükoğlu’nun anlattıklarıyla zihnimdeki Cavid Baysun portresi daha da netleşti. Hoca her ders öğrencilere birer araştırma konusu verip ertesi hafta hangi kitaplardan ne gibi bilgiler topladıklarını sorarmış.

Eli boş gitmenin asla mümkün olmadığı bu derslerde diyor Kütükoğlu,“Biz kitaplardan bahsettikçe eb’adını, özelliklerini, hatta cildinin rengini vs. tarif eder ve doğrusu ya bizleri hayrette bırakırdı”.

Hocasının kitaplara dair bu kadar ayrıntılı bilgiye nasıl sahip olduğunu ilerleyen yıllarda anlayacaktır: “Cavid Hoca bir kitap âşığıydı. Kendi tabiriyle ‘kitap hastası’”. Haklıydı.

Zira Cavit Bey akşam fakülteden çıkıp Sahaflar Çarşısı’ndan aldığı birkaç kitabı koltuğunun altına sıkıştırmadan eve dönerse huzursuz olurdu. III. “İstanbul bütün bu kitap meraklılarına dünyanın en ferah yeri gibi görünür” dediği bozuk kaldırımlı dar ve çarpık bir sokakta, içi tavana kadar kitap dolu harap dükkânların bulunduğu Sahaflar Çarşısı’nda yazma divanlar, tezkireler, tarih, terâcim ve münşeat kitapları, mevcutları çoktan tükenmiş eski baskılar, mecmualar, gazetelerle vilayet salnamelerine dikkat kesilir Cavid Bey.

Bozuk kaldırımlı dar ve çarpık bir sokakta, içi tavana kadar kitap dolu harap dükkânların bulunduğu Sahaflar Çarşısı’nda yazma divanlar, tezkireler, tarih, terâcim ve münşeat kitapları, mevcutları çoktan tükenmiş eski baskılar, mecmualar, gazetelerle vilayet salnamelerine dikkat kesilir Cavid Bey.
Bozuk kaldırımlı dar ve çarpık bir sokakta, içi tavana kadar kitap dolu harap dükkânların bulunduğu Sahaflar Çarşısı’nda yazma divanlar, tezkireler, tarih, terâcim ve münşeat kitapları, mevcutları çoktan tükenmiş eski baskılar, mecmualar, gazetelerle vilayet salnamelerine dikkat kesilir Cavid Bey.
  • Zaten burada herkes bir şeylerin peşindedir: “Çarşının müdavimleri arasında yalnız tasavvuf eserleri veya tiyatro piyesleri toplayanlara hatta mevzuuna bakmadan kitap diye ne olursa olsun alanlara çok rastlamışımdır. Bunlardan kimi Ahmed Mithat Efendi’nin bütün eserlerinden mürekkep bir koleksiyon yapmak isteyerek Menfa’yı bir türlü bulamadığı için perişandı; kimi de mesela Şeker Hanı’nda Ali Rıza Efendi Matbaası’nda acaba kaç kitap basılmıştır sualiyle bîkarardı.”

Hoca, bir kitap muhibbinin elde bulunması usulden olan belli başlı eserlerin yanında, övüneceği birkaç değerli yazmaya da sahip olması gerektiğini, alelade eserlere talip olanlara “mübtedi” gözüyle bakıldığını söylüyor. Elbette bir kitap muhibbinin övüneceği birkaç değerli el yazmasına sahip olması o kadar kolay değil:

Nadir kitapların Sahaflar’a gelmesi ile gitmesi bir olduğundan haftada birkaç gün ne yapıp yapıp çarşıya uğramak hepsi kaç yıllık aşina olan dükkân sahiplerine ‘Yeni bir şey var mı?’ diye sorduktan sonra ya üstüne bir seccade serilmiş, köşesine kitaplar yığılmış kerevete veya küçük bir kahve iskemlesine oturarak keşiflere koyulmak hepimizin bağlı olduğumuz değişmez bir itiyat idi.


Çarşıdan eli boş dönerken iyi kitapların ortadan kalktığına, istediklerinin başkalarına gittiğine hükmederek hakiki bir keder duyan Cavid Bey, bir başka sefer sahaflarla sohbet esnasında yeni gelmiş döküntüler içinden bulup çıkardığı mühim bir kitaba sahip olmanın sevinciyle çarşıdan sanki elinden kapacaklarmış gibi âdeta koşa koşa çıkarken o esere mutlaka talip olacağını bildiği bir dostunu düşünürdü.

III.

