Bitcoin çağında para, fiyat ve adalet

​Bitcoin  çağında  para,  fiyat  ve  adalet
​Bitcoin çağında para, fiyat ve adalet

Veda Hutbesi’nden iki net buyruk: 1. Canlarınız mukaddestir; Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyin! 2. Ribanın her çeşidi kaldırılmıştır; ilk kaldırdığım, amcam Abbas’ın ribasıdır. Ve Kur’an-ı Kerim’den iki net buyruk: Şeytan; 1. Şarap, 2. Kumar... yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister. Bunlar birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz (Maide, 90-91). Birbirinin ardınca zikredilen dört fiil: Cinayet/Riba, İçki/Kumar. İlk bakışta hiç de birbiriyle alakalı gibi gözükmüyorlar. Adam öldürmekle faiz arasında ne gibi bir münasebet bulunabilir? İçki ile kumar da birbirlerine benzemiyorlar pek. Her bekrî kumarbaz değil; her kumar oynayan da içki içmez. Allah ve Resulü bizi niçin bu denli şiddetle uyarmış ve özellikle bu fiilleri peş peşe sıralamış olabilirler?

Veda Hutbesi’ndeki birinci madde “can güvenliği”ne dairse, ikinci maddenin gayesi “mal güvenliği” olmalıdır. Riba/Faiz tartışmasının ayrıntılarına girmeden de diyebiliriz ki, paranın para doğurduğu bir sistem her türlü emek ve mal mülk istismarına açıktır. Bitcoin çağı, farazi (sanal) servetin gerçek servete hükmettiği bir çağdır.

Bugün ülkeler arasında her gün yaklaşık 50 milyar dolarlık gerçek mal/hizmet ticareti yapılırken, içinde hiçbir reel mal ve hizmetin olmadığı, ülkeler arası sanal alışverişin günlük hacmi 5 trilyon dolardır.

Kendini kaybeden insanlara, iktisat teorisi bile en uygun sıfatı yakıştırmıştır: “Animal Spirits” (Hayvan Ruhlar).
Kendini kaybeden insanlara, iktisat teorisi bile en uygun sıfatı yakıştırmıştır: “Animal Spirits” (Hayvan Ruhlar).

Sanal kategorilere hükmedenler gerçek kategorilere, cinlere hükmedenler insanlara egemendir. Ve bu çılgın ekonominin motoru, insanoğlunun kumar tutkusudur.

Kumar da ilk bakışta içkiye pek benzemiyor; fakat ortak etkileri sarhoşluktur. Kumar bir talih oyunu değil, bir vertigo oyunudur, baş döndürür!

Allah, bu iki fiili yan yana anarken, “Şeytan, şarap ve kumar vasıtasıyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister” buyuruyor. Başı dönüp de kendini kaybeden, Rabbini bulamaz. Bu kendini kaybeden insanlara, iktisat teorisi bile en uygun sıfatı yakıştırmıştır: “Animal Spirits” (Hayvan Ruhlar).

Paranın Dört Hâli

Paranın ortaya çıkışına dair tarihî ve antropolojik çalışmalar, temel bir önyargıyı yerle bir etti: Para esas olarak bir “mübadele aracı” olmak için geliştirilmedi. Asıl işlevi, bir “borç ödeme” aracı, hatta sadece ödeme birimi olmaktı. Para, ortada maddesi olmadan da bir “hesap birimi” olarak kullanılıyordu. Bu karmaşık tarihe fazla bulaşmadan, en az dört para devrinden söz edebiliriz.

Benim adlandırmamla, Klasik Dönem: Metapara ve Metalpara. Modern Dönem: Kâğıtpara ve Öyküpara. Bitcoin, tamamen hikâye paradır. Müstakbel bir servet öyküsüne yatırım yapılmaktadır.

İslamiyet dâhil dünya dinleri, ana ilkelerini son iki evreden çok önce vaz ettiler. Dolayısıyla, çağdaş ilahiyatçılar paranın son iki evresine vâkıf olmadan, hiçbir iktisadi meselede ağızlarını açamaz, içtihat yapamazlar.

