Dijital mecralardan film izlemiyorum

Kendisiyle gerçekleştirdiğim samimi söyleşide, aile merkezli filmlerinden kızlarıyla yazdığı senaryolara, sektördeki ilham kaynaklarından “dijitalleşmeye yenildi” dediği sinemaya dair sohbet ettik.
Kendisiyle gerçekleştirdiğim samimi söyleşide, aile merkezli filmlerinden kızlarıyla yazdığı senaryolara, sektördeki ilham kaynaklarından “dijitalleşmeye yenildi” dediği sinemaya dair sohbet ettik.

Oscar ve Altın Ayı ödüllü filmlerin yönetmeni Jim Sheridan, bu yıl üçüncüsü düzenlenen Esenler Film Günleri’nin onur konuğuydu. Aileyi merkeze alan filmleriyle tanıdığımız İrlandalı yönetmeni, teması “çocuk” olan film günlerinde İstanbul’da görmek çok anlamlıydı. Kendisiyle gerçekleştirdiğim samimi söyleşide, aile merkezli filmlerinden kızlarıyla yazdığı senaryolara, sektördeki ilham kaynaklarından “dijitalleşmeye yenildi” dediği sinemaya dair sohbet ettik.

Teması “çocuk” olan film günlerinde onur konuğu olarak sizi görmek çok anlamlı. İlk filminiz My Left Foot’dan başlayarak In the Name of the Father, In America, Brothers gibi birçok eserinizde aileyi merkeze aldınız. Bunun özel bir nedeni var mı?

12 yaşındayken ailem küçük bir otel açtı. Bir noktadan sonra kendi ailemizle değil başka insanlarla da ilgilenmeye başladık. O yüzden filmlerimde o kaybettiğim çekirdek aileyi tekrar bir araya getirmeye çalıştım. Ailenin de bireysellik kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Modern zamanlardan günümüze özellikle ailenin karşısına oturtulan bireysellik ayrımından hoşlanmıyorum. İkisi birbirine karşıt şeyler değil. Bir arada ilerleyen şeyler benim açımdan.

In America’nın senaryosunu kızlarınızla yazdınız. Kirsten Sheridan da sizin yolunuzda ilerliyor. Ailenizi film sektöründe olmaları için yönlendirdiniz mi, yoksa sizden aldıkları ilhamla kendileri mi dahil oldular?

Özellikle sinemaya yönelsinler isteğiyle bir şey yapmadım. Ama onlar doğal bir akışın içinde hep benimle birlikte setlerdeydi. My Left Foot filminde üç kızım da yer aldı: En küçüğü mama sandalyesinde oturuyordu, ortanca kızım Kirsten’ın Daniel ile kısa bir repliği vardı, büyük kızım da birkaç sahnede göründü. Hepsi minik rollerle sinemaya dahil olmuştu. Bunun dışında kızlarım çocukken yazmaya başladı. Özellikle ortanca kızım Kirsten çarpıcı öyküler yazdığında henüz yaşı çok küçüktü.

Sizin sinemadaki ilhamınız kimdi? Ailenizden biri mi, sevdiğiniz bir yönetmen ya da oyuncu mu?

Jim Sheridan ve ailesi.
Jim Sheridan ve ailesi.

Ailemdeki ilhamım babamdır. Küçük bir tiyatro grubu kurmuştu ve ailecek amatör gezici bir tiyatro olarak şehir şehir gezerdik. Ben de onun sahneye koyduğu birçok oyunda oynadım. Küçüklüğümden beri sinemaya gitmeyi çok severim. İtalyan sinemasına hayranım, Roberto Rossellini, Vittorio De Sica ilham kaynaklarımdandır. Jerry Lewis’in rol aldığı çılgın komedi filmlerine de bayılırım. Hepsinin etkisiyle sinemaya yöneldiğimi düşünüyorum.

Jim Sheridan ilk filmiyle iki Oscar almasaydı, devamındaki tüm filmleri çeker miydi?

Zor bir soru. Eminim almasaydım çok daha zor günlerim olurdu. Bu ödüller benim daha fazla film yapmama aracı oldular. Ama My Left Foot vizyona girmeden önce bir film çekmiştim. Dolayısıyla ödül almasam da film çekmeye devam ederdim. Ama aynı filmleri mi çekerdim bundan emin değilim.

O zamanlar ödül almak sizin için nasıl bir motivasyondu? Bugünden bakınca o günkü düşüncenize dair neler söylersiniz?

Çocukken tiyatro yaptığım zamanlarda biz de İrlanda’da verilen amatör ödülleri kapmaya çalışırdık ve bizim için bu ödüller çok önemliydi. Ödüller hem yapımcılar hem de seyirciler için filmlere dikkat etmenin, onlara odaklanmanın bir yolu-yöntemi aslında. Ama ne yazık ki 1990’larda akademi ödülleri katlanamayacak kadar politik bir hâl aldılar. Bu çok can sıkıcıydı.

Netflix, Amazon, Mubi gibi platformlar pandemi ve sonrasında hem sinemaseverlerin hem de yapımcıların öncelikli tercihi oldu. Sevdiğimiz birçok yönetmenin tüm yapımlarına aynı anda ulaşabildiğimiz bu dijital mecralar bir yandan kolaylıkken diğer yandan sinema için bir tehdit mi? Neler söylersiniz?

Sinema bir iletişim aracıdır. Dolayısıyla insanlarla iletişim kuracağımız her yolda film yapılabilir. Bir açıdan sinemanın dijitale yenildiğini söyleyebiliriz, para artık onlarda. Dizilerin yapım değerleri çok yükseldi. Sinemanın saniyede 24 karesi var. Her 24 kare bir kadrajdır. Projeksiyonun önünden film geçerken, makarada on dakika boyunca karanlık vardır. Eski film izleme deneyiminde bu karanlık, ışıkla perdeye yansıyordu. Dijital ise tamamen piksellerden ibaret. Bugün film izlenen ekranların öyle sinematik bir deneyim olduğunu söyleyemeyiz. Bunun nedeni ekranı kendimiz değiştirebiliyor olmamız. Seyirci ekranı kendi değiştirebildiğini fark ettiğinden beri sinemaya olan inancını kaybetti. Ve bu durum filmin içine tamamen girmesine engel oluyor. Ben içine giremediğim filmleri izleyemiyorum, bu nedenle de dijital mecralardan film izlemiyorum.

Her yönetmenin kendi bakışıyla bir sinema tanımı vardır. Siz sinemayı nasıl tanımlıyorsunuz?

Sinema bir inanç sistemini seyirciye yansıtmaktır. Seyirci inancını paylaştığı yönetmenin filmlerini kendine daha yakın hisseder, paylaşmıyorsa filmleri de reddeder. Ben daha çok aile filmlerine yatkınım. Samimi, insan ilişkilerinin anlatıldığı filmler yapıyorum. İnsanları hikâyenin gerisine koymayı tercih etmiyorum. Benim filmlerimde insanlar hep ön plandadır.

Türk sinemasında takip ettiğiniz yönetmenler, sevdiğiniz oyuncular var mı?

Oyuncularınızı hiç bilmiyorum. Yönetmenlerinizden Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Fatih Akın’ın filmlerini takip ediyorum.