“Euro-Islam” mı “Avrupalı İslam” mı?

“Euro-Islam” projesinin her ne kadar çöktüğünü ifade etse de bu kavramın Batı’da güncelliğini muhafaza ettiği izahtan varestedir.
“Euro-Islam” projesinin her ne kadar çöktüğünü ifade etse de bu kavramın Batı’da güncelliğini muhafaza ettiği izahtan varestedir.

Meseleye Avrupa dışından ve özellikle de Türkiye’den bakan araştırmacılar Euro-Islam’ın Müslümanları asimile etmeye yönelik bir kimlik projesi olduğu hususunda neredeyse hemfikirdir. Bu yaklaşım, İslam kimliğini tamamen kaybetmeksizin iyi ve uyumlu vatandaş yetiştirmek için İslam’ın araçsallaştırılmasını hedefleyen bir toplum mühendisliği olarak da ifade edilebilir.

Avrupa’da Müslümanların geleceği

İslam ve Batı ikilemi söz konusu edildiğinde akla gelen ve ön plana çıkan en önemli meselelerden biri “Euro-Islam” ifadesidir. Bassam Tibi, kendi ifadesiyle, bu kavramı politik bir proje olarak dile getiren ilk teorisyenlerdendir. Kendisi, “Euro-Islam” projesinin her ne kadar çöktüğünü ifade etse de bu kavramın Batı’da güncelliğini muhafaza ettiği izahtan varestedir.

Avrupa İslamı’nı (Euro-Islam) anlamak ve çözümlemek için Avrupa tarihiyle kimliğine yön veren ana unsurların ne olduğu sorusu önem arz etmektedir.

Bahis mevzusu olan unsurlar Roma Devleti tecrübesi, Hristiyanlık, Antik Yunan ve Helen temelli hümanizm ve rasyonalizm kabul edilir. Bu noktada dikkatlerden kaçmaması gereken önemli bir konu, Batı’nın kendi içinde yaşadığı tarihî tecrübe ve bunun neticesi olarak ortaya çıkan modern medeniyet ve siyaset anlayışı ile İslam dünyasının yaşadığı siyasi ve dinî gerçekliğin temelde birbirinden farklı olduğudur. Dolayısıyla, “Avrupa İslamı” veya “Avrupalı İslam” tabirleri değerlendirilirken, bu tarihî arka plan dikkate alınmadığında, yapılan tespitlerin sağlıklı olamayacağı aşikârdır.

Euro-Islam/Avrupalı İslam bağlamında ele alınan konular

“Avrupa İslamı” veya “Avrupalı İslam” tabirleri değerlendirilirken, bu tarihî arka plan dikkate alınmadığında, yapılan tespitlerin sağlıklı olamayacağı aşikârdır.
“Avrupa İslamı” veya “Avrupalı İslam” tabirleri değerlendirilirken, bu tarihî arka plan dikkate alınmadığında, yapılan tespitlerin sağlıklı olamayacağı aşikârdır.

Kimlik Sorunu: İslam’ın geleneksel yorumunun ve Müslümanların göç ettikleri ülkelerden getirdikleri kök kültürlerin, Müslümanların Batı ve değerlerine uyum sağlamada engel teşkil ettiği varsayımından hareket edilir. Bazı araştırmacılar, “Eski alışkanlık ve kimliklerinden vazgeçmedikleri takdirde Müslümanların entegre olmaları imkânsızdır” görüşünü dillendirir. Buna karşılık Batı’da yaşayan Müslümanların kimlik taleplerinin ortaya çıkardığı kapsamlı arayışlar da bir siyaset terkibi olarak, “Avrupa İslamı”nı fonksiyonel kılmıştır. Schmid bu konuda bilinen basmakalıp şablonun dışına çıkarak Avrupa kimliğinin sadece Hristiyanlık ve Yahudilik ile değil İslam’la da yüzleşme neticesinde oluştuğunu, dolayısıyla Avrupa kimliğinin oluşumunda İslam’ın asli bir rol oynadığını söyler.

