Doğu ve Müslümanlar kültürel iktidardan önce psikolojik iktidarı ele geçirmeli!

Avro-İslam kavramından kibirli Almanya’ya, İslam düşmanlığından “gay imamlı sözde camilere” uzanan sohbetimize buyurunuz.
Avro-İslam kavramından kibirli Almanya’ya, İslam düşmanlığından “gay imamlı sözde camilere” uzanan sohbetimize buyurunuz.

Dosya konumuz Avro-İslam olunca söyleşi yapmak için aklımıza gelen ilk isim Zeliha Eliaçık oldu. On yıl kadar Almanya’da yaşamış, Ruhr Bochum Üniversitesi’nde çift ana dalla Oryantalistik ve Siyaset Bilimi bölümlerini bitirmiş, akabinde Alman Akademik Değişim Servisi’nin teşvikleriyle Suriye, Yemen ve Ürdün’de beş yıl süreyle çalışmalarda bulunmuş ve Türkiye’ye dönmeden hemen önce Alman-Ürdün Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve kültür işleri sorumlusu olmuştu. Yani hem Batı’yı hem Doğu’yu hem de ülkemizi iyi tanıyor, aynı zamanda akademik çalışma ve ilgi alanı nedeniyle konuya hâkim, yeni gelişmeleri takip ediyor. Sağ olsun bizi kırmadı. Ortaya bazı kavramlar üzerine yeniden düşünmemiz ve Türkiye’deki Müslümanların tepkisel aksiyonizminin yerini artık stratejik bir duruşun alması gerektiğini vurgulayan bir söyleşi çıktı. Avro-İslam kavramından kibirli Almanya’ya, İslam düşmanlığından “gay imamlı sözde camilere” uzanan sohbetimize buyurunuz.

“Avrupa İslamı” kavramını ortaya atan Bassam Tibi ve Tarık Ramazan gibi düşünürler farklı Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanları kimlik çelişkisinden kurtarıp hem İslam dinine hem de yaşadıkları Avrupa ülkelerine ait olduklarını göstermeyi hedeflemişlerdi. Bu doğrultuda “Avrupa İslamı”nın hedefine ulaştığını düşünüyor musunuz? Sizce bu kavramın olumlu ve olumsuz yanları nelerdir?

Zeliha Eliaçık.
Zeliha Eliaçık.

Bassam Tibi ve Tarık Ramazan’ın farklı Avrupa İslam’ı konseptleri vardı. En azından ben Bassam Tibi’nin Avrupa İslam’ı kavramının “Siyasal İslam” olarak adlandırılan konsepte karşı ortaya koyulduğunu biliyorum. Alman siyasetine Müslümanların entegrasyonu için İslam’ın Avrupalılaştırılmasını öneriyordu. Bir öncü kültür olarak Avrupa değerleri, Fransız modeli bir laiklik ve Müslüman kimliğinden önce vatandaş kimliğinin ön plana çıkarılması teklifleri arasındaydı. Bu projenin başarısızlığı ifadesini o zamanlar Tibi’nin, büyük sitemlerle Almanya’yı terk etme kararında bulmuştu. Almanya’da “bir pislik” gibi muamele gördüğünü ve 36 yıllık profesörlüğünün ardından ABD’ye göç edeceğini açıkladığını hatırlıyorum. Demek ki modeli başarılı sonuçlanmamış. Ancak her ülke doğal olarak içerisindeki göçmen unsurları ya da farklı grupları kendi yapısına entegre etmek için çeşitli modeller arar. Avrupa İslam’ı, Alman İslamı, siyasal İslam, ılımlı İslam vs… Bu tanımları zaten doğal olarak varmışçasına tartışmak zekâmıza hakaret ve naiflik olur. Tüm tanımlara bu nazarla yaklaşmak gerekir. Hannah Arendt’in dediği gibi her tanım politik bir eylemdir. Tüm isimlendirme ve tanımlara böyle bakmak gerekir. Avrupa İslamı kavramının olumlu veya olumsuz yönlerini kollamak benim işim değil.

