Boykotun aşırı protest tarihi

Boykotun aşırı protest tarihine bir yolculuk yapalım.
Boykotun aşırı protest tarihine bir yolculuk yapalım.

İlk protestonuzu yahut boykotunuzu hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum. 97 yılı olmalı. İlkokul ikinci sınıftayım. Millî bayramlardan birinin töreni için bütün hafta hazırlık yapmışız. Tören yürüyüşüne çalışmışız, derslere girmemişiz. Sonra okul idaresinin aldığı bir kararla ikinci sınıflar törenden çıkartılmış. Haberi aldığımızda çok üzülüyoruz. Bir şeyler yapmamız gerektiğine eminiz. Akşamları haberlerde kulağıma çalınan o slogan geliyor aklıma “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!” Akşam saat 21’de neredeyse tüm Türkiye ışıkları kapatıp açma eylemi yapıyor. “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” diyorlar. “Susurluk”, “kaza” gibi kelimeler var aklımda.

'Güney Afrika'daki Apartheid'ı kınayın'
'Güney Afrika'daki Apartheid'ı kınayın'

Bu eylemlerin sebebini bilmiyorum ama çok hoşuma gidiyor. Balkona çıkıp kapanıp açılan ışıkları izliyorum. Bütün bunları okul idaresine karşı uygulayalım diyorum arkadaşlarıma. Kartonlara sloganımızı yazıyoruz. “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!” Sınıfın ışıklarını açıp kapatıyoruz. Kartonlarımızı alıp okul koridorlarında bağırarak bahçeye çıkıyoruz. Slogan atarak yürüyoruz. Hocalarımız bize gülüyor. Siyasi konjonktürden bağımsız olarak bu sloganlar bizim için çok kullanışlı. 8 yaşındayız. Öfkeli ve kırgınız. Derse girmeyi reddediyoruz. Müthiş bir keyif de alıyoruz bundan. Nihayetinde bizi törene yine de dahil etmiyorlar ama akıllara kazınan bir protesto ve boykota imza atıyoruz.

Bugün 7 Ekim’den beri süren İsrail’in Filistin soykırımı neticesinde en etkili silahımız boykota sarılmışken, hâlihazırda zaten yıllardır pek çoğumuz İsrail mallarını yahut İsrail’i destekleyen firmaları boykot ederken ve boykotun tarihi üzerine düşünürken kendi kişisel tarihimden bu anı çıkageliyor. Bizim çocuk protestomuz ve akabinde uyguladığımız derse girmeme boykotu kısa sürüp sonuçsuz kalsa da tarihte pek çok boykotun başarıya ulaştığı, başarıya ulaşmasa da büyük yankı uyandırdığı bir gerçek. Bugün İsrail ürünlerinin boykotunun firmalara ciddi boyutta olumsuz yansıması gibi. Dilerseniz birlikte boykotun aşırı protest tarihine bir yolculuk yapalım.

Zor yıllar: Mekkeli müşriklerin Hâşimîleri boykotu

Mekke.
Mekke.

Boykotun henüz boykot olarak kavramsallaşmadığı yıllar… İslamiyet’in gelişinin yedinci yılında başlayıp onuncu yılında sona eren boykot, Hz. Muhammed’i ve onu koruyup savunan, öldürmeleri için Mekkeli müşriklere teslim etmeyen akrabaları Hâşimoğullarını hedef alıyordu. Müslümanların sayısının hızlıca arttığı bu dönemde, Mekkeli müşrikler artık bu olayı kökten çözmek istiyordu. Bunun üzerine Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler ve onu koruyan akrabalarından onu kendilerine teslim etmelerini istediler. Ancak Hâşimîler bu karara sert bir şekilde karşı çıktı. Bunun üzerine müşrikler