Cavid Bey, pahalı da olsa herkesin tanıyıp alabileceği kitaplardan ziyade kıyıda köşede kalmış eserleri aydınlığa çıkarmak istiyordu. Sahaflar Çarşısı’ndaki takibini de buna göre yapmıştı. Seyfettin Özege, Raif Yelkenci, İbrahim Manav gibi önemli sahaf ve kitabiyat âlimleriyle kurduğu dostluklarda bu takipte kendisine büyük kolaylık sağlamış olmalı (Bu arada rahmetli Erol Şadi Erinç’in bir söyleşisinde Cavid Baysun’un adını İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Enver Ziya Karal ve Tarık Zafer Tunaya ile birlikte “sahaflardan çıkmayan adamlar” arasında zikrettiğini belirteyim).

Edebiyata çok meraklı olduğundan kütüphanesinde el yazması ve matbu çok sayıda Divan da bulunuyor.
Edebiyata çok meraklı olduğundan kütüphanesinde el yazması ve matbu çok sayıda Divan da bulunuyor.

Özellikle Osmanlı tarihiyle ilgili kitaplar toplayan Cavid Bey, yakın dönemin önemli kaynaklarından salnamelerin (resmî ve özel kurumlar tarafından yayımlanan yıllıklar) eksiksiz bir koleksiyonuyla yazma tarihler ve sahilnameleri toplamak için büyük gayret sarf etmiştir. Tarihçiliğinin yanında Baysun, çok kuvvetli bir edebî kültüre sahiptir. Türkoloji’de rahatça ders okutabilecek kadar derin bir Osmanlı edebiyatı tarihi ve aruz bilgisi vardır. Edebiyata çok meraklı olduğundan kütüphanesinde el yazması ve matbu çok sayıda Divan da bulunuyor.

IV.

Fransızca tarih kitaplarıyla Avrupalı seyyahların Doğu’ya yaptıkları gezilerin seyahatnameleri bir başka ilgi alanıydı. Yeni çıkan Fransızca kitapları görmek için her hafta sıcağı sıcağına Beyoğlu’ndaki Hachette Kitabevi’ne giderdi.

  • Ciltsiz ve karton kapaklı Fransızca kitapların çabuk yıprandıklarını düşünüp iki nüsha alan Baysun, büyük bir itinayla seçtiği bu nüshalardan bir tanesini sayfalarını dahi açmadan kütüphanesine koyar, ikincisinin sayfalarını da keskin bir bıçakla dikkatle açıp kitabı sırtı kırılmayacak surette yarım açarak okurdu.

V.

Cavid Bey’in nasıl bir bibliyoman olduğunu anlamışsınızdır umarım. Galatasaray Lisesi’nden öğrencisi Semavi Eyice’nin aşağıdaki hatırası bibliyomanlığının derecesini de tayin etmemize yardımcı olacaktır: Bir gün Fransa’dan eski kitaplar getirten bir kitapçıda Baysun’la birlikte dolaşırken A. Timony’nin Boğaziçi hakkındaki nadir rastlanan kitabını görürler. İki nüsha olduğu için birini hocasına birini kendine almayı düşünen Eyice, fena hâlde yanılır. Zira Baysun birinin cildinin çok güzel olduğunu, diğerininse ciltlenirken kenarlarının kesilmemiş olduğunu söyleyerek kitapların ikisini de kendisine alır.

Bir başka rivayet de şöyle:

  • Çok kıymet atfettiği kitaplardan üç nüsha alırmış. Birini kendisinden ödünç isteyenlere vermek için ciltsiz olarak tutar, ezkaza geri gelmezse diye. Bez cilt yaptırdığı ikinci nüshayı gündelik olarak kullanır, üçüncü nüshayı da meşin kaplatarak kütüphanesinin raflarına koyarmış. Çünkü o, kendi ifadesiyle “iyi yazılmış bir kitabın fena tab’ına veya örselenmiş ve kirlenmiş nüshasına tahammül edemeyecek kadar titiz”dir.

“Kitaplarını incitmekten korkar gibi hafif bir temasla ele aldıktan sonra, şirazeleri bozulmasın diye birdenbire kanırmayan, sahifelerini zedelemeden çeviren, velhasıl senelerce okuduğu ciltleri ter wü taze muhafaza eden kitap muhipleri”ndendir. Bu satırları yazan birinin ödünç isteyenlere kitap vermeye çok da gönüllü olduğunu söylemek zor. Çünkü hiç kimsenin kitapları onun kadar sevgiyle ve dikkatle kullanmayacağını bilirdi.

