Covid-19’un düşündürdükleri: Riskler ve sosyal politikalar

Covid-19 pandemisi tecrübesinden Türkiye’nin de çıkarması gereken dersler var.
Covid-19 pandemisi tecrübesinden Türkiye’nin de çıkarması gereken dersler var.

Pandemi başta olmak üzere küresel ölçekte yaşanan çevre felaketleri, göç, eşitsizlik gibi birçok sorunun cevabının da küresel olduğunu görebiliriz. Küresel refah rejiminde refahın daha eşit dağıtımı için gerekli olan düzenlemeler uzun vadede hem gelişmekte olan ülkelerin hem de düşük büyüme, göç ve nüfus yaşlanması ile başa çıkmaya çalışan gelişmiş ülkelerin yararına olacaktır.

Her şey bir anda oldu. Daha tam olarak ne olup bittiğini anlayamadan ölüm haberleri gelmeye başladı, evlerimize kapatıldık. Okullar, ibadethaneler, mağazalar kapandı, ekonomi yavaşladı, sokaklar boş kaldı. Dünya tarihinde ilk defa neredeyse tüm dünya aynı anda karantinadaydı. Hâlbuki 2019’un Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan Kovid-19 virüsü bir süre dünya gündeminin üst sıralarında bile kendine yer bulmadı.

Bu dönemde sosyal haklara yapılan vurgu, kapitalist sınıf sisteminin revize edilmesine neden olurken ekonomik eşitsizliklerin getirdiği sosyal sorunları yumuşattı.
Bu dönemde sosyal haklara yapılan vurgu, kapitalist sınıf sisteminin revize edilmesine neden olurken ekonomik eşitsizliklerin getirdiği sosyal sorunları yumuşattı.

Tıpkı SARS ve MERS gibi yerel bir sorun olarak görüldü. Dünya Sağlık Örgütü’nün çelişkili açıklamaları, Çin’in başlangıçta virüse dair yeterli bilgiyi diğer ülkelerle paylaşmaması, bazı liderlerin umursamaz tavırları virüsün hızla yayılmasına neden oldu. İlerleyen aylarda vaka ve ölüm sayılarının hızla artması devletleri daha ciddi önlemler almaya sevk etti. Sağlık sistemi, istihdam düzenlemeleri, ekonomik destekler öne çıkan sosyal politika uygulamaları oldu. Pandemi süreci, uzun zamandır farklı açılardan sorgulanan ve eleştirilen sosyal politikaların ve refah devletinin daha yoğun bir biçimde tartışılmasına neden oldu.

Sosyal politikaların gelişimi

Ulus devlet ve kapitalizm refah devletinin iki temel önkoşuludur. Biraz da bu ikisinin sürdürülebilmesi adına devlet 20. yy’da daha önce insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar sosyal refahın dağıtımında aktif rol aldı, sosyal hakları önceledi ve toplumsal eşitsizlikleri azaltmaya çalıştı. Refah devleti, bir taraftan yaşam ve mülkiyet hakkı gibi vatandaşların bireysel kazanımlarını korurken diğer taraftan sosyal hizmetlerin geliştirilmesi ve gelirin yeniden dağıtımı gibi uygulamalarla toplumsal eşitsizlikleri azalttı. Tarih boyunca bireyin ve ailenin meselesi gibi görülen işsizlik, engellilik, yaşlanma gibi riskler, toplumsal olarak kabul edilip sosyal politikalar ile devlet tarafından yönetildi. Bu dönemde sosyal haklara yapılan vurgu, kapitalist sınıf sisteminin revize edilmesine neden olurken ekonomik eşitsizliklerin getirdiği sosyal sorunları yumuşattı. Bununla birlikte kapitalist sistemlere yönelik komünist devrim tehdidini de savuşturdu.

Özellikle devlet destekli ekonomik büyümenin sağlandığı, yüksek gümrük vergileriyle ulusal üretimin desteklendiği, dış rekabete kapalı, Fordist üretim yapısına dayanan, genç nüfusun katma değer ürettiği refah devleti, uzun süre varlığını başarıyla devam ettirdi. Refah devletinin bu başarının sırrı işçi, işveren ve devlet arasında üstü kapalı bir sosyal sözleşmenin varlığıdır. Ancak tüm sanayileşmiş ülkelerde sosyal politikalar benzer bir seyir izlemedi. İsveç ve Norveç gibi ülkelerde, evrensel sosyal hakları önceleyen devlet merkezli refah dağıtımı ile öne çıkarken, sosyal eşitsizlikler ABD ve İngiltere gibi ülkelerde hep sorun olarak kaldı.