Öyküparaya alelacele “Caiz değil!” fetvası veren Diyanet, kâğıtparanın son üç yüz yılda muktedirler elinde nasıl bir zulüm ve sömürü aracı olageldiğinin farkında mıdır acaba? Hocalarımız, maaşları bitcoin olarak ödendiği gün, içtihatlarını değiştirecekler midir?

Çin'de kullanılmaya başlayan ilk kağıt para
Çin'de kullanılmaya başlayan ilk kağıt para

Metaların bizzat kendilerinin para yerine kullanıldığı çağları tahayyül etmek zor değildir. Benim çocukluğumda bile, Ağrı’nın mahallelerinde lavaş adını verdiğimiz tandır ekmeği ile somun dediğimiz fırın ekmeği arasında 1S = 2L paritesi vardı. Bu basit takasın ötesinde, buğday ve arpa köylerde temel bir ödeme aracıydı. Sonra öğrendik ki, 19. yüzyıl ortalarına kadar Japonya’da devlet memurlarının maaşları bile pirinçle ödenir; Afrika’da ise pirinç yerine tuz veya deniz kabukları kullanılırdı. Çin ipeği ile Hint kumaşına hiç girmeyelim...

Fakat medeni dünyanın temel ödeme aracı madenî paraydı, altın veya gümüş. Şehir hayatına geçilince, uzmanlaşma hayati bir mesele oldu. Toplumları dinamik kılan en önemli nitelik, uzmanlaşmadır. Uzmanlaşma, ticareti zorunlu kılar.

Medeni hayat (medinede, yani şehirde yaşanan hayat!) ticaretsiz tasavvur edilemez. Anadolu’nun büyük bir bölümünü, Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’i içine alan Bereketli Hilal, ilk medeniyet merkezlerinden biridir. Çok eski çağları bir yana bırakırsak, M.Ö. 800 ila M.S. 200 arası binyılda bu bölgenin ve topyekûn Akdeniz dünyasının ulaştığı ekonomik gelişme düzeyi, Avrupa’da ancak 12. yüzyıldan sonra aşılabildi.

Bu başarının kaynağı, son derece gelişmiş bir ticaret ve piyasalar ağının mümkün kıldığı yaygın iş bölümüydü. Kitab-ı Mukaddes (Bible), Doğu Akdeniz’deki ticari hareketliliği bir tarih kitabından çok daha canlı biçimde tasvir ediyor:

  • “Ve sen, âdemoğlu, Sur için mersiye oku ve Sur’a de: Ey deniz kapılarında oturan, çok (uzak) adalara kadar kavimlerle alışveriş eden şehir, sende hikmetli adamlar vardı, senin kılavuzların onlardı. Mallarınla değişmek için, denizin bütün gemileri gemicileriyle beraber sende idiler. Her çeşit malın çokluğundan ötürü Tarşiş senin tacirindi; senin pazarlarına gümüş, demir, kalay ve kurşun verirlerdi. Yavan, Tubal ve Meşek senin tacirlerindiler; senin mallarını insan canları ve tunç kaplarla değiş ederlerdi.
  • Dedan Oğulları senin tacirlerindiler; çok adaların ticareti senin elinde idi; karşılık olarak sana fildişi ve abanoz getirirlerdi. Senin el işlerinin çokluğundan ötürü, Suriye senin tacirindi; senin pazarlarına zümrüt, erguvani ve renk renk işlemeliler, ince keten ve mercanla yakutlar verirlerdi. Yahuda ile İsrail diyarı senin tacirlerindiler; senin mallarına karşılık buğday, pide, bal ve yağ ve merhem verirlerdi. Arap ili ve bütün Kedar beyleri senin tacirindiler; kuzu ve koçlarla gelirlerdi. Şeba ve Raama tacirleri senin pazarlarına baharat, her türlü kıymetli taş ve altın verirlerdi. Senin malların için kervanlar Tarşiş gemileriydi ve seni doldurdular ve denizin bağrında çok izzetli oldun” (Hezekiel, 27).
  • Bu “çok izzetli” dönemin iktisadi (hatta siyasi) istikrarı, altın ile gümüşün istikrarına bağlıydı. Madenî paranın içindeki altın ve gümüşün miktar ve ayarıyla oynamayan hükümdarlar, bereket ve gelişme menbaıydılar. Paraları kırpanlaraysa hırsız nazarıyla bakılırdı. İbn Haldun, Mukaddime’de şöyle diyordu: “İmdi Allah Teala, edinilen bir mal (ve biriktirilen tüm servet) için kıymet (ölçüsü) olarak altın ve gümüş denilen iki madenî taş yaratmıştır. Bazı hâllerde daha başka şeyler de edinilmekte ve biriktirilmekte ise de, âlemdeki insanlar için umumiyetle servet ve sermaye bu ikisidir. (Bu ikisinin haricinde edinilen) şey, bu ikisini elde etmek içindir. Zira altınla gümüşün haricindeki eşya pazarlarda görülen değişikliklere maruz kaldığı hâlde bu ikisi bundan uzaktır. (Fiyatları sabit ve daima revaçtadır.) Şu hâlde bu ikisi, kazançların, servetin ve sermayenin aslıdır.”

