Ceylan görmek

Tabiatın, hiç beklemediğiniz anda, ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan harikaları var.
Tabiatın, hiç beklemediğiniz anda, ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan harikaları var.

Bana öyle geliyor ki insanı bu hayvana zebun eden bir şey var. Zarif endamının, güzelliğin insanda uyandırdığı hisleri canlandıran muhteşem gözlerinin, tabiatındaki uysallığı gösteren ürkekliğinin, yabani olmasına rağmen evcilleşmeye meyilli olmasının ruhla birleşen bir esrarı var.

Tabiatın, hiç beklemediğiniz anda, ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan harikaları var. Bu yıl Trabzon’un bir yaylasına doğru, olabildiğince düşük bir hızla, etrafı seyrederek yol alırken böyle bir karşılaşma yaşadım. Yol, ormanı ikiye bölerek ilerliyor. Orman sağ yanımızda olabildiğine dik, sol tarafta olabildiğine bayır.

Tabiatın, hiç beklemediğiniz anda, ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan harikaları var.
Tabiatın, hiç beklemediğiniz anda, ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan harikaları var.

Derken ormanın sağ tarafından bir ceylan aniden yola atlıyor, kaçar gibi değil de bir oyunun neşesine dalmış gibi. Arabamız duruyor. Heyecanla yerimde zıplıyorum; “Sübhanallah, bu ne güzel bir nasiptir” demeye kalmadan ceylan bizi fark ediyor ve büyük bir telaşla kendini bayırdaki ormana atıyor. Saniyeler içinde bir başka ceylan aynı yönden gelerek diğerini takip ediyor. Biri dişi, diğeri erkek olmalı.

Ceylanların sürü hâlinde gezdiklerini biliyorum. Ama tabii, bu an ayurtları olan Afrika çöllerinde yahut Asya bozkırlarında mümkündür. Ceylanlar aynı zamanda anne, baba ve yavru olarak üçüz de gezerler.

Bu bölgede görüp görebileceğimiz de böyle bir üçüz olabilir ancak. Oysa engin çöllerde ya da bozkırlarda yırtıcı hayvan tehlikesine karşı yaklaşık yüz erkek ceylan (dişileri korumaya alarak) gezinir, otlaklara yayılır. Burada ise ne böyle bir sürüyü ne de böyle bir sürünün güvenli bir alanda geviş getirmesini izlemek mümkün.

Bu ürkek ve zarif otçulların en çok tehlike altında oldukları yer otlaklar. Sürü hâlinde otlasalar da yırtıcı etoburların tehdidi hep enselerindedir. Bu yüzden Allah, bu tehlikeye karşı onları geviş getirme sistemiyle emniyete almış. Geviş getiren hayvanın midesi dört ayrı bölmeye ayrılıyor. Ceylanlar otlaklarda yedikleri otları hızla ağzına alır ve neredeyse çiğnemeden midelerinin birinci bölümüne indirirler. Otlama işi ne kadar kısa sürerse hayatları o kadar garanti kazanır. Aceleyle yenilen ve midenin deposu olan birinci bölüme inen otlar orada parçalanır. Ceylanlar birkaç saat sonra geviş getirmek için güvenli bir alana çekilebilirler. Başlarında bir nöbetçi ceylan kalır. Emniyet içinde etraflarını seyrede seyrede depo kısmında parçalanan otları tekrar tekrar ağızlarına getirerek çiğner ve sırasıyla midenin ikinci bölümüne (börkenek) sonra üçüncü bölüme (kırkbayır) indirirler. Üçüncü bölümde besin bağırsaklara gitmeye hazırdır; fakat midenin dördüncü bölümü (şirdene), üçüncü bölümdeki otların öz suyunu emdikten sonra…

Bu ürkek ve zarif otçulların en çok tehlike altında oldukları yer otlaklar.
Bu ürkek ve zarif otçulların en çok tehlike altında oldukları yer otlaklar.

Bu bölgede ceylanların hayatını gözlemlemek neredeyse mümkün değil. Erkek ceylanlar dişi için kavga ederler ve galip gelen dişiyle aile kurar. Bu kavgaya rastlamak çok zor... Neyse ki bizim ormanlarda ceylanların avlanmasına da rastlanamaz. Zira halk canına kıyılamayacak kadar güzel bulduğu bu hayvanla mümkün olsa arkadaşlık etmeyi istiyor. Endamından, göz pınarlarından üst dudağına inen sürmelerle eşsiz bir güzellik kazanan gözlerinden bir nigâr gibi hayranlıkla bahsediyor ve bu hayvanı öldürmenin günah olduğuna hükmediyor.