Hâşimîlere toplumsal baskı uygulamak için yeni bir yöntem buldular. Bu karara göre, Hâşimîlere toplumsal ambargo (boykot) uygulanacak, onların barış teklifi kabul edilmeyecek, onlara acınmayacak, kız alıp verilmeyecek, mal alıp satılmayacak, konuşulmayacak, görüşülmeyecek, evlerine girilmeyecekti. Bu sözleşmeyi bir kâğıda yazıp mühürlediler ve sözlerinden vazgeçmemeleri için Kâbe’nin duvarına astılar. Hâşimoğulları için zor, açıkla dolu yıllar böyle başlamış oldu. Üç zor yılın akabinde rivayete göre Allah’ın gönderdiği bir güve, Kâbe duvarına asılan boykot sayfasının sadece “Bismillahümme” “Allah’ım senin adınla başlarım” cümlesi hariç bütün bölümlerini yedi ve bunu Allah Hz. Peygamber’e bildirdi. O da Ebu Talib’e söyleyince Ebu Talib, müşriklere giderek: “Kardeşimin oğlu Hz. Muhammed sayfayı bir güvenin yediğini söyledi. Eğer bu haber doğruysa boykotu kaldırın, eğer değilse Hz. Muhammed’i size teslim edeceğim.” dedi. Bunun üzerine müşrikler sayfaya bakmaya gittiler ve güvenin sayfayı yediğini gördüler. Ancak onlar sözlerinde durmayarak “Bu sihirdir.” deyip işlerine devam ettiler. Boykot ise daha sonra araya Mekke’nin önde gelenlerinin girmesiyle kaldırıldı.

Boykotun isim babası: Charles Cunningham Boycott

“Eğer bir adam sizi arazilerinizden çıkmaya zorluyorsa, ondan sakınmalısınız ve onu nerede görürseniz, yolda, caddede, çarşı-pazarda, tek başına bırakın ve görmezden gelin.”
“Eğer bir adam sizi arazilerinizden çıkmaya zorluyorsa, ondan sakınmalısınız ve onu nerede görürseniz, yolda, caddede, çarşı-pazarda, tek başına bırakın ve görmezden gelin.”

Her ne kadar boykotun tarihi oldukça eski olsa da ancak 19. yüzyılda “boykot” kelimesi kullanılmaya başlandı. Yüzbaşı Charles Cunningham Boycott, ordudan emekli olmasının akabinde İrlanda’daki bir kontun mülk ve arazilerinin sorumluluğunu üstlendi. Halk ise bölgedeki kontların kira zulümlerinden yılmış, isyan etme noktasına geldi. Kira fiyatlarının indirilmesini talep etseler de Boycott, kira fiyatlarını indirmeyip üstüne kiracıları çıkarmaya çalıştı. Bunun üzerine Arazi Birliği Başkanı Charles Pannel, çiftçilere şu tavsiyeyi verdi: “Eğer bir adam sizi arazilerinizden çıkmaya zorluyorsa, ondan sakınmalısınız ve onu nerede görürseniz, yolda, caddede, çarşı-pazarda, tek başına bırakın ve görmezden gelin.” Bu tavsiyenin etkisi zamanla büyüdü. İşçiler işi bıraktı, esnaf Boycott ve ailesine satış yapmadı, postaları iletilmedi, dükkânlara Boycott’un resimleri asıldı. Kiracıların lehine başarılı sonuçlanan bu baskı, İngiliz gazetelerinde de yer aldı. 1880 yılında gazeteci James Redpath, bu baskıyı isimlendirmek için önce Boycott’un dışlanmasından hareketle “dışlamacılık” (ostracism) kelimesini kullandı ancak daha sonra bu isimlendirmeyi beğenmedi ve bu baskıyı yaşayan kişinin adından hareketle Boycott kelimesini kullandı. Daha sonra bu durum “boycott” olarak kavramsallaştı ve diğer dillere de bu şekilde yerleşti.