Değerin ölçüsü olarak, bu iki taşın değerinin sabit kalması için, onları darbedecek kurumun çok sağlam olması, siyasi ve ekonomik dalgalanmalardan etkilenmemesi gerekiyordu. “Nakitlerle ilgili sebk ve tahlis (eritme ve arıtma) belli bir noktada durmaz, sabit değildir. Bu en sonunda içtihada (ve takdire) dayanır.

Belli bir ülke ve bölge halkı tahlis konusunda belli bir noktaya ulaştıkları zaman burada dururlar; (bu derecede halis hâle getirilen) madene imam veya ayar adını verirler. Nakitlerini ayarlamada bunu kullanır, onun dengi olup olmadığına bakıp paralarını ayarlarlar.

Şayet bundan eksik gelir ve standarttan aşağı düşerse, nukûd ve paralar bozuk (mağşuş, kalp) kabul edilir. Bütün bunlara bakmak, bu görevi üstlenen şahıslara aittir. Bu itibarla bu vazife dinîdir, onun için de hilafetin şümulüne dâhildir.” Özetle, para bir iman meselesidir ve dinin ana konularından biridir.

Hükümdarın b orcunu halk ödesin!

Madenî paranın işlevi bu iken, kâğıt paranın asli işlevi “hükümdarın borcunu halka ödetmek” oldu. İlk kâğıt paralar Çin’de basıldı (feiqian yahut uçan para). Tang Hanedanı (618-907) zamanında, sadece büyük tüccar arasında dolanan kâğıt paralar, Sung Hanedanızamanında (960-1276) daha geniş bir çerçevede kullanılmaya başlandı. Yuan Hanedanı (1279-1367) kâğıt parayı resmî para (legal tender) hâline getirdi, Ming Hanedanı (1368-1644) ise banknot basımını doğrudan Maliye Bakanlığı’nın uhdesine verdi.

İmparator Hung Wu’nun tahta çıkışının 13. yılı olan 1380’den 1560’a kadar basılan bütün banknotlarda, Türk lirasındaki Atatürk gibi, Hung Wu ile Maliye Bakanı’nın isimleri okunabilmektedir.

Banknotlar 100, 200, 300, 400 ve 500 wen ile 1000 wen demek olan 1 kuan şeklindeydi. Bir kuan 1000 bakır para veya bir 1 gümüş liang idi; 4 kuan ise 1 altın liang. Peki bu şahane sistem neden yürümedi? Çünkü 1380’de 1 kuan 1000 bakır para iken, 1535’te sadece 0,28 bakır paraya düşmüş, yani ilk değerinin 3500’de birine inmişti. (Bkz. Museum of the National Bank of Belgium, http://www.nbbmuseum.be) Değeri mütemadiyen düşen bir nesne, altın dahi olsa, para yerine geçemez!

