Dokuz yaşındaydım, ustam "büyü de gel" dedi

Müzehhibe Hatice Aksu’ya çırak olmak istediğimi söyledim. “Büyü de öyle gel” dedi.
Müzehhibe Hatice Aksu’ya çırak olmak istediğimi söyledim. “Büyü de öyle gel” dedi.

Sedef sanatı ince marangozluk işçiliği diye geçer. Osmanlı döneminde birçok mimar aynı zamanda sedef işçiliği de yaparmış. Sedefkâr Mehmet Ağa, Mimar Sinan... Aslında bizim klasik sanatlarımızın hepsi birbirine bağlı. Bir ahşap kutu, bir rahle yaptığınız zaman marangozluk işçiliğini de bilmeniz gerekiyor.

Küçücük bir atölye. Bir tarafta sedefler, akikler, natilüsler, bağalar, boynuzlar, gümüşler, diğer tarafta milimetrik testereler, keskiler, zımparalar, cilalar, aydınger kâğıtları. Sedefkâr Fatma Ayran’ın usta elleri dokunduğunda bu malzemelerin nasıl takılara, tablolara, aynalara, taraklara dönüşeceğini gösteren örneklerse duvarlarda.

Fatma Ayran yirmi dört yaşında bir sedef ustası. Kayseri’den İstanbul’a, daha doğrusu Sultanahmet’e geldiklerinde dokuz yaşındadır. Mahallelerinde bulunan sanatkârlardan sadece bir tek şey ister: Öğrenmek, bunun için de yanlarında çırak olmak. İlk başlarda koskoca sanatçılar pasajında hiçbir sanatkârı ikna edemez gerçek bir talip olduğuna. Ama olağanüstü gayreti, çalışkanlığı, iyi niyeti, öğrenme hevesi en çok da dürüstlüğü ile kısa zamanda bütün ustalardan el alır. Ressam, müzehhibe, hattat, sedefkâr, kuyumcu, marangoz... On dokuz yaşında sedef sanatının ustası olarak atölyesini açar. Bu çok kısa gibi gözüken upuzun hayat hikâyesini sizler için kendisinden dinledik.

Küçük yaşta yeteneği keşfedilenlerden miydiniz?

Kayseri’de ticarete kafası çalışanı ustanın yanına verirler, elinden bir şey gelmeyeni okuturlar ki bir baltaya sap olsun. Abdullah Gül meşhur etti bu sözü. Doğrudur. Ben okulda iken el işi ödevlerinde çok başarılıydım. Diğer konularda belli bir okul başarım yoktu doğrusu. İstanbul’a göç esnasında okulumda üç aylık bir aksama da olunca, annem babam pek istemedi okumamı.

Fatma Ayran
Fatma Ayran

Evimizin yakınında birçok sanat atölyesi vardı. Müzehhibe Hatice Aksu’ya çırak olmak istediğimi söyledim. “Büyü de öyle gel” dedi. Dokuz yaşındaydım. Baktı vazgeçmeyeceğim, beni kabul etti; tezhip, hat, çini öğretti. Hem sanatı öğrendim hem de atölyenin ayak işlerini yaptım. Ustamla katıldığım fuarlarda görünce sedefkârlık sanatına ilgi duymaya başladım. Beni yetiştiren sedef hocasına gittim: Ahmet Sezen. Ona da kendimi kabul ettirmem çok zaman aldı. “Sen hanımsın, olmaz.” dedi. Bu işi yapan kadın yoktu.

Çok zahmetli olduğu için mi?

Tabii, çünkü güç istiyor. Bir de hayatınızdan fedakârlık etmeniz gerekiyor. Çok zaman ayırmanız gerekiyor. Ben ısrarlı olunca ustam çıraklığa kabul etti.

Tezhipte olgunlaştıktan sonra mı?

Tezhipte iyice olgunlaşmıştım. Bir de tezhibi yapan çoktu. Sedefi yapan azdı, hiç kadın sedefkâr yoktu. O yüzden ilgimi çekti.

Böylece yeni bir alana girmiş oldunuz...