Meseleye Avrupa dışından ve özellikle de Türkiye’den bakan araştırmacılar Euro-Islam’ın Müslümanları asimile etmeye yönelik bir kimlik projesi olduğu hususunda neredeyse hemfikirdir. Bu yaklaşım, İslam kimliğini tamamen kaybetmeksizin iyi ve uyumlu vatandaş yetiştirmek için İslam’ın araçsallaştırılmasını hedefleyen bir toplum mühendisliği olarak da ifade edilebilir.

Euro-Islam anlayışının bir kimlik projesi olduğunu düşünenler ve buna karşı çıkanlar Tibi ve onun gibi düşünen fikir sahiplerine atıf yaparak bunun eski asimilasyon şekillerinin bir benzeri olduğunu iddia ederler.

Din Eğitimi: Avrupa’da doğup büyüyen Müslüman neslin dinlerini öğrenme meselesi oldukça önemlidir. Aslında din eğitiminin içeriği, yani müfredatı, bu dersi verecek eğitimcilerin tespiti, dini temsil etme hakkını kazanmış cemaatlerin anayasal hakkı olduğu herkesçe malumdur. Bu statüyü hukuki olarak kazanmış her cemaat, her oluşum devletle koordineli olarak bu anayasal hakkı yerine getirebilir. Ders müfredatı elbette anayasanın öngördüğü temel hak ve hürriyetler göz önünde bulundurularak hazırlanmak durumundadır. Ama anayasal bir hak olmasına rağmen siyaset, başka dinî cemaatlere tabii olarak kullandırdığı bu hakkı yer yer ihlal etme pahasına, İslam din dersini entegrasyon ve emniyet politikalarına, dolayısıyla Euro-Islam projesine alet edebilmektedir. Bu meseleyle mücadelenin en etkili yolunun ise eğitim olduğu düşünülmektedir.

Eğitim yoluyla Müslümanların eğitilmesinin yanında yurt dışından gelen imam ve eğitimcilere ihtiyaç duyulmayacaktır.
Almanya devlet üniversitelerinde İslam İlahiyat Enstitüleri açılmaya başlandı. Farklı isimlerle de olsa İlahiyat Enstitülerinin sayısı şu an onun üzerindedir.
Almanya devlet üniversitelerinde İslam İlahiyat Enstitüleri açılmaya başlandı. Farklı isimlerle de olsa İlahiyat Enstitülerinin sayısı şu an onun üzerindedir.

Teoloji-İlahiyat Eğitimi:Devlet finansmanıyla kurulmuş, Müslümanların dinlerini yaşama ile alakalı ihtiyaçlarını karşılayacak personel ve eğitimcileri yetiştirme gayesine matuf İlahiyat/Teoloji Enstitüleri, Euro-Islam projesi kapsamında ele alınan konulardan biridir. 2010 yılından itibaren Almanya devlet üniversitelerinde İslam İlahiyat Enstitüleri açılmaya başlandı. Farklı isimlerle de olsa İlahiyat Enstitülerinin sayısı şu an onun üzerindedir. Büyük ölçüde kurulma aşamasını geride bırakmış olan İslam İlahiyatlarıyla ilgili ileri sürülen önemli eleştirilerden biri de bu kurumların Euro-Islam projesinin bir parçası olduğudur. Akif Emre’ye göre Euro-ilahiyat projesi, Müslümanlar adına onların neye, nasıl inanmaları gerektiğine karar verebilmeyi, bu kıtanın tarihi boyunca dışladığı bir dinin müntesipleriyle hiç olmayan bir arada yaşama deneyiminin kültürlerine uyumlu hâle gelmesini hedeflemektedir.

Sosyal ve Kamusal Alan: Türkiye’deki başörtüsü, kılık kıyafet tartışmalarından bildiğimiz bir süreç, maalesef hak ve hürriyetlerin anavatanı olan, bu hakların felsefesinin yapıldığı Fransa ve Almanya gibi ülkelerde de yaşanabilmektedir. Almanya’da bazı eyaletler başörtüsü yasağını kanunla düzenleme ve uygulama yolunu tercih ederken Rhein-Pfalz ve Aşağı Saksonya (Niedersachsen) gibi eyaletler bu konuda daha demokratik ve özgürlükçü bir politika tercih edebilmektedir. İster pozitif ister negatif bir noktadan hareketle ele alınsın,