Saatte yetmiş beş km hız yapabilen, üç metre kadar sıçrama kabiliyetine sahip ve bir sıçrayışta dokuz metre kadar mesafe aşabilen ceylanları avlamak zor olsa gerek. Ama beni asıl hayrete düşüren bu kadar güzel, bu kadar cana yakın, bu kadar ürkek bir hayvanın canına nasıl kıyılabildiği. Tamam, eti helal ve lezzetli, derisi kıymetli… Tamam, eşine az rastlanır misk kokusu erkek ceylanların karın bölgesindeki salgı bezinden elde edilir. (Fakat bu salgı bezinin ürettiği miski elde etmek için hayvanın öldürülmesi gerekmez. Bu, bir salgıdır ve hayvandan alınınca ceylan serbest bırakılabilir. Ne yazık ki avcılar öldürmeyi seçiyor.) Avlanması için mesnet çok. Ama varlığı güzellikle, ülfetle, güzel kokuyla anılan bir ceylana sadece onu avlama düşüncesiyle bakmak nasıl mümkün olabilir!

  • Bana öyle geliyor ki insanı bu hayvana zebun eden bir şey var. Zarif endamının, güzelliğin insanda uyandırdığı hisleri canlandıran muhteşem gözlerinin, tabiatındaki uysallığı gösteren ürkekliğinin, yabani olmasına rağmen evcilleşmeye meyilli olmasının ruhla birleşen bir esrarı var. İnsanda yakınlaşma, sevme, arkadaşlık isteği uyandırması da bundan. Hayvansal nefs kaba, yırtıcı, yabandır. Oysa ceylanı seyrederken; hayvansal bir nefs değil uysallığında, güzelliğinde, zarifliğinde hissedilen bir ülfet duyulur.

Farsçada “ahû”, Arapçada “gazal”, Türkçede “ceylan” ismiyle; insanla aynı mevkide anılan serüvenlerin, zengin motiflerin içinde gâh erişilmez güzelliği gâh insanlarda dahi görülmeyen arkadaşlığı, vefayı gâh hakikatin bir kahramanı olmayı ve daha nice imgeyle nice anlamı temsil eder. Belh Sultanı İbrahim b. Ethem’in menkıbesinde hakikatin bir elçisi olarak tecelli eder. İbrahim b. Ethem çıktığı avda bir ceylanla göz göze gelir, okunu doğrultur, yayını gerer. Ama ürkek av, avcıyı fark ettiği hâlde kaçmaz. Sultanı şaşırtır bu. Gerdirdiği yayı bırakamaz; ceylan ona, o ceylana bakmaktadır. Nihayet ceylan, Sultana yaklaşır. İbrahim b. Ethem hayret içinde okunu usulca indirir. Ceylan, dile gelir, “Seninle karşılaşınca ben bir avdan ibaret oldum. Ama sen kendinle karşılaşınca bir avcıdan mı ibaret olursun? Sen âleme bunun için mi gönderildin?” diyerek, İbrahim b. Ethem’e, hakikati aramaya giden yolu ilham eder.

Bana öyle geliyor ki insanı bu hayvana zebun eden bir şey var.
Bana öyle geliyor ki insanı bu hayvana zebun eden bir şey var.

İbn-i Tufeyl, Hayy b. Yakzan’ın hikâyesinde, onun hakikat bilgisine olan yolculuğunu bir ceylanın arkadaşlığıyla kurar. Yavrusunu yitiren bir ceylan, bebek olan Hayy’ı bulur, onu sahiplenir; hayvani nefsini terk eden bir şefkat, sorumluluk figürü olur.

Fuzuli’nin büyük muzdaribi Mecnun da, insanlardan çöllere kaçar ve orada bir ceylanın arkadaşlığında vefa arar. Bu ceylanı ayağı bağlı, yaralı olarak bir avcının elinden yalvar yakar kurtarır. “Ey bana sevgilinin gözlerini hatırlatan/Bana onun ızdırabını kolaylaştır” diyerek yüzünü yüzüne sürüp gözyaşı döker. Mecnun’a arkadaş ve teselli olan ceylan, hem Mecnun’un yalnızlığının hem Leyla’nın güzelliğinin temsili olur.

Kur’an’da, cennet şarabının hatemi olarak zikredilen “misk” kokusu, insanları, bu güzelliğe erişmek için yarışmaya teşvik eden unsurdur (83/26). Cennet kokularıyla, muzdariplerin arkadaşlığıyla, sevgilinin güzelliğiyle anılan; riyasız refikin, vefanın, tesellinin simgesi olan bu cana yakın hayvanın insanların hikâyesine onların mevkiinde karışması boşuna değildir.