Sedef sanatında çıraklığım süresince öğrendiğim şu oldu. Bütün sanatlardan bilginiz olması gerekiyor.

Bir yazı işliyorsanız, hat bilmeniz gerekiyor. Bir desen işlediğiniz zaman tezhip bilmeniz gerekiyor. İşlenmiş bir eser çalışıyorsanız ölçeklendirmeniz gerek… Sedef işi, bütün sanatlarla birleşiyor.

Hat sanatında, tezhipte icazet veriliyor. Sedef sanatında daha çok yaptığınız iş sizin kademenizi gösteriyor. Çıraklık, kalfalık, bir de ustalık işi yapmanız gerekiyor. Çıraklık işim bir kutuydu.

Kaç yaşındaydınız?

Sedefe başladığımda on dört yaşındaydım. On beş-on altı yaşımda çıraklık eserimi yaptım. Bir müddet sonra ustam bir kemençe işi verdi. Yüzde doksanını ben, geri kalanını ustam yapmıştı. O da kalfalık işim oldu. Kalfalıkla, çıraklıkta usta yardım ediyor. En son ustalık işi olduğu zaman usta hiç yardım etmiyor. Kendi başına bir şey yapman gerekiyor, çünkü bu işte tek başına kaldığında başarabileceğini ispatlamalısın.

Kalfalıkta kaç yaşındaydınız?

On yedi yaşımdaydım.

Peki ustalıkta?

On dokuz yaşımda… Benim ilerlemem biraz hızlı oldu. Kurs değil, dükkân olduğundan haftanın yedi günü gidiyordum. Sabah sekizde gidip gece on ikiye, bire kadar kalıyordum. Evimize yakındı. Ustamın yanında sabırla, dikkatle çalışıyordum daha iyi öğrenebileyim diye. Ustalık işimi de yapınca ustamın yanından ayrıldım.

Ustalık eseriniz neydi?

Bir ayna… Üç sene sürdü. Bir yandan atölyenin işlerini yürütmeye devam ediyordum. Gündüz ustamın işlerine bakıyor, geceleri aynamı yapıyordum. İki sene sadece desenlerini çizmeye uğraştım.

Bu kadar uzun mu sürüyor desen çizmek?

Önce bir kâğıda çizilmesi gerekiyor; sonra aynısını sedefin üzerine yapıştırıp tek tek parçalar halinde numaralandırarak kesiyorsunuz. Sedef parçaları büyük olmaz. Çünkü sedef midyedir, doğadan yamuk olarak çıkartılır. Ondan bir düzlem elde etmek kolay değildir. O yüzden deseni parçalayıp numaralandırarak sedeflerin üzerine yapıştırır, sonra da kıl testere ile keseriz.

Nerde şimdi ustalık eseriniz?

Önceki çalışmalarım ustamda kalmıştı, sahipleri vardı onların. Ustalık eserim olan ayna ise benimle atölyemde kaldı.

Hemen mi atölye açtınız?

Hemen değil. Ustamın yanından ayrıldıktan bir iki hafta sonraydı o sıralar Süleymaniye Camii restore ediliyordu. Sedefkâr az olduğundan birbirimizden haberdarızdır. Beni çağırdı sedef firması, bir yıl restorasyon ekibiyle birlikte çalıştım. Kapıların üzerindeki sedef işlemelerini yaptım, fildişi işlemeleri vardı, onların kesim işini, kakma kısımlarını yaptım.

Restorasyon bitince...

Sedefkâr az olduğundan birbirimizden haberdarızdır.
Sedefkâr az olduğundan birbirimizden haberdarızdır.

Ben bu mahallede oturuyorum. Şu an benim atölyemin olduğu yerde başka bir sanatçı vardı. Küçüklüğümden bu yana buradan geçerken içimden geçiriyordum, “burası benim atölyem olacak” diye. Hatta buradaki hocaya da söylüyordum, “ileride çıkaracağım seni buradan, yerine ben geçeceğim” diye. Gülüyorduk. Sonra nasip oldu, buraya atölyemi açtım beş sene önce.

