Bir korku antolojisi : Lore

​Bir Korku Antolojisi : Lore
​Bir Korku Antolojisi : Lore

ABD’li araştırmacı ve yapımcı Aaron Mahnke’nin iki sezonlukmini belgesel dizisi Lore, korku olgusunun tarihsel kökenine, Batıkorku kültürünün mitleşmiş efsaneleri, sembol ve fenomenleriniodağına alarak ışık tutuyor. Her bölümünde gerçek olaylara, kişive hikâyelere yer verilen, animasyonlar ve dış seslerle desteklenen12 bölümlük yapım, korku türüne ilgi duyan diziseverler içinkaçırılmaması gereken arşivlik bir korku antolojisi.

Sinemada korkunun kısa tarihçesi

George Méliès’’in 1896 yılında çektiği 3,5 dakikalık filmi Le Manoir du Diable (Şeytan’ın Şatosu), doğrudan korku türünde çekilen ilk film olması nedeniyle sinema tarihinde müstesna bir yer edinmiştir.
George Méliès’’in 1896 yılında çektiği 3,5 dakikalık filmi Le Manoir du Diable (Şeytan’ın Şatosu), doğrudan korku türünde çekilen ilk film olması nedeniyle sinema tarihinde müstesna bir yer edinmiştir.

Dünyada sinemanın öncülerinden kabul edilen Fransız öykücü, yapımcı ve yönetmen George Méliès’’in 1896 yılında çektiği 3,5 dakikalık filmi Le Manoir du Diable (Şeytan’ın Şatosu), doğrudan korku türünde çekilen ilk film olması nedeniyle sinema tarihinde müstesna bir yer edinmiştir.

Bir yarasanın şeytana dönüşerek insanlığa hükmetme arzusuyla yapıp ettiklerinin anlatıldığı kısa film, sinemada korku türünü doğurduğu gibi; filmde yer alan mitolojik unsurlar, vampir, yarasa, şeytan vb. varlıklar ile mezarlar ve gotik tarzdaki dinî yapıların başını çektiği pek çok öğe de sonradan ortaya geniş bir literatür çıkartacak korku sinemasının temel yapı taşlarını oluşturmuştur.

Méliès’in ardından İngiliz hipnotist ve sinemacı George Albert Smith’in 1897’de The Haunted Castle (Perili Şato) ve 1898’de de Photographing a Ghost (Bir Hayaletin Fotoğrafını Çekmek) isimli kısa filmleri çekmesinin ardından, 1901 yılında Fransız senaryo yazarı, oyuncu, yapımcı ve yönetmen Ferdinand Zecca, George Méliès’in Şeytan’ın Şatosu filminin bir esinlenmesi sayılan Şeytan’ın Yedi Şatosu (Les Sept Châteaux du Diable) filmiyle korku sinemasına katkıda bulunmuştur.


1910-1915 yılları arasında –sonraki yıllarda tekrarları da- çekilen Dr. Jekyll ve Mr. Hyde (İki Ruhlu Adam), “uzun metrajlı ilk korku filmi” olarak beyaz perdeye yansımıştır.
1910-1915 yılları arasında –sonraki yıllarda tekrarları da- çekilen Dr. Jekyll ve Mr. Hyde (İki Ruhlu Adam), “uzun metrajlı ilk korku filmi” olarak beyaz perdeye yansımıştır.

Bu filmlerin ardından, İtalya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde kısa metrajlı korku filmlerine yenileri eklenirken, nihayet 1910-1915 yılları arasında –sonraki yıllarda tekrarları da- çekilen Dr. Jekyll ve Mr. Hyde (İki Ruhlu Adam), “uzun metrajlı ilk korku filmi” olarak beyaz perdeye yansımıştır.O tarihlerden bu yana sinemanın korku olgusuna ilgisi artarak devam etmekle birlikte, binlerce dizi ve filmden oluşan devasa bir korku sineması külliyatı da oluşmuştur.