Kâğıt parayı bir dünya fenomeni hâline getirenler İngilizler oldu. Bank of England (BoE, 1694), hükümdarın borcunu “ülkenin borcu” (National Debt) hâline getiren ve bunda başarılı olan ilk finans kurumudur. Swift, Pope ve Gay gibi 18. yüzyıl yazarları, devletin “ileride halktan toplanacak vergilere karşılık” aristokrat ve tüccar sınıflara karşı borçlanmasını yeni bir “belirsizlik ve akış” çağının alameti sayıyorlardı.

Alexander Pope
Alexander Pope

Pope, ünlü İnsan Üzerine Deneme’sinde şöyle diyordu:

“Yatırımın hacmi, sahibine kamu fonlarından bir ödeme payı verilen hisselerin, biletlerin, kuponların artık pazarlanabilir mülk olduğu anlamına geliyordu; bunların değeri devletin siyasi, askerî ve mali işlerine halkın beslediği güven ölçüsünde yükselir veya düşerdi. Fon sahibi ve simsar, boğa ve ayı sahneye çıktılar; bunların etrafında kümelendikleri şahsiyet, bunların İngiliz siyaset diline kazandırdıkları kavram, Ticaret değil Kredi idi.” Eskiden hükümdarların borcu, sadece kendilerini bağlardı; çoğunlukla kendilerinden önceki kralın borcunu ödemezlerdi. Bazen kendi borçlarını da! Özel bir banka olan BoE, krala verdiği borcu “Ülke Borcu” hâline getirmeyi başardı. Böylece devletin kendisi “pazarlanabilir mülk” hâline getirildi. (Bkz. Colin Nicholson: Writing and the Rise of Finance, Cambridge, 1994.)

İktisat tarihçilerinin “Finansal Devrim” diye niteledikleri bu gelişmelerin sonucunda, siyasi tarihçi J.G.A. Pocock’a göre, insanların kendileri ve dünyaları hakkındaki düşünme ve yazma biçimleri köklü bir dönüşüme uğradı. Servetleri toprak, mal ve hatta madenî paradan değil de, “belirsiz bir gelecekte ödenecek” kâğıt vaatlerden (paper promises) oluşan yeni sınıfların ortaya çıkması, daha önce görülmemiş derecede “tehlikeli ve istikrarsız” yeni kişilik tiplerinin ortaya çıkışını gerektiriyordu. (Virtue, Commerce; and History, Cambridge, 1985.)

J.G.A. Pocock’a göre, insanların kendileri ve dünyaları hakkındaki düşünme ve yazma biçimleri köklü bir dönüşüme uğradı.
J.G.A. Pocock’a göre, insanların kendileri ve dünyaları hakkındaki düşünme ve yazma biçimleri köklü bir dönüşüme uğradı.

Bu tehlikeli ve istikrarsız kişiliklerin iktisat kuramına girişi ise ancak 1930’larda Keynes ile mümkün olabildi. Ülke borcu kavram (ve gerçekliğinin) ortaya çıkardığı yeni durumu Daniel Defoe şöyle özetliyordu: “Savaşın gerçek Desteği olan ve yokluğu Ülkeyi tahrip edecek olan Ulusal Kredi... akılalmaz işler başarmaktadır. Kim ki savaşın Kredi olmadan sürdürülebileceğini söylüyorsa, saçmalıyordur!”

Kâğıtpara ve kredi ekonomisi, piyasada fiyatların eskiden olageldiği üzere “ürünlere harcanan emeğe nispetle” oluşmasına son verdi. Ekonomide oluşan kârdan aslan payını üreticiler değil, kâğıtpara ve krediye hükmedenler almaya başladı. Kâğıtpara, Goethe’nin Faust’ta işaret ettiği gibi, emeksiz değer yaratmanın aracı oldu. (Bkz. M. Özel: Roman Diliyle İktisat, Küre, 2018.)

İktisatın ana meselesi: Fiyat!