Hocanın başına bir şey gelmedi değil mi?

Hayır kendisi hayatta, çalışmaya devam ediyor. O ayrıldı, burası bana kısmet oldu. On dokuz yaşımdan bu yana buradayım.

Sedef sanatı tam olarak nedir?

Sedef sanatı ince marangozluk işçiliği diye geçer. Osmanlı döneminde birçok mimar aynı zamanda sedef işçiliği de yaparmış.

Sedef sanatı ince marangozluk işçiliği diye geçer.
Sedef sanatı ince marangozluk işçiliği diye geçer.

Sedefkâr Mehmet Ağa, Mimar Sinan... Aslında bizim klasik sanatlarımızın hepsi birbirine bağlı. Bir ahşap kutu, bir rahleye sedef kakma yapacaksanız marangozluk işçiliğini de bilmeniz gerekiyor. Mesela bazı desenler katlamalı, simetrik oluyor. O katlamalı desenin yaptığınız ahşapla milimetrik tutması gerekiyor. O yüzden ahşabın işçiliğini de bizzat yaparsanız daha iyi sonuç veriyor. Bir sedefkârın bilmesi gereken şeyler var. Ahşap kuru olmalı, hangi ağaç hangisiyle uyumlu kullanılır vb. Mesela pelesenk ağacıyla abanoz ağacı yan yana kullanılmaz. Biri delikli gözenekli bir ağaç, diğeri de tam tersi yağlı. Üzerine cila yaparken biri cilayı emiyor diğeri emmiyor, üstte kalıyor. Bu bilgilerinizin olması gerekiyor.

İyi bir sedefkâr olmak için tezhip ve ahşap bilgisi gerekiyor, anlattığınıza göre. Başka?

Bir yazı, bir ayet keserken hattatın yazdığı yazıyı bozmamanız gerekiyor. Bu yüzden asgari bir hat bilgisi gerek. Mesela ben bazı harfleri kendim yazıyorum. Sedefi takıda kullanacaksanız, kuyumculuk kısmını bilmeniz gerekiyor.

  • Bu kez işin içine gümüş giriyor, altın giriyor. Aslında cila bile kendi başına bir sanat. Yani bir iş için malzemeye bir iki ay cila yapmanız gerekiyor. Önce gomalak cilasını alıp yapacağınız işe göre onun sıvılığını katılığını ayarlamanız gerekiyor. Sonra her gün bir kat atmanız gerekiyor. O attığınız kurumadan ikinci katı da atamıyorsunuz. Ondan sonra onu zımparalamanız gerekiyor.

En ince zımparasını yapınca yüzey pürüzsüz olduktan sonra en son kalay pamuğu, bezi dediğimiz şeyle tekrar üzerine cila atıyorsunuz. Üzerinde böyle cam gibi bir yüzey oluyor. O işlem ileriye yönelik nemden rutubetten koruyor malzemeyi. Ama bir iki ay sürüyor bu işlem.

Bunları öğrenmek çok zaman alıyor olmalı

Bunları işin başında ister istemez deneye deneye bir şekilde öğreniyorsunuz. Sanatçının hepsine dikkat etmesi gerekiyor. Bazen bazı sanatkârlar sedef işlemesini yapıyor, kesiyor, oymasını yapıyor, cilasını başka bir kişiye yaptırıyor, gümüş kısmını bir başka kişiye. Ama siz bir işe kendiniz başlayıp ona ruh verdiğiniz zaman, her aşamasına emek verdiğiniz zaman bambaşka bir iş çıkıyor.

Siz kendinizi kabul ettirmekte zorlandığınızı söylüyorsunuz, peki size çırak olmak kolay mı?

İnsanlar takıyı görünce ben de yapayım, takayım diye düşünüyorlar ama işin içine girdikleri zaman fikirleri değişiyor. Bir malzeme hazırlığı var bizde, bazen aylar sürüyor. Keserken hem bedenen, hem zihnen yoruluyorsunuz. İlk başta hevesle başlıyorlar güzel geliyor ama bir iki günde iş çıkmıyor ki. Sabır lazım. Benim şimdiye kadar yetiştirdiğim iki kişi oldu.