Sınır tanımayan duygunun hikâyeleri tüm insanların yaşayabileceği bir duygu durumu olması nedeniyle evrensellik taşıyan ve sinemanın yanı sıra, başta pozitif bilimler, resim ve edebiyat gibi alanların da kayıtsız kalamadığı korku olgusu, Amazon Video tarafından 2017 yılında ekrana taşınan Lore isimli 6 bölümlük bir mini belgesel dizinin ana temasını oluşturmuştu.


ABD’li araştırmacı ve yapımcı Aaron Mahnke’nin iki sezondan ve toplam 12 bölümden oluşan dizisi, korku olgusu ve farklı türlerini merkezine alan oldukça detaylı bir çalışmanın ürünü olarak dikkat çekiyor.
ABD’li araştırmacı ve yapımcı Aaron Mahnke’nin iki sezondan ve toplam 12 bölümden oluşan dizisi, korku olgusu ve farklı türlerini merkezine alan oldukça detaylı bir çalışmanın ürünü olarak dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz yılın ağustos ayında yine bu köşede, alternatif dizi önerileri arasında kısaca değindiğimiz dizinin, ikinci sezonu da izleyicilere sunuldu. ABD’li araştırmacı ve yapımcı Aaron Mahnke’nin iki sezondan ve toplam 12 bölümden oluşan dizisi, korku olgusu ve farklı türlerini merkezine alan oldukça detaylı bir çalışmanın ürünü olarak dikkat çekiyor.

Batı kültüründeki korku efsaneleri ve mitlerinin gerçek kökenine inen, bunu yaparken de her bölümünde gerçek olay, kişi ve hikâyelere yer veren dizi, animasyonlar ve dış seslerle de zenginleştirilerek, oldukça merak uyandıran ve gerilimli bir seyir sunmayı başarıyor.

Batı dünyasında, korku kültürünün her biri fenomene dönüşmüş ögelerinin sürükleyici ve ürkütücü hikâyelerinden yola çıkılarak hazırlanan Lore, her bölümde yazar ve yapımcı Aaron Mahnke’nin korku mitleri ve şehir efsanelerinin trajik, gerçek kişi ve olaylara dayanan hikâyelerini anlatmasıyla yol alıyor.

  • “İnsanın sınır tanımayan duygusu” olarak tanımlanan korku üstüne temelde, “Korkunun ussal ya da duygusal temelle ri nelerdir? Korkularımız gerçek midir? Korku hikâyeleri nasıl ortaya çıkar? Korku efsaneleri ya da mitleri nasıl doğmuştur? Eylem alan(lar)ımızı nasıl biçimlendirirler?Korkularımız hangi gerçekleri gizlerler? Gerçekliğin kaybında etkileri nelerdir, hangi rolleri oynarlar?” vb. sorular eşliğinde korkunun arkeolojisine yönelik detaylı bir kazı çalışmasına girişen Lore, korkunun türleri kadar, özellikle edebiyat ve sinemada yaygın şekilde yer bulmuş “Dracula, vampir, peri, cadı, şekil değiştirenler, canavar, Kurt Adam, Kırmızı Başlıklı Kız” gibi karakterlerle, melankoli, cinnet, histeri gibi rahatsızlıklar, akıl hastaları ve hastaneleri ve ruhlarla iletişim (tinselcilik) gibi korku fenomenlerinin kökenine ışık tutuyor.

Daha çok dünya çapında üne sahip masallar, mitler ve efsanelerin nasıl doğduğuna dair rahatsız edici ve merak uyandıran gerilimli arka plana odaklanan dizi, yer verdiği izleyici için sahneyi hazırlayan heyecanlı ve gerilimli hikâyelerin ardından, hiçbiri birbirinin tekrarı olmayan farklı korku türleri ve fenomenlerine yönelik arkeolojik olarak nitelenebilecek derinlemesine bir arka plan çalışmasına yönelerek, saf fantezi, fantastik ve gerçeklik ayrımını özenle ortaya koymaya çalışıyor. Gerilimli ve çarpıcı ilk sezon Lore’un “They Made a Tonic” başlıklı ilk bölümünde, ölmeden gömülme korkusu (tafefobia) detaylıca işleniyor.