Önemli olan tanımları kimin yaptığı ve nasıl kullandığı

O zaman Avrupa İslamı tanımı için de politik bir eylemdir diyebilir miyiz?

Her gün doğal olarak içerisindeki göçmen unsurları ya da farklı grupları kendi yapısına entegre etmek için çeşitli modeller arar. Avrupa İslam'ı, Alman İslam'ı, Siyasal İslam, Ilımlı İslam vs... Hannah Arendt’ın dediği gibi her tanım politik bir eylemdir.
Her gün doğal olarak içerisindeki göçmen unsurları ya da farklı grupları kendi yapısına entegre etmek için çeşitli modeller arar. Avrupa İslam'ı, Alman İslam'ı, Siyasal İslam, Ilımlı İslam vs... Hannah Arendt’ın dediği gibi her tanım politik bir eylemdir.

Benim için önemli olan, bu tanımların ne için kullanıldığı, kim tarafından ortaya atıldığı ve hangi amaca hizmet için araçsallaştırıldığı. Adına evrensel İslam, Avrupa veya Asya İslamı da dense ben tanımı kimin yaptığına, onu hangi siyasi güçle tahkim ettiğine ve onun kimin işine yaradığına bakarım. Tabii ki bunların hepsi politik kavgalar. Yoksa elbette uzun süre Avrupa’da ve Ortadoğu’da yaşamış bir insan olarak şunu söyleyebilirim: Ne Arap Hristiyanı Avrupa Hristiyanı’na benzer, ne de Arap Müslümanı Anadolu Müslümanı’na benzer. Yani tarihleri, coğrafyaları ve kültürleri; dinî pratiklerini, hayat tarzlarını ve hayata bakışlarını farklılaştırıyor. Tüm bu tartışmalara Türkiye topraklarından bakan birisi olarak illa bir tanım yapılacaksa elbette ben tanımları bizim yapmamızdan yana olurdum. Sürekli birilerinin yaptığı tanım ve kavramları irdelemekten yorulduk. Bu bizi bağımlı bir ilişkiye de itiyor: savunmak, karşı çıkmak gibi. Neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için en azından içimizden birkaçı bu kavramları tanımalı. Ama oturup bunları bir teklif, bir alternatif olarak olumlu olumsuz yönleri vs. gibi değerlendirmek, etrafında bir kavram dünyası kurmak bence hem vakit kaybı hem de bu kavramları üretenlerin hedeflerini besliyor.

Kendimi vitrine yapışmış bir kelebek gibi hissediyordum

Bassam Tibi 2016 yılında verdiği bir röportajında 50 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşadığını, vatandaşlık alıp profesör olarak emekli olduğunu fakat kendisine hâlen Alman toplumunun bir parçası olarak bakılmadığını söylüyor. Avrupa, farklı dinden ve kültürden birine vatandaşlık verse de neden sıklıkla “toplumun bir parçası olmadığını” hatırlatır? Uzun süre Almanya’da yaşamış biri olarak kendi tecrübelerinizden de yola çıkarak neler söylersiniz?