Bu işleri öğreten kurslar da var, sizin farkınız ne?

Bazı yerlerde ücretli kurslar var. Ben ücretsiz öğretiyorum, ama seçerek alıyorum çıraklarımı. Her kış bir kişi alıp o öğrenene kadar bir sene, iki sene çalışıyoruz beraber. O öğrendikten sonra ikinci bir kişiyi alıyorum. Şimdiye kadar beş yıl içinde ancak iki kişi olabildi. Çünkü insanlar başlıyorlar, bir de bakıyorlar ki malzemesi çok kıymetli, pahalı, iş zor, bırakmak zorunda kalıyorlar.

İş zor dediniz, çok yoğun bir tempoda mı çalışıyorsunuz?

Benim haftamın yedi günü burada geçiyor, buranın dışında pek hayata karışmıyorum. Girsem de yine işimle ilgili oluyor.

Benim haftamın yedi günü burada geçiyor, buranın dışında pek hayata karışmıyorum.
Benim haftamın yedi günü burada geçiyor, buranın dışında pek hayata karışmıyorum.

Böylece daha temiz kalıyorum. Çıkayım, boş boş dolaşayım diye düşünmüyorum. Bana hep çok çalıştığım için “bu kadar çok çalışıp parayı ne yapacaksın?” diye soruyorlar. Bir gün oturayım, bir saat iki saat çalışayım derseniz hiçbir şey çıkmıyor, aylar geçse de çıkmıyor. Mecburen bir emek ve zaman harcamanız gerekiyor. Ben bazen sabah sekizde iniyorum, gece on ikiyi, biri buluyor eve çıkmam. Üst katta evim olduğu için de uzun süre çalışabiliyorum. Şimdi buradakilere bakıyorum on, on iki, bazen de birde geliyorlar atölyelerine. İki üç saat çay, sigara muhabbetleri var. Ondan sonra iş çıkar mı?

Ustanızdan mı öğrendiniz bu çalışma adabını?

Küçük yaşta bir ustanın yanına girince insan daha kolay şekil alıyor. Ben de yanıma birini alacağım zaman küçük almak istiyorum. Yirmi, yirmi beş yaşında birini aldığınız zaman ona bir şey öğretemiyorsunuz, kişiliği oturmuş oluyor. Bunu yap, diyemiyorsunuz.

Benim ustam kızardı mesela. Bir iş verirdi, niye bitmedi diye hesap sorardı. İyi ki de öyle yapmış. Atölyedeki zımpara, temizlik işlerini yaptım.

Üstüne sanatı da öğrendim, ustamın yaptığı işlerin hepsinde emeğim vardı. Ama ustamın işi olarak biliyordu herkes. Buna içerlerdim tabii ki, ama bir şey söyleyemezdim. Neyzen Tevfik’in son öğrencilerinden İlyas Çevikoğlu Hoca dükkân komşumuzdu, hissiyatları kuvvetli bir insandı. İnsana baktığı zaman içini okuyabilirdi. Bir gün yanıma geldi ve dedi ki; “Ustan senin yaptığın işe benim diyebiliyorsa buna sevin. Eğer sen güzel yapmış olmasaydın sahiplenmezdi. Demek onun kadar güzel yapıyorsun ki senin yaptığın emeği sahiplenmiş.” O tesellisini hiç unutmadım. O günden sonra daha gayretli çalıştım.

Çıraklıktan ustalığa geçiş esnasında, zanatkârlığın sırrı olan sabır ve muhabbeti nereye kadar zorladınız?

Talip olduğum sanat, büyük bir emek ve dikkat istiyordu. Çilesi çoktu, az yorulan ya da yorulmak nedir bilmeyen insan olur mu?

Olmaz. Elbette ben de herkes gibi bir iskelet ve sinir sistemine sahiptim; ağrılarım oluyor, ellerim nasırlanıyor, boynum ağrıyor, gözlerim sancıyordu. Çok yoruluyordum. Fakat hiç vazgeçmedim. Sabır ve muhabbetle pes demeden yol alabildiğim için bugün bu işin zanaatkârı olabildim zaten.

