Doğançay’ın güzü

Ey okur, Doğançay’a doğru, çınarları göreceksin, sakın şaşırma!
Ey okur, Doğançay’a doğru, çınarları göreceksin, sakın şaşırma!

Güz geldi mi çınarlar birer musikâra dönüşür; altın tüylerini ayaklarımızın dibine döken musikârlara… Doğançay, o kuşların yazılı olduğu metin. İşitmek gerek ki ‘sağır burun deliklerimiz artık gamın notlarını yakalayamasın.’

1.

Çınarlar olmasaydı Sakarya’nın güzelliğinden birçok şey eksilmiş olacaktı. Bilhassa Doğançay’ın çınarları. Çınarlar, saltanatlı güzelliği Sakarya’nın.

2.

Doğançay. Doğan çay. Sadece ismi bile başlı başına şiir Doğançay’ın. Bağışlanamaz güzellikte bir şiir…

3.

Oruç Aruoba’nın Doğançay’ın Çınarları diye bir şiir (felsefe mi demeliydim?) kitabı var. Aruoba, eserin esin sürecini şöyle aktarıyor:

Çınarlar olmasaydı Sakarya’nın güzelliğinden birçok şey eksilmiş olacaktı.
Çınarlar olmasaydı Sakarya’nın güzelliğinden birçok şey eksilmiş olacaktı.

“Doğançay'ın çınarlarını ilk kez 19 Haziran 1996'da gördüm. İstasyondan yavaşlayarak geçen trenin içinden, sağ tarafta, Doğu'ya doğru; güneş, solumda, yamaç ardına epey devrilmişken. Hemen kavradım; pek de anlamlandıramadan...

Sonra -daha yazmadan- kurdum onları. 14 Ocak 1997'de zamanları geldi; yazmaya başladım. 15 Mayıs'ta bir kez daha geçtim yanlarından -aralarından-: Tam kurduğum gibiydiler. Yazılışları ise daha epey süreceğe benziyordu.

13 Haziran'da, benim gözlerimle, Yıldırım'ın mercekleriyle, ilk kez gittik Doğançay'a.

İstasyonun tümüyle ‘metruk’ hale geldiğini o gün öğrendim: Hiçbir tren uğramıyordu Doğançay'a artık; çınarlarsa, tam -yaz başı- doluluklarındaydılar. Her şey anlamına uygundu, yani...

-Ama, yazmam-süren tıkanmalarla- 4 Temmuz'a kadar uzadı; metni de, aşağıda atacağım tarihte son haline sokabildim ancak.

Gecikir ya, her anlamlandırma, hep…”

Evet, Doğançay’ı ve oradaki çınarları yaz başı doluluklarında görmek gerek, mutlaka. Ve güz sonu doluluklarında da…

4.

  • Ceyhun Atuf Kansu, “Çocukluğumun İstasyonları” şiirinde, Doğançay İstasyonu'ndan, “Koklamadan edemezdim, Doğançay İstasyonu'nu. / Güz ananın ellerinden çınar yapraklarını, / Hızar fabrikasından gelen o sesi duymalıydım. / Yosunlu meşe kütükleri kesilirken.” dizeleriyle bahsediyor. Anlaşılan o ki bir şairin gözünden kaçmamış Doğançay’ın çınarları. İstasyon ve çınarlar… Trenlerin gerçek yolcularının çınarlar olmadığını kim söyleyebilir ki?

5.

Doğançay İstasyonu şu anda metruk, öksüz. Hiçbir tren durmuyor orda. Çocukluğumun alacakaranlık hatıralarından biri de Doğançay’a trenle gidişime dairdir. Rüya gibi. Ne uzun bir yolculuktu (çocuklukta tüm yolculuklar uzundur, hele trenle olanlar…).

6.

Her şey akıp gidiyor; -nehir, trenler, insanlar… Kalıcı-olanı sadece çınarlar kurmuş Doğançay’da.

7.

