Cahildim, sanal dünyanın rengine kandım

​Cahildim, sanal dünyanın rengine kandım

Derler ki, “İnsan bir şeysiz yapamıyorsa onun bağımlısıdır.” Birkaç gazete başlığıyla izah edelim: Hayatının 6 yılını bir internet kafede geçiren ve internet bağımlılığından kurtulmak isteyen bir Çinli, polis i arayarak “Kendimi kontrol edemiyorum. Beni birkaç aylığına hapse atın” diyerek sorununa çare bulmaya çalışmıştır. Güney Kore’de günün 12 saatini internet kafelerde geçiren bilgisayar bağımlısı evli çift, sanal bebekleriyle ilgilenirken, gerçek bebekleri açlıktan ölmüştür. Çin’de 30 yaşında bir yetişkin 3 gün boyunca video oyunu oynaması nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılayamamış ve ölmüştür.

İnsan hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin aynı zamanda insanın varoluşuna, değerlerine, psikolojik iyilik hâline yönelik saldırıları bir sorun olarak değerlendirilmeyi beklemektedir.

Çocuk ve ergenlere “Hayatınızdaki en önemli şey nedir?” diye sorulduğunda ilginç bir şekilde “akıllı telefonum, dizüstü bilgisayarım ve tabletim” cevapları verilmiştir.

Yeni iletişim teknolojileri gençler için soludukları hava gibi vazgeçilmez hâle dönüşmektedir. Modern zamanlarda aşırı maddeleşmeye bağlı olarak sosyal ilişki kuramayan, yetenek ve sabrını kaybeden bir neslin oluşması nedeniyle internet kullanımı yaygınlaşmakta, yalnızlık ve depresyon artmaktadır. Sözü uzatmadan ilgili araştırma verilerini aktaralım.

Araştırmalar, günde 4 saat ve üzeri televizyon izlemenin kişide, olumsuz düşünceler, beynin karmaşık verileri analiz edememesi, tembellik, düşüncenin işleyişinde bozulmaya bağlı olarak doğru karar vermede zorluk, sağduyunun devre dışı kalması, hayal etme yeteneğinin kısıtlanması gibi olumsuz sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

Biyolojik yapımızdan kaynaklanan yönelme refleksi, televizyonda anlık değişen görüntü ve ses uyaranları vasıtasıyla dikkatin sürekli ekranda olmasını sağlamaktadır.

1997 yılında Japon televizyonlarında gösterilen Pokemon adlı çizgi filmde sürekli parlak ışıkların yanıp sönmesinden dolayı, kendilerinde anormal fiziki bozuklukların görülmesi üzerine hastaneye kaldırılan 700 çocukta epileptik nöbet belirtilerine benzeyen belirtiler tespit edilmiştir.

Akıllı cep telefonları meselesine gelince, Tayvan’da gerçekleştirilen bir çalışmada problemli cep telefonu kullanımı ile düşük benlik saygısı, saldırganlık, uykusuzluk, okuldan kaçma, sigara içme, korunmasız cinsel birliktelik, suç işleme oranında artış, alkol ve madde kullanımı arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir.

Yine amacı dışında cep telefonu kullanımı ile video oyunları, kumar, pornografi bağımlılığı ve sosyal paylaşım sitelerini yoğun kullanma arasında doğrudan bir ilişki tespit edilmiştir.

Dahası, internette sörf denilen rastgele bir gezintinin bile oldukça olumsuz sonuçları olabilmektedir. Örneğin, 10-17 yaşları arası ergenleri kapsayan bir taramada ergenlerin %25’inin internette istemeden pornografi görüntüleriyle karşılaştıkları tespit edilmiştir.

Gençlere duygusal tepkileri sorulduğunda ise %24’ü istismara uğramalarından dolayı kendilerini iyi hissetmediklerini, mutsuz olduklarını, %21’i ise utanç ve stres içinde kaldıklarını belirtmiştir. Çocuk ve ergenlerin tehlike altında oldukları sanal âlemde, ebeveynler %62 oranında çocuklarının hangi sitelerde dolaştıklarını bilmiyorlar.

Çocuklara hangi sitelere girdikleri sorulduğunda %44’ü seks içerikli sitelere, %14’ü bomba imalatı sitelerine, %12’si nereden silah alabilecekleri bilgisini içeren sitelere girdiklerini belirtiyorlar. Bu vahim tablo karşısında devletler soruna yönelik ciddi bir tedbir al(a)mıyorlar.

ABD’de her yıl online oyunlar için 15 milyar, porno siteleri için 97 milyar dolar harcanıyor. Elde edilen vergi gelirleri 100 milyon dolarla açıklanıyor. Yani bu işte yüksek kazançlar söz konusu.

Öte yandan internetin tıpkı kumar gibi bağımlılık oluşturduğu, sağlık sorunları, depresif eğilimler ve uykusuzluğa neden olduğu belirtiliyor. İnterneti fazla veya olumsuz kullananlarda; sosyal uyum bozulması, riskli cinsel yönelimler, zaman kavramının yitimi, kızgınlık, yalan söyleme, yoksunluk belirtileri, öz değer düşüklüğü, yalıtılma, sıkıntı, kaygı, dürtüsellik, iş ve akademik başarıda düşüklük, mutsuzluk, duygu durum bozuklukları, aile içi çatışmalar, okul başarısızlığı, yeme bozukluğu, bağımlı kişilik, sosyal uyum güçlüğü gibi belirtilerin görüldüğü aktarılıyor.