Avrupa uzun kavgalar ve bedeller sonucu kendine belli bir homojen yapı ve temel inşa etti. Bu da seküler ve pozitivist bir Aydınlanma düşüncesiyle oldu. Bu nedenle bazı zararsız şirinliklere izin verilse de yabancı unsurlara karşı çok duyarlıdır. Almanya bilindiğinin aksine çok kapalı ve muhafazakâr bir toplumdur. On yıllarca aynı mahalledeki bara giden, yan mahalleye dahi başını uzatmayan bir toplumsal yapısı var. Sadece Müslümanlarla ilgili değil bu kapalılık. Çinli Ressam Ai Weiwi 4 yıl Berlin’de sürgünde yaşadıktan sonra neredeyse Almanya’ya küfrederek ülkeyi terk etti. Alman toplumunu kendini beğenmiş, tartışmaya kapalı ve farklı görüşlere saygısız bir toplum olarak niteledi. Bunlar ağır suçlamalar. Almanya’nın tarihî, kültürel yapısı göz önüne alınırsa, yani daha şunun şurası Nazi suçları nasıl gerçekleştiyse, ona imkân veren pozitivist aydınlanmacı bilim anlayışı sadece bir bilimsel düşünce değildir ki! Bu bir paradigmadır. İnsana bakışı, dünyaya bakışı şekillendiriyor. Düşünün ünlü bestekârları Wagner gibi, büyük Alman filozoflarının çoğu Yahudi düşmanı ve ırkçıydı. Ben de Almanya’da bulunduğum yıllarda -tüm eğitimlerim ve dillerime rağmen- kendimi vitrine yapışmış ama bir türlü içeri giremeyen bir kelebek gibi hissediyordum. Ama bana eğitim ve iş imkânlarını da ölçülebilir yüksek not vb. kriterlere göre yine onlar verdi. Bunu da hakkaniyet adına hep dile getirmek istiyorum. Almanların iş ahlakı çok yüksektir. Ancak akademide Avrupacı bilinen pek çok hocadan bile Alman kibri diye bir şeyin var olduğunu işittim. Ya da Batılı kibri. Sizi kabul etmeleri çok güç. Almaya milliyetçiliği hem Weltanschauung’u yani dünyaya bakış kültürü hem de tarihinde bir ırkçılık olarak yaşadığı için mesela bizdeki vatan sevgisini, o bağlılığı, milliyetçiliği asla anlayamaz. Irkçılık sanır. Çünkü herkes kendisinden ve bildiklerinden yola çıkarak anlar her şeyi.

Bugün herkesin birbirine benzediği Avrupa’da Müslümanlar farklılıklarıyla dikkat çekiyor: Çünkü başörtüsü takmak, namaz kılmak gibi günlük hayat pratikleri var. Buradan baktığımızda Avrupa’da İslam’ın varlığı seküler bir dünya bakışına aykırı gibi görünüyor. Tam da bu noktada Avro-İslam da seküler dünyaya adapte olmak ve sivri uçları yumuşatmak için ortaya çıktı. Buna rağmen sizin de sıklıkla vurguladığınız “İslam düşmanlığının Avrupa’da bir İsviçre çakısı işlevi görmesi” her geçen gün daha çok gündem oluyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Nazi suçlarına imkan veren pozivist aydınlanmacı bilim anlayışı sadece bir bilimsel düşünce değildir! Bu bir paradigmadır. İnsana bakışı, dünyaya bakışı şekillendiriyor. Ünlü Bestekârları Wagner gibi, büyük Alman filozoflarının çoğu Yahudi düşmanı ve ırkçıydı.
Nazi suçlarına imkan veren pozivist aydınlanmacı bilim anlayışı sadece bir bilimsel düşünce değildir! Bu bir paradigmadır. İnsana bakışı, dünyaya bakışı şekillendiriyor. Ünlü Bestekârları Wagner gibi, büyük Alman filozoflarının çoğu Yahudi düşmanı ve ırkçıydı.

Avrupa pozitivist Aydınlanmacı paradigmayla birlikte Tanrı’yı merkezden kovdu. Yerine “insanı ve aklını” koydu. Böyle olunca da Tanrı’dan başlayarak her şeyi yeniden tanımlanması gerekti. Bunun için kültür, felsefe ve hukuk mecraları da yeni vaziyetler aldı. Çünkü bu bir paradigma ve rejim değişimi. Ancak yapay zekâ, dijitalleşme ve cinsiyet yap-boz tartışmalarından anladığımıza göre iş burada kalmayacak. Oradaki klasik insan da yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. Avrupa büyük oranda seküler ve pozitivisttir. Bu da toplumsal sözleşme olarak anayasa etrafında çoğunluğun uzlaştığı bir meseledir. Ancak Avrupa’ya yerleşen Müslüman göçmenler sayıları itibariyle risk olarak görülmeye başlandı. Onların başörtüsü, namazı, kurban kesmesi, domuz eti gibi konularda “Avrupa için yeni bir sınanma” veya “yabancı bir Tanrı’nın ve dinin kamusal alanda görünümü” gibi yeni bir durumla karşı karşıyalar. O yüzden Avrupa’da Müslümanlar ya Avrupa’nın yumuşak karnı Yahudiler ya da veganizm gibi gerekçelerle hak elde edebilirler. Ancak Müslümanlar bunu seküler ve tek tipçi Avrupa’nın bir sorunu yapmak yerine, sürekli kendilerini sorun olarak merkeze koyuyor, çare arıyor ve savunmaya geçiyorlar.