Mercy Brown isimli bir kadının gerçek hikâyesinden yola çıkılarak incelenen tafefobia, yaşam ile ölüm arasında ince çizginin modern tıp tarafından henüz keskin şekilde ayrılmadığı eski zamanlarda, öldüğü zannedilerek gömülen insanların hikâyelerine ışık tutuluyor.

İlk bölümde ayrıca, “İlk Amerikan Vampir” olarak da kabul edilen Mercy Brown’ın hikâyesi ile Bram Stoker’ın meşhur karakteri “Dracula” arasındaki bağa da değiniliyor. Dizinin “Echoes” isimli ikinci bölümünde, halk arasında “deli insan” korku hikâyelerinin çıkmasının sebebi sorgulanıyor. Bu olgudan yola çıkılarak, “melankoli” ve “cinnet” rahatsızlıkları ile Avrupa’nın 15. yüzyılda kurulan en eski akıl hastanesi “Bethlehem”’ (Bedlam) üzerinden akıl hastaları ve hastanelerinin korku merkezli çarpıcı tarihi ele alınıyor.


Dizinin “Capgras Sendromu”nu konu alan “Black Stockings” isimli üçüncü bölümünde, gerçek bir cinayet hikâyesinden yola çıkılıyor. Bölümde, “kendilerini kurban gibi gören insanların, sevdiklerinin yerine ona tıpa tıp benzeyen bir takipçinin geçtiğini düşünmeleri” anlamına gelen Capgras Sendromu ile “şekil değiştiren” olarak isimlendirilen “peri” varlığına inanç arasındaki bağın nasıl ortaya çıktığı tüm detaylarıyla işleniyor. Bu bağlamda, “epilepsi” ve “histeri” gibi hastalıklardan Batı dünya sının henüz haberdar olmadığı çağlarda, özellikle bir kadın hastalığı olan “histeri” nedeniyle gelişen kadın karşıtlığı ve düşmanlığının nasıl kök saldığı çarpıcı detaylarla izleyiciye sunuluyor.

Dizinin “Passing Notes” isimli dördüncü bölümünde, “tinselcilik” (ruhçuluk, ruhlarla iletişim) akımı gerilimli bir seyirle ekrana taşınıyor. Bu bölümde, “Ahirete açılan bir kapımız var mı?” ve “Ölülerle iletişime geçmek için ölmemiz mi gerekir?” sorularıyla ortaya çıktığı ifade edilen ruhçuluk akımı ile ölülerle iletişim kurmak düşüncesinden hareketle ortaya çıkan hipnoz uygulaması, yine bu bağlamda gelişen “cadı korkusu” ve ruh çağırma seansları adı altında gerçekleşen dolandırıcılıklar ve mistik maskaralıklar oldukça ilginç bir izlenceye kapı aralıyor.

Mexico City’nin güneyindeki Xochimilco su kanallarının ortasında yer alan Isla de Las Munecas’ın (Oyuncak Bebeklerin Adası) .
Mexico City’nin güneyindeki Xochimilco su kanallarının ortasında yer alan Isla de Las Munecas’ın (Oyuncak Bebeklerin Adası) .

Dizinin “The Beast Within” başlıklı beşinci bölümünde, “Kurt Adam” ve “Canavar” fenomenlerinin nasıl doğduğu, “ruhunu şeytana satmak” olgusu ile kötülüğün yenilebileceği düşüncesiyle bedeni ateşe verme uygulamasının ortaya çıkışı, bu konularla irtibatlı olarak “Hipertrikoz” ve “Klinik Likantropi” rahatsızlıkları ile Kurt Adam fenomeninin ilişkisi, 5. yüzyılda İrlanda’da yaşanan gerçek bir olay üzerinden bugüne tüm detaylarıyla izleyiciye sunuluyor.