Osmanlı’da boykotlar

Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk boykotlar 19. yüzyıl sonlarına doğru askerî okul öğrencileri gibi küçük gruplarda görüldü. 1880 yılında Harbiye Mektebi’nde bazı öğrenciler yemekleri boykot etmiş, akabinde huzursuzluk çıkardıkları gerekçesiyle okuldan atılmışlardı. Yine 1886 yılında Otuz İkinci Alay’ın Dördüncü Tabur efradı, bayram maaşlarını alamadıkları için yemek boykotu yapmışlardı. 1903 yılında ise boykot bu sefer Washington Sefareti’nde görüldü. Sefarethane memurları maaşlarını alamamışlar bunun üzerine maaşları ödeninceye kadar işleri boykot etmişlerdi. 1904 yılında ise Pirlepe’de bir askerin bir Bulgar’a tokat atmasını protesto etmek için Bulgar esnaf dükkânlarını kapatarak boykot etmişlerdi. Bunun gibi pek çok boykot hareketi Osmanlı toplumunda hareketliliğe sebep olmuştu. Ancak ilk ve en büyük boykot Avusturya’ya karşı yapılmış ve neredeyse tüm topluma sıçramıştı. 5 Ekim 1908 tarihinde Avusturya-Macaristan’ın Bosna Hersek’i ilhak ederek topraklarına katması üzerine büyük bir toplumsal tepkiyle karşılaşılmıştı. Bu tepkinin bir yansıması olarak 7 Ekim’de Osmanlı Devleti’nde Avusturya mallarına karşı boykot hareketi başladı. Boykot bilhassa İstanbul, İzmir, Trabzon, Selanik gibi liman şehirlerinde etkili oldu. Boykot sürecinde, hamallar Avusturya gemilerine yük taşımayı ve boşaltmayı reddettiler, tüccarlar Avusturya ile ticari ilişkilere girmediler, Müslüman ve gayrimüslim halk da dükkânlardan Avusturya mallarını satın almadılar. Ancak nihayetinde Osmanlı Devleti bu ilhakı kabullenmek zorunda kaldı ve 2 Mart 1909’da boykot sona erdi.

1908 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve Avusturya’nın Bosna Hersek’i ilhak etmesi Girit Rumlarını da cesarete getirdi; bunun üzerine 6 Ekim’de Yunanistan’a iltihak kararı aldılar. 1910 yılı Mayıs ayında Girit Milli Meclisi’nin “Helenlerin Kralı” adına açılması üzerine Osmanlı Devleti’nin her yerinde Yunanistan mallarına karşı boykot başladı. Toplum Avusturya boykotu sebebiyle tecrübe sahibiydi ve bu sebeple boykotu organize bir şekilde her tarafa yaymaya çalıştılar. Yunanistan’ı boykot sırasında da liman işçileri önemli rol oynadılar. Ekonomi büyük zarar uğradı. Avrupalı devletlerin boykotun durdurulması yönünde Osmanlı Devleti’ne, geri adım atması için Yunanistan’a baskı yapması sonucunda yıl sonuna doğru boykot etkisini kaybetti. Her iki boykot da resmî bir nitelik taşımıyordu, halkın kendi aralarında örgütlenmesiyle uygulanabilmişti.

Her iki boykotun etkisi ile Ocak 1911 tarihinde İzmir merkezli ve Amerika bandırası ile Osmanlı karasularında yük ve yolcu taşıyan Hacı David Vapur Şirketi sıradan bir olay sebebiyle boykot edildi. İskenderun limanında başlayan kısa sürede diğer liman kentlerine de yayıldı.

Montgomery otobüs boykotu

Amerika’nın Alabama eyaletinde 1 Aralık 1955 tarihinde Afro-Amerikalı bir terzi olan Rosa Parks otobüsteki yerini bir beyaz erkeğe vermeyi reddettiği için Montgomery’nin ırk ayrımı yasalarını ihlal etmekle suçlanarak tutuklandı. 1900 yılından itibaren uygulanan yasaya göre otobüslerin ilk sıraları beyazlara, son sıraları siyahlara ayrılmıştı. Arada kalanlarsa beyazların sıraları doluncaya kadar siyahların da oturabileceği koltuklardı. Ayakta kalan bir beyaz olduğunda, şoför siyahlarla beyazların oturduğu koltukları birbirinden ayıran “colored” işaretini otobüsün arka tarafına doğru götürüyordu. Siyahlar arkada yer yoksa ayakta durmak, ayakta duracak yer yoksa da otobüsten inerek bir sonrakini beklemek zorundaydı. Yasa, siyah yolcularla beyaz yolcuların aynı koltukta yan yana oturmasına da izin vermiyordu. Olay günü bazı beyaz yolcular ayakta kalınca şoför, Rosa Parks ve aynı sırada oturan diğer siyah yolcuların arka sıraya geçmesini istedi ancak cam kenarında oturan Rosa Parks bunu reddetti. Bunun üzerine şoför polis çağırdı ve Rosa tutuklandı. Daha sonra kefaletle serbest bırakıldı. Ancak mahkemesi devam ediyordu. Rosa Parks’ın mahkemeye çıkarıldığı 5 Aralık günü Montgomery’de yaşayan neredeyse tüm siyahların katıldığı otobüs boykotu eylemi gerçekleştirildi. O gün 40 bin kişi işe yürüyerek gitti. Bu boykot bir yıldan fazla sürdü. Nihayetinde 1956 yılının Aralık ayında belediye otobüslerinde siyahlara yönelik bu ırkçı uygulamanın kaldırılmasıyla boykot da sona erdi.