Pandemiye verilen tepkiler

Pandemiye verilen tepkiler incelendiğinde politikaların her refah devletinin kendi yapısal karakterine göre değiştiği söylenebilir. Örneğin ABD, İngiltere, Brezilya ve Hollanda gibi ülkelerde sürü bağışıklığı stratejisi uygulandı ve devlet başlangıçta pandemiye çok müdahale etmedi. Güney Kore, Singapur, Almanya, Türkiye gibi ülkelerde ise pandeminin yayılmasını önlemeye ve sağlık sistemini ayakta tutmaya yönelik hızlı adımlar atıldı.

  • Birçok işyerinin zorunlu olarak kapatılması veya esnek mesai sistemine geçilmesi çalışanların da ekonomik olarak sorun yaşamalarına neden oldu. Birçok ülkede çalışanların işlerini muhafaza edebilmeleri için yeni düzenlemeler yapıldı. Bu süreçte işini kaybedenler ve serbest meslek sahipleri için gelir desteği sağlandı.

Bununla birlikte birçok ülkede hasta çalışanlar ve aileleri için değişen miktarlarda gelir desteği sağlandı. İstihdam politikaları ve gelir destekleri incelendiğinde birçok ülkenin farklı seviyelerde de olsa benzer politikaları hayata geçirdiği söylenebilir.

ABD’de ise Nisan’da istihdam 20 milyonun üzerinde azalırken işsizlik %15’e dayandı.
ABD’de ise Nisan’da istihdam 20 milyonun üzerinde azalırken işsizlik %15’e dayandı.

Sağlık ve bakımla ilgili politikalar incelendiğinde ülkelerin farklılaştığı söylenebilir. Amerika, Brezilya, Güney Kore, Hollanda, İspanya, İtalya ve Norveç sağlık sisteminin finansmanı için ek kaynak ayırmazken, Türkiye ve birçok ülke pandeminin sağlık sistemi üzerinde oluşturduğu ağır yükü kaldırabilmek için ek kaynaklar oluşturdu. Bununla birlikte tüm ülkelerde teşhis testleri, koruyucu donanım, vantilatör gibi temel ihtiyaç malzemelerinin arzı arttı. Türkiye gibi bazı ülkelerde bu donanımların bir kısmı hızla ülke içinde üretilip başka ülkelere gönderildi. Yaşlıların temel ihtiyaçlarının karşılanması ve bakım desteği sunulması ise tüm ülkelerde etkin bir şekilde gerçekleşemedi.

Kapitalizmin doğası gereği belirli aralıklarla dünya çapında iktisadi krizler yaşanır. Kovid-19 pandemisi ile başlayan süreç, bunun gelip geçici bir sağlık sorunu olmadığını, beraberinde ciddi ekonomik ve sosyal tehditler getirdiğini gösterdi. Bu süreçte birçok sorun iç içe geçmiş olarak gündeme gelse de bunlardan üçü öne çıktı.

Bu sorunlardan ilki, pandeminin daha başında birçok devletin doğru ve zamanında tepkiler verememesidir. Sorunu ciddiye almayan ve hızla yayılan virüsü basit tedbirlerle kontrol etmeye çalışan politikacıların başarısızlıkları özellikle İngiltere, ABD ve Brezilya gibi ülkelerde ölümlerin hızla artmasına neden oldu. İkinci olarak, Kovid-19, uzun süredir görmezden gelinen ulusal sağlık sistemdeki aksaklıkları gündeme taşıdı.

Nüfusun yaşlanması ve hayat standartlarının gelişmesiyle birlikte sağlık sistemi üzerindeki yük artarken, sistemin finansal sürdürülebilirliği üzerine politikalar üretilmemesi kriz anında İtalya ve İspanya gibi bazı ülkelerde sağlık sistemindeki aksaklıkları daha da ölümcül hale getirdi.

Son olarak, pandemiyle derinleşen ve uzun vadeli etkileri hissedilecek olan ekonomik sorunlardır. OECD verilerine göre Çin’in ihracatı 2020’nin ilk çeyreğinde 2019’un aynı dönemine göre %13 düştü. ABD’de ise Nisan’da istihdam 20 milyonun üzerinde azalırken işsizlik %15’e dayandı. Bu iki örnek bile Kovid-19’un ekonomik anlamda oluşturduğu derin krizi ve bunun kısa ve orta vadede getireceği yoksulluk ve eşitsizlik gibi toplumsal sorunların boyutlarını gösteriyor. Bildiğimiz refah devletlerine meydan okuyan dört temel sorun var: Derinleşen ekonomik sıkıntılar, sosyal değişimler, demografik dönüşüm ve çevre sorunları.