Gaston Bachelard’ın o kışkırtıcı Mekânın Poetikası kitabı bağlamında okunmalı, temaşa edilmeli, duyulmalı Doğançay. Düş kuran bilincin ışığında…

Her şey akıp gidiyor; -nehir, trenler, insanlar… Kalıcı-olanı sadece çınarlar kurmuş Doğançay’da.
Her şey akıp gidiyor; -nehir, trenler, insanlar… Kalıcı-olanı sadece çınarlar kurmuş Doğançay’da.

8.

Sakarya Nehri’nin kıyısında olmak; orada-olmak (dasein). Olmak’ın Aşk kipi. “Hâlâ mütehayyilim sadânın / Gönlümde kalan akislerinden” mısralarını mırıldanmak Yahya Kemal’in. Suya bakmak, su gibi olmak, varlığa doğru akmak…

9.

Bir ‘hülyâ’ adamıyım ben; en çok da Doğançay’da… Yaprakların sarı bir ırmağa dönüştürdüğü yolda yürümek yitik oğul gibi. O yol da benim kral yolum değil mi Dil’in Golgotha’sına giden?

10.

Beş duyumu çınarların üstüne salıyorum. Kendimi varoluşa terk ediyorum…

11.

Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’si Doğançay’da sinemaya aktarıldı. Önceleri şiirdi, şimdi aynı zamanda bir ‘hikâye’ Doğançay. Beyaz perde de bir hayal. Şems-i perende gibi…

12.

Güz geldi mi çınarlar birer musikâra dönüşür; altın tüylerini ayaklarımızın dibine döken musikârlara… Doğançay, o kuşların yazılı olduğu metin. İşitmek gerek ki ‘sağır burun deliklerimiz artık gamın notlarını yakalayamasın.’

13.

Hissettiğim tastamam şu: ‘Soledad en Dios’…

14.

Yürüyorum, Bach’ı dinliyorum sanki ve Tanrı filizleniyor içimde.

Doğançay İstasyonu şu anda metruk, öksüz. Hiçbir tren durmuyor orda.
Doğançay İstasyonu şu anda metruk, öksüz. Hiçbir tren durmuyor orda.

15.

Cioran’ın Gözyaşları ve Azizler kitabındaki ‘mistik’ tecrübesiyle Nâilî’nin ‘bir özge temaşa’sını birlikte temellük ediyorum; ‘çiçeklenmeyle solmayı birlikte kavramak’ gibi: “Mistik, kendinden geçme tutkusu ve boşluğun verdiği dehşet arasında gidip gelir. Birini tanımadan diğerini tanıyamayız. Her ikisi de güçlü bir ‘tabula rasa’ iradesi, ruhsal bir boşluk çabası gerektirir. Kalıcı ve verimli bir boşluk için olgunlaşan ruh, tam bir yok olma durumuna kadar yükselir. Bilinç kozmik sınırların ötesine doğru yayılır. Bütün imgelerden yoksun kalan bir bilinç, kendinden geçme durumunun ve boşluk deneyiminin gerekli koşuludur. Hiçliğin dışında hiçbir şey görülmez artık ve bu hiçlik her şeydir.

  • Kendinden geçme durumu amaçsız ve eksiksiz bir varoluştur. Dolu bir boşluk. Bir titreme kat eder hiçliği, mutlak yokluk içindeki varoluşun istilası. Boşluk, kendinden geçmenin koşuludur, aynı şekilde kendinden geçme de boşluğun koşuludur.” Boşluğa doğruyum ben, düşüş gibiyim…

16.

İnsan çocukluğunu bir sedef kutuda saklar. Bir güz ikindisi açılan kutudan bir yolculuk kurdelesiyle bağlanmış hatıralar çıkar. Kalbinin ortasından geçen trende kitabının sayfalarını bir zarf açacağıyla birbirinden ayıran bir kalp çocuğu var mıdır?

17.

Nastenka ya da Henriette gelip ağlamalılar bu çınarların altında. Gözyaşlarıyla anlam kazanmalı her şey. Her damla bir dünya olmalı Teresa’ya, Magdalena’ya, Leylâ’ya, Anna’ya, Râbia’ya…

18.

Ey okur, Doğançay’a doğru, çınarları göreceksin, sakın şaşırma! Çınardan el alan bâd-ı hazân ol da Aşk ile dol!