Kitaplarına bir çocuğa ihtimam edercesine bakar, sonbaharda meşin ciltlilerin hepsine koruyucu kremler sürüp ilkbaharda bütün kütüphanesini havalandırırdı
Kitaplarına bir çocuğa ihtimam edercesine bakar, sonbaharda meşin ciltlilerin hepsine koruyucu kremler sürüp ilkbaharda bütün kütüphanesini havalandırırdı

Herhâlde yaşadığı şu hadiseden sonra artık “ariyet” kitap vermemeye yemin etmiş olmalı: Osmanlı döneminde basılmış çok nadir bir karantina risalesinin Baysun’da olduğunu bilen Osman Nuri Ergin ödünç istemiş. Bu ricayı kıramayan Cavid Bey kitabı vermiş. Birkaç vakit sonra risalesi geri geldiğinde gözlerine inanamamış: Emanet verdiği kitabında kalemle bazı başlıklar işaretlenmiş, sayfa boşluklarına notlar yazılmış… “Ne olmuş yani, birkaç satırın altı çizilmiş, birkaç not alınmış” diyebilirsiniz. Cevabı Cavid Bey veriyor: “Yabancılar tarafından fütursuzca karıştırılan kitabın ne hâle geldiğini kitap meraklısından başka kimseye anlatamazsınız.” Cavid Bey’in hissiyatını anlayabiliyorum: Çünkü o kitaplarına bir çocuğa ihtimam edercesine bakar, sonbaharda meşin ciltlilerin hepsine koruyucu kremler sürüp ilkbaharda bütün kütüphanesini havalandırırdı. Mübahat Kütükoğlu hocasını evinde ziyarete gittiğinde okumakta olduğu nadide bir kitabın sayfalarını elinde beyaz eldivenle çevirdiğini görmüştür. Bir başka ziyaretindeyse elinde kuyumcu lupuyla kitapların cilt ve sayfaları üzerinde gözle görülemeyecek zararlılar bulunup bulunmadığını tetkik ettiğine şahit olur. Vefatından birkaç sene önce özel ilaçlar ve aletler vasıtasıyla kitaplarını böcek tahribinden kurtarmış, kendi sağlığını ihmal edip kitaplarını tedavi etmişti.

V.

Cavid Bey’e göre kişisel bir kütüphane için kazaya uğramak dışında, iki akıbetten biri mukadderdir: Kütüphane ya bir bütün olarak gelecek nesillere intikal ettirilir ya da haraç mezat satılır. Bin bir zahmetle vücuda getirilmiş bir kütüphanenin bir gün darmadağın olacağını düşünmenin şüphesiz eza verici bir şey olduğunu ancak bu akıbet eğer kütüphane sahibinin dünya işleriyle alakasını kestiği, yani vefat ettiği bir zamanda gerçekleşecekse, üzerinde fazla düşünmeye gerek yoktur.

Bir kitap muhibbi için asıl elem verici olan şudur: “Her türlü mahrumiyetlere katlanarak ömür boyunca toplanan kitapların daha sağlığında sahaf dükkânlarına dönmesi veyahut müzayede salonunda satışa çıkması.”

Cavid Bey, 1968 yılının karlı bir kasım akşamı huzur-ı kalp ile dünyaya gözlerini kapamış olmalı: Zira hayattayken kütüphanesinin, elli yıl boyunca büyük bir aşkla oluşturduğu Türkiye’nin en zengin özel kütüphanelerinden birinin dağılışını görmemiş, “asıl elem verici” olanı yaşamamıştı. Ancak ne acıdır ki, kütüphanesi, pek çok özel kütüphaneyle aynı kaderi paylaştı. Her bir parçası bir yana dağıldı.

Şimdi burada vefatından hemen sonra yaşananların şahitlerinden birine, Semavi Eyice’ye kulak verelim: “Bir süre sonra onun kütüphanesini satın almak isteyen sahaflar evine üşüşmeye başladı. Edebiyat Fakültesi Dekanlığı ise bu kütüphaneyi hiç dağıtmadan olduğu gibi fakülteye mal etmek istiyordu. Hatta görüşmeleri yürütmek üzere Afif Erzen, Macit Gökberk ve Semavi Eyice’den oluşan üç kişilik bir komisyon olarak evine gidip kütüphaneyi bir defa daha yerinde gördük. Dikkatimi çeken bir husus rafların bazılarında kitapların arasında bazı boşlukların bulunduğu idi. Yani birileri bu kütüphanede fare gibi dolaşmışlar ve işlerine gelen bazı şeyleri buradan çekip götürmüşlerdi. İki aşamalı olarak ödeme yapılması şartıyla Edebiyat Fakültesi bu kütüphaneyi satın almak istediğini eşine bildirdi.

Baysun’un çatı katında üst üste istiflediği binlerce gazete ve dergiyse diğer parçalar kadar şanslı olmamış, vefatının sonrasında sahaflara düşmüştür.
Baysun’un çatı katında üst üste istiflediği binlerce gazete ve dergiyse diğer parçalar kadar şanslı olmamış, vefatının sonrasında sahaflara düşmüştür.