Derinleşen ekonomik sorunlar

1980’lerden sonra küreselleşme ile birlikte üretim, hızla gelişmekte olan ülkelere ve Asya’ya kaydı. Finansmanı prim ödemeleri ve vergilere dayanan refah devletleri için ekonomik anlamda ciddi kayıplar gerçekleşti. Bununla birlikte ekonomik büyümenin yavaşlaması her geçen gün artan sosyal eşitlik taleplerine ve yükselen sosyal harcamalara çözüm üretmeyi zorlaştırdı.

  • Son yıllardaki teknolojik gelişmeler, üretimde robotlaşma özellikle uzun dönemli ve güvenceli iş imkânlarının azalmasına ve işçi ücretlerinin düşmesine neden oldu.

Bu ekonomik dalgalanmalar ve artan güvencesizlik yıllar içinde yükselmeye devam etti. 2008’deki küresel ekonomik kriz, özellikle endüstrileşmiş ülkelerde, istihdam yapılarını ve emeklilik sistemlerini altüst etti. Kriz, bir taraftan refah devletinin finansal olarak devam ettirilmesine dair soru işaretleri doğururken diğer taraftan işsiz, yoksul, evsiz sayısındaki artış birçok insanın kendisini daha güvencesiz hissetmesine neden oldu.

Sosyal değişimler

Özellikle 2000’li yıllarda toplumsal değişimin ivmesi hızla arttı. İletişim teknolojilerinin kullanımı ve buna bağlı olarak artan etkileşim, sekülerleşme, bireyselleşme gibi sosyolojik değişimler daha durağan bir topluma göre şekillenmiş refah devletini de derinden sarstı. Son 70 yılda kadınların eğitim seviyelerinin artması ve istihdama katılmaları, cinsiyete dayalı hanehalkı iş bölüşümünün ve aile yapılarının değişmesine neden oldu. Evliliğin ötelenmesi, doğurganlığın düşüşü, boşanma sayılarındaki hızlı artış gibi aile yapısındaki değişimler de yeni toplumsal riskleri beraberinde getirdi. Ailedeki hızlı dönüşüm ile birlikte, çocuk ve yaşlı bakımı, işsizlik, engellilik gibi riskler de geleneksel olarak aile içi ücretsiz bakım sağlayan kadının ve ailenin üstesinden kalkamayacağı bir hal aldı.

Pandemiye verilen tepkiler incelendiğinde politikaların her refah devletinin kendi yapısal karakterine göre değiştiği söylenebilir.
Pandemiye verilen tepkiler incelendiğinde politikaların her refah devletinin kendi yapısal karakterine göre değiştiği söylenebilir.

Ailenin dönüşümüne ek olarak toplumsal değişimi etkileyen başka bir faktör de göçtür. Özellikle Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki çatışmalar büyük göç dalgalarını da beraberinde getirdi. BM verilerine göre 2019’da dünya genelindeki 272 milyon göçmenin %11’ini sığınmacı ve mülteciler oluşturmaktadır.

Göçle birlikte farklılaşan etnik, dini ve kültürel yapı, her ne kadar ev sahibi ülkenin toplumsal yapısını zenginleştirip yeni ekonomik imkânlar doğursa da sosyal politika maliyetlerini artırarak refah devleti için yeni finansal yükler getiriyor. Bu sorunların çözümü için ise çok kültürlü uygulamaların artırılması uyum politikalarının zenginleştirilmesi ve istidam politikalarının gözden geçirilmesi şart.

Demografik dönüşüm

Dünyamız sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak hızlı bir demografik dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün etkileri özellikle sanayileşmiş ülkelerde görülse de dünya tarihinde ilk defa tüm dünya nüfusu yaşlanıyor. Bu dönüşüm, doğurganlık ve ölümlülük hızındaki düşüşlerle doğrudan bağlantılıdır. Doğurganlık hızının düşmesiyle birlikte toplam nüfus içinde genç yaştakilerin oranı azalır. Günümüzde toplam doğurganlık hızı nüfusun kendi kendini yenilemesi için gerekli olan 2.1 seviyesinin bir hayli altındadır. Örneğin, İtalya ve Japonya’da 1,3, Türkiye’de ise 1.9’dur. Yaşlı ölümlerinin azalması ise insanların çok daha uzun yıllar yaşamasına ve yaşlı nüfusunun toplam nüfus içindeki payının artmasına neden olur. Dünya genelinde doğuşta yaşam beklentisi son 70 yılda hızla artarak 47’den 72’ye yükseldi.