İslam düşmanlığının ne kadarı sokakta ne kadarı siyaset ve medya eliyle yaratılıyor

Kendilerini sorun olarak görmemek ve merkeze tek tipçi Avrupa’yı koymak için ne yapmalılar?

İslamofobi namlı İslam düşmanlığı yeterince anlaşılmış ve araştırılmış değil. Türkiye’deki çalışmalarda maalesef sadece bir “trend topic”, popüler bir akım ve araştırma alanı olarak görüldüğü için kavramsallaştırılmayı beceremiyor. Bir yerde meseleyi kendi tanım ve kavramlarınızla ortaya koyamıyor ve sadece olan biteni resmediyorsanız o konuyu anlamamışsınız demektir. Elbette “İslam düşmanlığının” kayda alınması önemli bir çalışma alanı ama bu aynı zamanda öteki bir adıma geçilmesi gereken bir aşamadır. Maalesef ki Türkiye’de burada takıldı kaldı çalışmalar.

Adına evrensel İslam, Avrupa veya Asya İslam'ı da dense ben tanımı kimin yaptığına, onun hangi siyasi güçle tahkim edildiğine ve kimin işine yaradığına bakarım.
Adına evrensel İslam, Avrupa veya Asya İslam'ı da dense ben tanımı kimin yaptığına, onun hangi siyasi güçle tahkim edildiğine ve kimin işine yaradığına bakarım.

Yani siyasi olarak, Fransa’da iç siyasetin gündemini biraz saptırmak, toplumsal birliği sağlamak için yeni bir düşman yaratmak, dış siyasette İslam ülkelerindeki siyasetlerin meşruiyetini sorgulatmak vb. nedenlerle İsviçre çakısı gibi pek çok işe yarıyor. Bunun yanı sıra aşırı sağ güç ve oy kazandığı için pragmatik nedenlerle de İslam düşmanlığı revaçta. Önemli olan şu: Ne kadarı yapay ne kadarı gerçek ve ne kadarı sahici bu düşmanlığın? Ne kadarı sokakta sahiden var ne kadarı siyaset ve medya eliyle yaratılıyor? Ancak bana sorarsanız onların ne yaptığını tespitin ötesine geçmemiz gerekiyor. Onlar kendi çıkarlarına göre vazifesini yapıyor. Peki ya biz? Bizde hâlâ “İslam’ı tanımıyorlar, tanısalar severler” tarzı naif yaklaşımları gördükçe meselenin idrak edilmediğini düşünüyorum.

İslam düşmanlığını üreten çevreler ki bu bir endüstri hâline de geldi, İslam’ı gayet iyi tanıyorlar, Müslümanları da. Tüm istihbarat, siyaset ve medya mekanizmalarıyla buna kadirler. Ayrıca bu argüman mantıklı da değil. Bir şeyi tanımayınca ona hemen düşman olmazsınız. İnsan yakından tanımadığına sempati de duyabilir. Ama İslam’ın tanınmaması neden hemen düşmanlıkla ilişkilendiriliyor. Aksine burada cehalet değil, kasıtlı bir medya ve siyaset manipülasyonu, müdahalesi var.

Avrupa’daki “sözde camiler” mevcut geleneksel camilerin tasfiyesi için bir araç

Son yıllarda Avrupa’da özellikle kadın ve gay imamlı “sözde camiler” türedi. Siz bunlardan bahsederken Avrupa İslamı projelerinden ayrı düşünülmemesi gerektiğinin üzerinde duruyorsunuz. Geleneksel cami ve toplulukları ötekileştiren bu yeni yapılanmanın amacı nedir?