Amerika’nın Alabama eyaletinde 1 Aralık 1955 tarihinde Afro-Amerikalı bir terzi olan Rosa Parks otobüsteki yerini bir beyaz erkeğe vermeyi reddettiği için Montgomery’nin ırk ayrımı yasalarını ihlal etmekle suçlanarak tutuklandı.
Amerika’nın Alabama eyaletinde 1 Aralık 1955 tarihinde Afro-Amerikalı bir terzi olan Rosa Parks otobüsteki yerini bir beyaz erkeğe vermeyi reddettiği için Montgomery’nin ırk ayrımı yasalarını ihlal etmekle suçlanarak tutuklandı.

Anti-Apartheid boykotu Güney Afrika’daki apartheid rejimi, siyah ve beyaz ırkları birbirinden ayrı tutarak ve siyah nüfusu ayrımcı yasalarla kısıtlayarak onlara zulmetti. Bu durum uluslararası toplumda büyük rahatsızlıklara sebep oldu ve Güney Afrika’ya karşı bir tepki oluşturdu. Anti-Apartheid Boykotu, bu zulmü durdurmak ve Güney Afrika hükümetini değişime zorlamak amacıyla başlatıldı. Anti-Apartheid Boykotu, 20. yüzyılın ortalarında Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı ilk tepkilerle başladı. Ancak 1960’lar ve 1970’lerde boykot kampanyaları daha geniş kapsamlı ve etkili hâle geldi. Bu dönemde, spor müsabakalarından, kültürel etkinliklere, ticaret ve ekonomik ilişkilere kadar pek çok alanda boykot çağrıları yapıldı. Bu süreçte pek çok ülke Güney Afrika’dan gelen ürünleri boykot etti, yatırımları geri çekti ve ticari ilişkileri sınırlandırdı. Bununla birlikte sanat, spor ve eğitim alanlarında da boykot etkili oldu; birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve sporcu, Güney Afrika’daki etkinliklere katılmadı, kültürel etkileşimden kaçındı ve Güney Afrika’da öğretim yapmadı. Bu uluslararası alanda Güney Afrika’nın izolasyonunu artırdı. Anti-Apartheid Boykotu, Güney Afrika hükümetini değişime zorlayan önemli ve etkili bir faktör oldu. Uluslararası baskılar sonucunda Güney Afrika’da 1990’larda Apartheid rejimi sona erdi ve 1994 yılında ülkede demokratik seçimler düzenlendi. Nelson Mandela’nın da serbest bırakılması ile siyah ve beyaz Güney Afrikalıların eşit oy hakkına sahip olması, serbest ve adil seçimler boykotun başarılı bir şekilde sonuçlandığının en somut delili niteliğindedir. Apartheid rejimi sırasında Güney Afrika hükümeti, İsrail’le iyi ilişkiler içerisine girdi ve Filistin halkının karşısında İsrail’i destekledi. Mandela hükümeti ise bu durumun tam karşısında bir tavır alarak İsrail’in de bir apartheid rejimi olduğunun uluslararası boyutta kabul edilmesi üzerine çalıştı. Güney Afrika, bugün de bu tavrını değiştirmeyerek Filistinlilerin yanında yer aldı, İsrail’in Gazze’deki Filistin halkına soykırım yaptığı gerekçesiyle Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail lehine soykırım davası açtı.

İnşallah bugün İsrail lehine uyguladığımız boykot toplumsal çabalardan sıyrılarak siyasi ve uluslararası bir boyut kazanır ve tıpkı apartheid rejimi gibi İsrail de bu boykot karşısında eksilip gider.