Demografik yaşlanmanın getirdiği sosyal ve ekonomik riskler, demografik dönüşümün ve bunun sosyal politikalar üzerindeki etkilerinin daha sık tartışılmasına neden oldu.

Yaşlanan toplumun artan sağlık ve bakım ihtiyaçları ile emeklilik sistemi üzerindeki artan finansal yük, Savaş sonrası prime dayalı inşa edilen refah devletinin sürdürülebilirliğini zorlayan en önemli etkenlerden biridir.

Çevre sorunları

Refah devletinde sermaye birikimi ve ekonomik büyüme, fosil enerji kaynaklarının yoğun bir şekilde kullanılmasına, sürekli artan tüketime ve zengin ile fakir ülkeler arasındaki artan eşitsizliklere dayanıyordu. Küresel ısınma, kuraklık, seller gibi doğal afetler ile salgın hastalıklar gibi daha çok çevreye dair sorunlar, durağan toplum yapısı ve iktisadi kalkınmaya göre kurulmuş refah devletlerine karşı riskler oluşturuyor. Önlenemeyen çevre felaketleri ve bunların insan yaşamı üzerindeki etkileri, ekonomik büyümeyi hedef alan politikaların gözden geçirilmesini, sosyal politikaların daha sürdürülebilir olmasını ve çevreyle uyumlu hale getirilmesini gerektiriyor.

Kovid-19 pandemisi, etkisi her geçen gün artan çevre felaketlerinin de ötesinde, çok kısa bir sürede birçok insanın işini kaybetmesine ve ekonomik krizlerin derinleşmesine neden oldu. Kuraklık, hava kirliliği, doğal kaynakların aşırı kullanımı gibi süregiden çevreye dair sorunlar, ekonomik krizler, toplumsal hoşnutsuzlukları ve göç dalgalarını artırarak refah devletlerinin kendi başına üstesinden gelemeyecekleri küresel düzenlemeler gerektiren sorunlara yol açtı.

Pandemi sonrası sosyal politikaların üç yolu

Pandemi, en temel sağlık ihtiyaçlarını güçlükle karşılayan, huzurevlerinde binlerce insanı bakımsızlıktan ölen zengin refah devletlerinin ulusal sınırlarını kapatarak virüsle ve diğer sorunlarla başa çıkmayacağını bize gösterdi. Ayrıca virüs bize, finansal sistemin, üretim zincirlerinin, toplumların, velhasıl dünyanın kaderinin birbirine ne kadar güçlü bir şekilde bağlı olduğunu hatırlattı. Kovid-19 sonrası süreçte yukarıda ifade ettiğim riskler çerçevesinde artan sosyal refah ihtiyacına karşı refah rejimlerinin kendi içinde kökten sorgulamalara gitmesi kaçınılmazdır.

Ancak yine unutmamalıyız ki, her refah rejiminin kendi özellikleri çerçevesinde yol bağımlı olarak sosyal politikalarını devam ettirmesi muhtemeldir. Bununla birlikte Kovid-19 sonrasındaki süreçte refah devletlerinin önünde üç temel yol olduğu söylenebilir: Devam edegelen sosyal politikaları ve refah dağıtımını küçük reformlarla sürdürmek, pandeminin refah devleti üzerindeki artırdığı finansal baskıyı neo-liberal politikalarla azaltmak, değişen yeni şartlara uygun olarak ulusal ve küresel ölçekte sürdürülebilir bir refah rejimi oluşturmak.

Pandemi sonrasında sosyal politikalara dair öne çıkan üçüncü yol ise küresel risklere karşı küresel bir refah rejimi düşüncesinin hayata geçirilmesini bize salık veriyor.
Pandemi sonrasında sosyal politikalara dair öne çıkan üçüncü yol ise küresel risklere karşı küresel bir refah rejimi düşüncesinin hayata geçirilmesini bize salık veriyor.