Kendini tartışmayan bir yapı var. Tekelci ve dogmatik. Elinde sopalarla geziyor. Soru dahi sordurmuyor ama özgürlükçü diye lanse ediliyor. Çok tuhaf değil mi?
Kendini tartışmayan bir yapı var. Tekelci ve dogmatik. Elinde sopalarla geziyor. Soru dahi sordurmuyor ama özgürlükçü diye lanse ediliyor. Çok tuhaf değil mi?

Ne kadar yeni bilmiyorum. Benim bildiğin en az 10 yıllık bir geçmişi var bu hikâyenin. Bu “eşcinsel imam” vurgusu özellikle önemseniyor. Ama aslına bakarsanız İslam’da Hristiyanlıktaki manasıyla bir imam yok. Sanki öncü, dinî lider veya âlim kişilikler gibi yansıtılmaları da tuhaf. Olsa olsa kendince dindar denilebilir ki çoğu pagan bir kültürü veya küresel tüketim kültürünün sembollerini “besmeleyle” kutsuyor, kullanıyor, hepsi bu. Diğer yandan da bazısı da sonradan Müslüman olmuş ve bir “sertifika ile imam” oluyor. Bu figürlere verilen en önemli görev eşcinsel çiftlerin nikâhını kıymak. Yani böyle bir meşruiyet alanı açıyorlar. Benim gördüğüm resimde birkaç ayda Müslüman olup imam yapılan proje tiplerle kafası karışık dindar kimlikli eşcinseller arasında sarkaç var. Ancak bu konu edilen isimlerin hepsi bir rol alıyor. Bir misyonu var. Enstitüler açıyorlar. Organizasyonlara götürülüyor. Bunları kim finanse ediyor merak etmemek elde değil.

Bu “camiler” bulundukları ülkelerdeki mevcut geleneksel cami ve cemaatlerin ötekileştirilmesi ve tasfiyesinde de bir araç olarak kullanılıyor. Batı siyaseti, özgürlüğü ve sorgulayan bir aklı erdem olarak sunsa da kendi ülkesinde olabildiğince çok kültürel uyum/entegrasyon istiyor. Bu nedenle seküler-aydınlanmacı hayat stiliyle uzlaşmaz görünen geleneksel camilere karşı da bu tür projelere destek veriyorlar. Batı yönetimleri içerideki Müslüman grupları âdeta bir popüler kültür ve modernizm testinden geçirerek onları “seküler ve modern makbul vatandaş” çizgisine çekmeye çalışıyor. Yıllardır Müslümanlara kulak tıkayan yetkililer, bu yeni nev zuhur Müslümanlara ise ülkelerinde yaşayan Müslümanları temsil görevi vermek istiyor. Böylelikle bunlar eliyle hem siyaseten tehdit olarak görülen geleneksel yapılar tasfiye ediliyor, hem de -çoğulculuk iddiasının aksine- Batı toplumunun kültürel homojen yapısı (seküler-aydınlanmacı) korunmuş oluyor.

Geçtiğimiz günlerde Avrupa’da eşcinsel imam olarak tanınan Mohamed Zahed’in ülkemizdeki Brand week İstanbul festivaline konuşmacı olarak davet edilmesi çok tartışıldı. Bu tartışmalar oldukça tepkiseldi. Tepkilerden sonra kendisinin ismi etkinlik sitesinden kaldırıldı ve konuşması iptal edildi. Ülkemizde artık sıkça gündeme gelecek bu konulara stratejik olarak nasıl yaklaşılmalı?

Yenidze, Almanya'nın Dresden kentinde 1907 ve 1909 yılları arasında inşa edilmiş eski bir sigara fabrikası binasıdır.
Yenidze, Almanya'nın Dresden kentinde 1907 ve 1909 yılları arasında inşa edilmiş eski bir sigara fabrikası binasıdır.