Herhangi bir iktisadi sistem, değer ve bölüşüm (zenginlik ve paylaşım) sorunlarını eş zamanlı olarak tatminkâr bir çözüme kavuşturmak zorundadır. Bölüşümü sağlayan anahtar mekanizma fiyatlamadır. Fiyat, iktisadi sistemin, dolayısıyla da iktisadi düşüncenin ana meselesi ve en kritik kavramıdır. Parasal fiyat, fiyatın sadece piyasa toplumlarında aldığı biçimdir. İçinde piyasa ve para olmayan bir sosyo-ekonomik sistemde bile mutlaka fiyat vardır!

Misal olarak diyelim ki, 1930’ların Stalinist Sovyet Rusya’sındayız ve (gerçekte öyle olmamakla beraber) yüzde yüz komünist bir rejim altında yaşıyoruz. Her şeyin üretim ve bölüşümünü devlet kurumları planlıyor ve gerçekleştiriyor. Bendeniz Mustafa Kamilov, Moskova Devlet Üniversitesi’nde iktisat hocasıyım. (Tabii, iktisattan kasıt, Hz. Marx’ın (a.m.v.) emek-değer teorisini ayrıntılı biçimde açıklamaktır. A.m.v. = Allah müstehakını versin!)

Kendimi haftada beş gün ders vermeye hazırlayabilmem, teorik dille, kendimi yeniden-üretebilmem için, gıda, giysi, barınma gibi ihtiyaçlarımın bir şekilde karşılanması gerekir. Diyelim ki günde bir ekmekten ayda otuz ekmek, iki kilo et, iki kilo yağ, şu kadar sebze ve meyve… Yılda üç takım elbise, dört takım iç çamaşırı, iki çift ayakkabı.

Tabii, futbol zevkimi de hesaba katmaları ve en az ayda bir defa Dinamo Moskova maç bileti, her mevsim bir defa Bolşoy balesi bileti vs. temin etmeleri gerekir. Yoksa kafamı kızdırırlarsa, o güzelim Marxist teoriyi tanınmaz hâle getirebilir, çocuklara tehlikeli kapitalist fikirler aşılayabilirim!

Hülasa, benim bir aylık hocalık hizmetime karşılık olarak, Sistem’in bana (Sencer Divitçioğlu Hocamızın ruhu şad olsun, onun kelimeleriyle) yen-üretim için bir mal ve hizmet sepeti sunması lazım. İşte bu, fiyatlamadır. İki P (Para ve Piyasa) olmadan da, F (Fiyat) hükmünü sürdürmektedir!...

Piyasa ekonomilerinde fiyatın nasıl oluştuğuna dair bugüne değin iki “değer kuramı” geliştirildi, üçüncüsü ise yoldadır. Smith, Ricardo, Marx gibi, liberal veya sosyalist iktisatçıların omuz verdiği “Emek-Değer Kuramı” fiyatı, ürünler için harcanan ortalama emek-zamanla açıklamaya çalıştı; pek başarılı olamadı.

Jevons, Walras ve Menger gibi neoklasik liberallerin omuz verdiği “Fayda-Değer Kuramı” fiyatı, alıcının üründen aldığı haz veya yarara bağlamaya çalıştı; gerçeklikten kopuk muhteşem matematiksel formüllere boğulup kaldı.

Bank of England
Bank of England

Nitzan ile Bichler’in çeyrek asırdır omuz verdiği “Güç-Değer Kuramı” (Power Theory of Value) ise fırında pişmeye devam ediyor. Bu kuramda bütün ürünlerin fiyatları, başta petrol olmak üzere kritik birkaç maddenin fiyatına bağlıdır; bu “tetikçi fiyatlar”ı belirleyense Güç’tür. Bana göre, mevcutlar içinde kapitalizmin tabiatına en uygun değer kuramı budur ve ergeç anaakım kitaplarda yerini alacaktır.

Sözü faiz ve kumar bağlamında bitcoin ve Medine Pazarı’na getirecektim ama yerimiz bu kadar. Biraz soluklanalım, önümüzde seçim var!..