İlk seçenek, Kovid-19’un sağlık ve istihdam üzerinde getirdiği yeni yüklere ek olarak yukarıda tartışılan sebeplerden ötürü de pek mümkün gözükmüyor. Demografik yaşlanma, bir taraftan sağlık, bakım ve emeklilik sistemi üzerinde ek yükler getirirken diğer taraftan prim ödemeleriyle desteklenen emeklilik sisteminde aktif çalışanların oransal olarak azalmasına ve finansmanın sıkıntıya girmesine neden oluyor. Buna ek olarak 1980 sonrası tercih edilen politikalarla işlerin daha güvencesiz, yarı zamanlı ve düşük ücretli olması, bir kısmının ise başka ülkelere kayması, sosyal politikaların temel finansman yolu olan prim ödemelerinin ve gelir vergilerinin istenilen düzeyde toplanamamasına neden oluyor. Toplum yapısındaki değişimler, ailede özellikle kadınlar tarafından yapılan birçok ev içi ücretsiz hizmetin, cinsiyete dayalı iş bölümüne ve durağan bir toplum yapısına dayanan refah devletleri tarafından üstlenilmesine neden oluyor. Sonuçta, artan maliyetleri karşılayabilecek finansmandan yoksun ülkelerin 1980’lerden sonra olduğu gibi basit reformlarla bildiğimiz refah devletini sürdürebilmesi mümkün gözükmüyor.

İkinci yol olarak, bazıları tarafından neo-liberal politikalarla birlikte refah devletinin finansman sorununun çözüleceği ve daha verimli uygulamaların gerçekleşeceği iddia edilebilir. Ancak 1980 sonrası reformlar incelendiğinde bazılarının iddia ettiğinin aksine tüm refah rejimlerinin neo-liberal politikaları benimsediği söylenemez.

  • Başka bir ifadeyle farklı refah rejimleri yol bağımlı olarak kendi tarihsel ve kurumsal yapılarına uygun reformlar gerçekleştirdikleri söylenebilir. Diğer taraftan Kovid-19 ile birlikte gelen sorunlar, devletin sosyal refahın dağıtımında ne kadar önemli bir kurum olduğunu ve sosyal politikaları genişletmenin vatandaşların refahı için ne kadar hayati olduğunu gösterdi.

Bu nedenle evrensel sağlık sistemlerinin öneminin kavrandığı, hızla artan işsizliğin getirdiği ekonomik sıkıntıların vatandaşların hayatını altüst ettiği bir dönemde neo-liberal politikaların halk kitleleri tarafından kabul görmesi yakın zamanda pek mümkün gözükmüyor.

Pandemi sonrasında sosyal politikalara dair öne çıkan üçüncü yol ise küresel risklere karşı küresel bir refah rejimi düşüncesinin hayata geçirilmesini bize salık veriyor. Küresel refah rejimi, her bir refah rejiminin kendi ekonomik, kültürel ve kurumsal özelliklerini göz önünde bulundurmakla birlikte ulusal refahın ötesinde küresel olarak refahın paylaşımını önceler. Ülke içinde ve ülkeler arasında, gelir adaletsizliklerini azaltmayı hedefleyen, daha eşitlikçi, farklı paydaşların sesini duyurabildiği, kapsamlı düzenlemeler ile şekillenen, küresel refahın yine küresel ölçekte dağıtıldığı bir refah rejimdir.

Aslında en başa dönersek pandemi başta olmak üzere küresel ölçekte yaşanan çevre felaketleri, göç, eşitsizlik gibi birçok sorunun cevabının da küresel olduğunu görebiliriz. Küresel refah rejiminde refahın daha eşit dağıtımı için gerekli olan düzenlemeler uzun vadede hem gelişmekte olan ülkelerin hem de düşük büyüme, göç ve nüfus yaşlanması ile başa çıkmaya çalışan gelişmiş ülkelerin yararına olacaktır. Blok zinciri teknolojisi ile finansal piyasaların iyice iç içe girdiği, sosyal medya çağında her milletten insanın birbiriyle aktif etkileşim içinde olduğu, küresel çevre felaketlerinin ve pandeminin tüm insanlığı tehdit ettiği bir dönemde refahın dağıtımının küresel ölçekte yapılması ve buna uygun kurumsal yapıların inşa edilmesi kaçınılmazdır.

Kovid-19 pandemisi tecrübesinden Türkiye’nin de çıkarması gereken dersler var. Türkiye’nin yakın gelecekte Avrupa ülkelerinin geçirdiği ekonomik ve toplumsal değişimler ve demografik riskler ile karşı karşıya kalma ihtimali oldukça yüksek. Sosyal refahın bölüşümünü daha adil kılan, şeffaf, popülizm ve kayırmacılıktan uzak, sürdürülebilir sosyal politikalar geliştirebilmek için Türkiye’nin refah rejiminin güçlü yönlerini pekiştirip zayıf yönlerini güçlendirmek bu derslerin başında geliyor.