Sabretmeseydiniz, emek vermeseydiniz ne olacağını tartabilme imkanı buldunuz mu?

Benim yanıma öğrenmek için gelenler üzerinde bunu gözlemleyebiliyorum. Bir defasında iki kişiyi yanıma almıştım. Fakat bu iki kız daha çıraklığa devam ederlerken, çay muhabbet istirahat molalarında kaldılar. Ne istikamet tutturabildiler ne istikrarlı olabildiler. Şimdi bazen beni ziyarete geliyorlar, gayretimin sabrımın semeresi olan bu atölyeyi, ortaya çıkardığım işleri görüyorlar, pişmanlık duyuyorlar. "Ah keşke biz de vaktiyle çileye katlansaydık, böyle bir liyakate sahip olabilseydik" diyorlar.

Benim çocuk denecek yaşta, gayret, emek ve sabırla ilerlediğim yollar onlara vaktiyle zor gelmiş ve gereksiz gözükmüştü. Olgunluğa giden yolda düşmek var, yeniden kalkabilmek var, yorulmak var. En çok da inançlı bir çalışma azmi gerekiyor. Emek ve sabır işimizin olmazsa olmazlarından.

Zor muydu öğrenme süreci?

Çalışana Allah yolları açıyor. Ben ne istediysem Allah’a şükürler olsun, oldu. Bir fuarda Münevver Uçer’la tanışmıştık; tezhip sanatçısıdır, alanında önemli bir isimdir. “Gel sana tezhibi biraz daha incelikleriyle öğreteyim, daha iyi işler yaparsın.” diye büyüklük yaptı. Normalde Münevver Hoca ücretli ders verir, ücretsiz çağırmıştı beni. Ustamın yanında yedi gün çalıştığım için olmadı, gidemedim. Sağ olsun hocalık yaptığı Mimar Sinan’a çağırdı. Kendisi orada hâlâ hocadır. Akşamları bana ders vermek için fazladan kaldı. İşi öğrenme bakımından Allah hep yardım etti bana.

Talep ve gayretinizin önemi büyük de olsa size öğreten hocalarınız olmuş. Siz bu silsileyi nasıl devam ettirmeyi düşünüyorsunuz?

Daha yeniyim. İki çırağım usta oldu. Biri Galata’da dükkân açtı, biri de Bursa’da. Bana çok faydaları dokunuyor. Yetişemedikleri işleri bana yaptırıyorlar, benden iş alıp satıyorlar. Ben öğrettim, bana faydası oldu. Yarın bir gün bir iş aldığımda tek başıma belki bitiremeyeceğim, onlardan yardım isteyerek yapabileceğim. Öğrettiğim birileri olmasa zorlanırdım. Allah bildiğini öğretmeden gitmeyeceksin diyor. Ben ustamdan öğrendim, iki üç kişiye bunu öğretmekle yükümlüyüm. Her şeyin bir sadakası var. Bir kişiye öğreterek verirsiniz bu sanatın sadakasını. Sedef sanatını daha çok kişi yapsa daha çok insan bu sanatı bilecek, değeri daha çok artacak aslında. Mesela dikkat edin yukarıda Arasta Pazarı’nda, yan yana bir sürü halıcı var, hepsi de iş yapar. Burada bir sedef sanatçısı daha olsa...

Çok ilginç, başka sedefkârlar olsun istiyorsunuz hem de dükkânınızın yanında…

Olsaydı keşke, birkaç kişi daha öğrenseydi. Daha çok gelişirdi bu sanat. Başkalarının katkısı olurdu başka bir açıdan bakarlardı. Bir insan bir ağaç dikiyor, ondan gelecek nesiller bir tek meyvesinden, gölgesinden faydalandığı zaman bile o kişinin amel defterine sevap olarak yazılıyor. Mesela ustam bana bu sanatı öğretti ya, o vefat ettiğinde benim yaptığım eserlerden ona daima sevap yazılacak.