Türkiye’de dünyayı takip eden az. Bu mesele bize de geliyor yavaş yavaş. Ama gördüğüm kadarıyla bunu nasıl karşılayacağımıza dair bir strateji yok. Veya üzerinde çalışıldıysa benim haberim yok. Gördüğüm kadarıyla bizde bir hadise olursa “O zaman hadi bir şeyler yapalım” türünden tepkiye indirgenmiş bir aksiyonizm var. Hatta bu sessiz kalmayalım çaresizliği! Bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda bir mücadele stratejisi var mı acaba? Mücadele dili, mücadele yolları, hepsinin düşünülmesi lazım. Yani mesela isimlendirmeden tutun konuları tartışmaya, ya da görmezden gelmeye veya karşı mücadeleye girmeye…

Bu yolların hangisinin izleneceği bile belli bir strateji ve taktik kabiliyeti istiyor. Yoksa sadece hızlıca yönlendirilirsiniz. Çünkü karşınızda sadece insanların özel hayatları yok. Çok daha sistematik, tepeden inmeci bir yapı var. Eşcinseller denen grupların sanki ortak ve bütüncül bir yapıları, talepleri varmış gibi hareket edilmesi de doğru değil. Çünkü öyle bir şey yok. Ancak kendini tartıştırmayan bir yapı var. Tekelci ve dogmatik. Elinde sopalarla geziyor. Soru dahi sordurmuyor ama özgürlükçü diye lanse ediliyor. Çok tuhaf değil mi? Bunun yanı sıra eşcinselliğin kamusal taleplerinin pagan kültürün “Eros tanrısının” dönüşümüyle de ilişkisinin farkında mıyız? Eşcinsellik meselesini sadece tek başına ele almak çok yanıltıcı olur. Bu pagan kültürün dönüşüdür. Yani bir üst seviyeden olaylara bakmak gerektiğini düşünüyorum. Kamusal alanda giderek artan cinsellik ve teşhircilik imajları da bu akımın beraberinde getirdiği bir durum. Türk toplumu gibi cinselliğin bastırıldığı ülkelerde de bunun bu kadar iş görüyor olması bir aşırılıktan diğer aşırılığa savrulmanın yollarını açıyor.

Birkaç ayda Müslüman olup imam yapılan proje tiplerle kafası karışık dindar kimlikli eşcinseller arasında sarkaç var.

90’ların liberal ortamından ve Batı’nın özgürlükçü insan hakları söylemlerinden tırtıklayarak kendisine varoluş alanı açmaya çalışan Müslümanların bu kredisi tükenmiş görünüyor. Üstelik Batı tanımlı insan haklarını merkeze koyarak bu talepleri ortaya koyanlar “Şu insan hakkına varım, bu insan hakkına yokum” diyen dindar çevrelerden daha tutarlı bir resim ortaya koyuyorlar. O yüzden, sanırım İsmet Özel’in bir misaliydi, bara oturup su ısmarlarsanız size içkinin bedeli ödetilir. Şu an özgürlükler sloganıyla talep edilen budur. Bu nedenle Müslüman fikir adamlarının haklar ve hak talepleri konusuna iyi odaklanması gerek.

Özel ayrım, kamusal görünürlük ve sınırlar ayrımı yapılmadan bu konu tartışılamaz

Kendisi dışındaki ülkeler için sürekli özgürlükler sloganını kullanan Batı, kendi iç işlerinde ne kadar özgürlükçü?

Batı, İstediğini yapmak özgürlüktür” şeklinde bir özgürlük tanımı benimsetti. Oysa ne Almanya’da ne de Amerika’da öyle her istediğinizi falan yapamazsınız.
Batı, İstediğini yapmak özgürlüktür” şeklinde bir özgürlük tanımı benimsetti. Oysa ne Almanya’da ne de Amerika’da öyle her istediğinizi falan yapamazsınız.