Lore’un “Unboxed” isimli altıncı bölümünde ise oyuncak bebek ve kukla korkusu irdeleniyor. Mexico City’nin güneyindeki Xochimilco su kanallarının ortasında yer alan Isla de Las Munecas’ın (Oyuncak Bebeklerin Adası) insanları rahatsız eden tarihinden yola çıkarak anlatılan oldukça ilginç bir hikâyeyle bağlantılı olarak, kimi insanların oyuncak bebeklerden neden huzursuz olduğu, oyuncak bebekler tarafından izlendiğimiz düşüncesinin nasıl ortaya çıktığı ve bu durumun insan beyninin işleyişiyle ilişkisi, “Reborn Bebekler” (seri üretimi olmayan aşırı gerçekçi bebekler) üzerinden ele alınıyor.

Daha gerçek ve global konular Lore’un, Batı kültüründeki korku fenomenleri merkezde olmak üzere gerçek hayata daha yakın ve global korku hikâyelerinden oluşan ikinci sezonu da mezar soygunculuğu, toplu katliam, gençlik emicilik, aynalar, tavan arasındaki hayaletler, cadılık, lanet ve şeytanı yaratabileceğimiz inancı başta olmak üzere çok sayıda korku fenomeni ve gerçek hikâyeleri yoluyla oldukça çarpıcı ve gerilimli bir seyre imkân sunuyor. Lore’un her bölümü ortalama 40 dakika sürüyor.

Alternatif Dizi Önleri

Das Boot Tüm zamanların en gerçekçi ve etkileyici savaş filmleri arasında yer alan 1981 tarihli Das Boot’un dizisi, 8 bölümlük bir mini dizi olarak Sky TV’de gösterime girdi. Alman yapımı dizi, filminin bir devamı niteliğinde olmakla birlikte, Alman yazar Lothar-Günther Buchheim’ın 1973 tarihli aynı adlı kitabı ile kitabın 1995 yılında yayımlanan Die Festung isimli devam kitabına dayanıyor. II. Dünya Savaşı’nda U-96 tipi Alman denizaltısının tecrübesiz mürettebatını konu alan ve aynı zamanda savaş karşıtı olan yapım, oyunculukları, mekân ve dekorlarıyla oldukça nitelikli bir dönem dizisi.

Yılın en ilgi çekici konuya sahip dizilerinden biri de, Avustralyalı bilgi-kurgu yazarı Daniel O’Malley’in aynı adlı romanında televizyona uyarlanan The Rook. Yapımcılığını ABD’li yayıncı kuruluş Starz’ın üstlendiği ve Londra’da geçen dizi, paranormal güçler tarafından takip edilen genç bir kadının merkezinde olduğu olayları konu alıyor. Londra’daki bir parkta gözlerini açan Myfanwy Thomas (Emma Greenwell), etrafının ölü bedenlerle sarılı olduğunu görecek, ancak geçmişine dair hiçbir şey hatırlayamayacak ve o an yaşadıklarını hatırlamak ve hafızasını çalan insanlara karşı koyabilmek için çetin bir savaşa girişecektir.
Yılın en ilgi çekici konuya sahip dizilerinden biri de, Avustralyalı bilgi-kurgu yazarı Daniel O’Malley’in aynı adlı romanında televizyona uyarlanan The Rook. Yapımcılığını ABD’li yayıncı kuruluş Starz’ın üstlendiği ve Londra’da geçen dizi, paranormal güçler tarafından takip edilen genç bir kadının merkezinde olduğu olayları konu alıyor. Londra’daki bir parkta gözlerini açan Myfanwy Thomas (Emma Greenwell), etrafının ölü bedenlerle sarılı olduğunu görecek, ancak geçmişine dair hiçbir şey hatırlayamayacak ve o an yaşadıklarını hatırlamak ve hafızasını çalan insanlara karşı koyabilmek için çetin bir savaşa girişecektir.