Araştırma verileri, ergenlerin %92’sinin evinde internet erişiminin olduğunu ancak beklenenin aksine sadece %1’inin interneti ders ve araştırma için kullandığını gösteriyor. %78’i ise sosyal medya için kullanıyorlar. Sosyal medyayı fazlaca kullananların normalde yüz yüze paylaşmaktan çekindikleri, cinsel yönelim, politik görüş gibi kişiliklerine yönelik bilgileri bu ortamlarda rahatlıkla sergiledikleri ifade ediliyor.

Örneğin, Facebook kullanıcılarının; %55’i kişisel bilgilerini vermekte bir mahsur görmemekte, %29’u başkaları hakkında utandırıcı fotoğraflar ya da söylentiler yayınlamakta, %29’u yabancı insanlarla iletişim kurmakta, %24’ü izin almaksızın diğer kullanıcılar hakkında özel ve gizli bilgileri paylaşmaktadır.

Sosyal medya kullanıcılarının %60’ı diğer insanların ne yaptığını görmek istiyorlar. Bir anlamda teşhirciliğin yanı sıra röntgenciliğin patolojik zeminde sergilenmesine imkân tanınmaktadır.

Gözetim ve teşhir ortamı bir varoluş ortamına, sosyal hayatta sakin, mutedil bir kişilik ise klavye başında cevval, saldırgan bir kişiliğe evrilebiliyor. Böylelikle sahip olduğumuz içgüdü, merak, arzu ve istekleri özellikle sosyal medya içerisinde gidermeye çalışırken kendini ifşa etme gibi birçok etmenlerle birlikte kişiliğin içeriği tüketiliyor.

Sosyal medyada “Ne kadar çok kişi takip ediyorsa o kadar iyiyim” duygusu beslenir ve bu da kişide narsisizmi besler. Popülaritenin artması için kişi kendi özelini daha fazla açar ki merak edilsin.

Mahremiyetin yok oluşu artık “normal” bir durum olarak algılanarak yadırganmaz. Ne var ki bilim insanları çok fazla selfie çekip bunları paylaşmanın, empati eksikliği, narsisizm ve fevrilik gibi psikopati ile bağdaştırılan davranışlara neden olduğunu, kadınlarda yeme bozukluğu ve depresyon gibi problemlere yol açtığını dillendiriyorlar.

Gelelim o zor soruya: Neden bağımlı oluyoruz? Bağımlılıkların tamamı beynin ödül ve ceza merkezindeki dopaminle ilgilidir. Yaptığınız şey bu bölgeyi uyardığında dopamin artışı olur. daha fazla dopamin için daha fazla yapmak gerekir. Bir süre sonra dopamini artırmak için hayati ihtiyaçlarımızı unutabilecek hâle geliriz. Bunu yapmadığımızda dopamin salgılamadığımız için yoksunluk sendromu ortaya çıkar. Bu durum, akıllı telefon, internet, kumar, sigara veya madde bağımlılığı gibi unsurların bütünüyle bağlantılıdır.

Nitekim Greenfield’e göre, internet bağımlılığı ile hafıza kaybı, kimlik duygusu kaybı, zaman mefhumunda bozulma ile anlık haz arayışı arasında ilişki vardır ve psikoaktif, keyif verici maddeler ile ekran bağımlılığı arasında bir fark yoktur. Her iki tür bağımlılık da bize keyif verir ve bizi uyuşturur. Bu nedenle terapistlerin bu bağımlılığı tedavi etmeleri oldukça güç.

2006 yılında İngiltere’de oldukça kalabalık bir akademisyen topluluğu tarafından sunulan raporda; yaşadığımız çağın, modern hayatın çocukları daha fazla depresyona sürüklediği, kültürel değerlerin bozulduğu, ekrana bağlı bir yaşam biçiminin onları doğal yaşamdan uzaklaştırdığı ifadelerine yer veriliyor. Sanal dünyada tek tuşla sorun çözen çocuklar, gerçek hayatta ayakkabılarını bağlamak gibi basit sorunlarını çözmekte güçlük çekiyorlar.

Zamanımızın bu bağımlı nesli The Economist dergisinin ifadesiyle oldukça “sefil” gözüküyor. Toprakla bağı koparılan, önce mahalle sonra sokak kavramını yitiren, geniş kırsal yaşamdan boşluk barındırmayan büyük şehirlere geçiş yaptırılarak tıkıldıkları kibrit kutusu apartman odalarında nefes alamayan, normalüstü cinsel uyaranlar ve hormonlu yiyeceklerle ergenliğe oldukça erken giren bu nesil gerçekten acınacak hâlde. İyi ama bunda asıl kabahatli kim? Yazar George Monbiot çağımız için “yalnızlığın çağı” diyor. Etrafımızdaki insanlardan kopmanın çok kolay olduğu bir düzen yarattık. Ve bana sorarsanız en ağır bedeli bu genç nesil ödüyor.

Mustafa Merter, cep telefonu ve internet bağımlılığının temelinde insan ilişkileri açlığının yattığını, fakat bu kişilerin yüz yüze iletişim yerine sosyal ağlar üzerinden iletişim kurmayı tercih ettiklerini söylüyordu.

Herkesin sosyal medyada ama mutsuz ve yalnız olması, fiziksel temasın, iletişimin olmadığı sanal ağlarla giderilmeye çalışılan insani ilişkilerin yokluğu bizleri iyileştirmiyor, bağımlılaştırıyor. Bağımlılıktan çıkmanın yolu ise, yine ruberu insani ilişkiler kurmaktan geçiyor. Sözün özü, bağımlılığın tersi ayıklık değildir, bağımlılığın tersi insanla bağ kurmaktır.