Ancak bazı kitapçılar eşine gidip gelerek kütüphaneyi resmî bir müesseseye satmanın kendisinin vergi borcuna gireceğini söylemeleri ve kitapların da değerinin fakültenin vereceği paradan çok daha yüksek olduğunu bildirdiler. Böylece bir türlü kimseye devredilemedi. Bazı el yazmaların ve divanların eşi tarafından Boğaziçi’ndeki aile evine taşındığı öğrenildi. Diğer kitaplar birileri tarafından birkaç defa tarandıktan başka Yapı Kredi Bankası’na satıldı.”

Cavid Baysun’un terekesinden satın alınan yazmalar bugün Yapı Kredi Araştırma Kütüphanesi’ndeki elyazmaları koleksiyonun ikinci büyük kısmını oluşturuyor. Daha çok edebiyat konulu olan yazmaların cilt ve tezhip özellikleri diğer yazmalara göre daha sanatlıdır. Bunun nedeniyse onun kitap toplarken bir bibliyoman olarak hareket etmesidir. Baysun’un seyahatname koleksiyonu ise Çelik Gülersoy tarafından satın alınmış, bu kitaplar daha sonra Soğukçeşme’deki İstanbul Kitaplığı’na intikal etmiştir.

Ayrıca bugün Osmanlı Arşivi’nde Cavit Baysun’un terekesinden satın alma yoluyla intikal eden evrakları ihtiva eden bir fon bulunmaktadır. Daha çok mahalli idarelerle ilgili olan bu belgeler hatt-ı hümayun, name-i hümayun, berat, buyruldu, tezkire, tahrirat, telgraf, mazbata, nizamname, arzuhâller gibi Osmanlı diplomatiği bakımından çeşitlilik gösterir.

Baysun’un çatı katında üst üste istiflediği binlerce gazete ve dergiyse diğer parçalar kadar şanslı olmamış, vefatının sonrasında sahaflara düşmüştür.

VII.

Kitaba ve kitap meraklılarına dair” kaleme aldığı yazısında Cavid Bey, Sahaflar Çarşısı’nda katıldığı bir müzayedeyi anlatır. Artık hayatta olmayan bir kitap muhibbine ait mektep kitapları, divanlar, tarihler, şuara tezkireleri, seyahatnameler, romanlar, kamuslar ve daha başka hukuk, felsefe, matematik, tabii ilimler gibi hatıra gelebilecek her mevzuya dair sayısız ciltlere bakar ve “Acaba biraz himmet ile bunlar bir semtin umumi kütüphanesi hâlinde muhafaza edilemez mi?” diye düşünmekten kendini alamaz. Belki de bu müzayedede seyrettiği kendi kütüphanesinin akıbetidir: “Dağ gibi yığınların gitgide küçüldüğünü, satılanların paket paket, çuval çuval taşındığını gördükçe kitapların perişanlığına mı onları toplamağa vakfedilmiş zavallı ömre mi daha çok acınmalıdır bilmiyorum.” Sizce?

Not: Cavid Baysun’un vefatından sonra kütüphanesinin akıbetine dair bilgilerini lütfedip benimle paylaşan E. Nedret İşli Beyefendi’ye teşekkür ederim.

Kaynaklar:

Münir Aktepe, “Ord. Prof. M. Cavid Baysun”, TTK Belleten, XXXIII/129 (1969), s. 97-113

Münir Aktepe, “Ord. Prof. M. Cavid Baysun”, TTK Belleten, XXXIII/129 (1969), s. 97-113

Münir Aktepe, “Baysun, Mehmet Cavit”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 5, 1992, s. 275-276

Cavid Baysun, “Kitaplara ve kitap meraklılarına dair”, Cumhuriyet, 12 Kasım 1953

Cavid Baysun, “Eski Sahaflar Çarşısında”, Bilgi Mecmuası, sayı 145, 1959

Semavi Eyice, “İstanbul’da Tanıdığım Bazı Kitap Meraklıları ve Kütüphaneleri”, Kütüphaneciliğe Adanmış Bir Ömür: Leman Şenalp, Haz.: Hacer Çimen, İstanbul, 2012

Mübahat S. Kütükoğlu, “Hocalarım Cavid Baysun ve Ömer Lütfi Barkan

Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı: Bildiriler, Editör: Mehmet Öz, Ankara, 2012, s. 3-6

Mehmet Serhan Tayşi, Ali Emîrî’nin İzinde, İstanbul, 2009

Şehabeddin Tekindağ, “Kaybettiğimiz Bir Değer: Ord.Prof. M. Cavid Baysun”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sy. 23 (1969), s. 1-8

Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi Yazmalar Kataloğu, Haz.: Yücel Dağlı, E. Nedret İşli, Cevdet Serbest, D. Fatma Türe, İstanbul, 2001.