Batı maalesef içerideki uzantılarıyla da kendi dışındaki ülkelere ve coğrafyaya “İstediğini yapmak özgürlüktür” şeklinde bir özgürlük tanımı benimsetti. Oysa ne Almanya’da ne de Amerika’da öyle her istediğinizi falan yapamazsınız. Zaten kanun ülkesi olarak bilinmiyorlar mı? Açıkçası LGBT veya eşcinsellik kamusal-özel alan ayrımı yapılmadan tartışıldıkça sağlıklı ele alınamaz. Yani yapılan tartışmalara bakıyorum; DAEŞ’in eşcinselleri camdan atması veya evlat edinme, evlilik gibi kamusal düzenleme talepleri arasında iki saçma sarkaç arasına sıkıştırılıyor konu. Böyle tartışılamaz. Bu ikisi arasında bir yerde makul düşünce. Diğer yandan bence artık sorunların ve gündemlerin kendisinden ziyade “Ben neden şimdi bunu tartışıyorum, bu benim toplumumun gerçek bir sorunu mu?” diye sormak ve cevabımız “evet” ise ona göre bir çözüm aramak gerek. Türkiye’de de dünyada da eşcinseller hep vardı ve var olacaklar. Kimini bu toplum sanatçı olarak kabul etti ve yüceltti de. Yani mesele yeni talepler! Genellemelerle bu konuyu tartışmanız imkânsız. Mesela eşcinselliğe karşı mısın? İyi de neye karşı mıyım? DAEŞ’in yaptığı gibi camdan atılmalarına, can ve mal güvenliklerinin çiğnenmesine karşıyım tabii ki. Ama evlenme ve evlat edinme gibi kamusal hayatı ve toplum yapısını ilgilendiren küresel dayatmalara da karşıyım. Özel ayrım, kamusal görünürlük ve sınırlar ayrımı yapılmadan bu konu tartışılamaz. Bakın çok liberal diye gösterilen Almanya 90’larda Leitkultur öncü kültür tartışması başlatmıştı. Danimarka ve İsveç göçmen çocukların Avrupa kültürüne entegrasyonu için zorunlu olarak belli saatleri aileden uzak geçirmelerini sağlayan ve tatillerde köken ülkede uzun kalmalarını engelleyen yasalar çıkarmıştı. Her devlet ve toplum kendi kültürel kodlarını ve kültürel bütünlüğünü sağlamak ve korumak için çabalar. Türkiye’nin neden öncü kültür, hâkim kültür ve sınırlar hakkı yokmuş, bunu anlamıyorum.

Avrupa’da ve Orta Doğu’da farklı ülkelerde bulunmuş ve şu anda Türkiye’de yaşayan biri olarak sizce Avro-İslam tartışmaları nereye doğru gidiyor? Hem Avrupa hem Orta Doğu hem de bizi nasıl etkiliyor ve etkileyecek?

Tanımın kendisi zamana veya pragmatik olarak konjonktüre göre değişir. Tanımlama üstünlüğünü ele geçiren psikolojik ve kültürel olarak da iktidarını ikame eder.
Tanımın kendisi zamana veya pragmatik olarak konjonktüre göre değişir. Tanımlama üstünlüğünü ele geçiren psikolojik ve kültürel olarak da iktidarını ikame eder.

Kullanışlı olduğu müddetçe gider. Ben açıkçası Batı’da üretilen kavramların neredeyse iğdiş edercesine irdelenip, ciddiye alınıp bir de bunun etrafında akademik veya ilmi-medyatik anlamalar, tartışmalar ağı örülmesini çok doğru bulmuyorum. Bugün Avrupa İslamı der yarın Asya İslamı der, ne fark eder! Önemli olan dediğim gibi tanımları kimin yaptığı ve nasıl kullandığıdır. Tanımın kendisi zamana veya pragmatik olarak konjonktüre göre değişir. Tanımlama üstünlüğünü ele geçiren psikolojik ve kültürel olarak da iktidarını ikame eder. Düşünmek benim tanıdığım yollarıyla kavramlarla veya sezgiyle olur. Kavramsallaştırma kabiliyetimiz modern zamanlar için henüz pek oluşmuşa benzemiyor. Çünkü düşünceden daha kuvvetli olan duygu ve psikolojidir. Önce düşünebileceğinize inanmamız ve başımıza bela edilen türlü hadise ve olgulara tepkiselliği bırakmamız gerekir. Bu ise güçlü ve kendinden emin, özgüvenli bir psikolojiyle olur. Ben artık insanların ve toplumların düşüncelerinden ziyade duygu durumlarını önemsiyorum. Yani zaten duygusu düşüncesinin rengini, gücünü veya güçsüzlüğünü ele veriyor.

  • O yüzden Doğu ve Müslümanlar her anlamda kültürel iktidardan önce psikolojik iktidarı ele geçirmeli.