  • İslam ve Müslümanlar artık Avrupa’nın bir iç meselesidir. Bu konuyla alakalı önemli bir tespit şarkiyatçı Schmid’e aittir. Schmid, Avrupa’da özellikle akademik alanda tartışılan konuların İslam paranteze alınarak ele alınmasının doğru olmadığı meselesinin altını çizerek “İslam söz konusu olduğunda, sadece insan hakları ve iktisat alanlarında değil, tüm alanlarda İslam’a yer verilmelidir” der.
İslam ve Müslümanlar artık Avrupa’nın bir iç meselesidir.
İslam ve Müslümanlar artık Avrupa’nın bir iç meselesidir.

Emniyet ve Asayiş: Devlet eli ya da finansmanlarıyla yürütülen İslam ve Müslümanlarla alakalı neredeyse tüm toplumsal projelerin ana motif ve hareket noktası iç emniyet sorunu olarak görülebilir. Avrupa’daki Müslüman nüfusun 23 milyonu aştığı, 2050 yılında Avrupa nüfusunun beşte birinin Müslüman olacağı yönündeki tahmin ve haberler bu endişeleri daha da artırmaktadır. Bazı istatistiklere dayanılarak Avrupalı Hristiyanların, yaklaşık yarısının, İslam’ı Avrupa uygarlığına tehdit ve düşman olarak gördüğü iddia edilmektedir. El-Kaide, İŞİD, Boko Haram, Eş-Şebab, Taliban gibi örgütlerin varlığından dolayı “terörist” imalarıyla birlikte “İslam’ın medeni olmadığı, şiddet içerdiği veya şiddet içeren yapılar ürettiğine” dair tezler “İslamofobi” diye ifade edilen bir algı operasyonuna dönüşebilmektedir. İslam birçok uzmana göre uzun süreden beri zaten Avrupalıdır. Dolayısıyla, -ister eğitim ister sosyal alanla alakalı olsun- İslam ve Müslümanlarla ilgili her meselenin önce bir emniyet/ asayiş sorunu olarak algılanması, buna göre bir çözüm üretilmeye çalışılması altı çizilmesi gereken bir paradoks ve de korku ifadesidir.

Euro-Islam modelleri

Bu başlık altında daha önce özetle bahsettiğimiz farklı modellerden birbirine zıt tezleri temsil eden iki yazarın konuyla ilgili görüşlerine yoğunlaşılacaktır. Bunlardan biri Euro-Islam’ı kavramsallaştırarak toplumsal barışı sağlayacak bir proje olarak sunan Bassam Tibi, diğeri de bunun karşısında antitez olarak algılanan ve Euro-Islam kavramı yerine Avrupalı İslam ifadesini tercih eden Tariq Ramadan. İslam’ın reforme edilebileceğini savunan Tibi’ye göre Müslüman göçmenler, Avrupa ve onun kültürel sistemine entegre olarak Avrupa’ya uygun yeni bir kimlik ve din anlayışı geliştirebilirler/geliştirmelidirler. Ramadan ise ümmet ortak paydasında yeni bir Avrupalı Müslüman kimliği oluşturma çağrısında bulunur ve Müslümanları Avrupa’nın sosyal ve kültürel hayatına aktif olarak katılmaya davet eder.

Bassam Tıbı ve Euro-Islam

Almanya’nın Göttingen Üniversitesi’nde uzun süre görev yapan Suriye asıllı Bassam Tibi, “Euro-Islam” projesinin en önemli temsilcilerindendir. 1969-2009 yılları arasında farklı dillere tercüme edilen 28 tanesi Almanca, 8 tanesi İngilizce olmak üzere 36 kitap sığdırdırır. Tibi, kendine ödev bildiği en önemli konunun İslam’ın Avrupa modern değerlerine uygun olarak reforme edilmesi, yani diğer bir tabirle Müslümanların geç kalmış aydınlanmalarına katkıda bulunulması olduğunu ifade eder. Frankfurte Allgemeine Zeitung (FAZ) başmuharriri Wolfgang Günter Lerch 4 Ağustos 1995 tarihli Tibi’yi tanıtım yazısında onun sadece Müslümanları aydınlatmakla kalmayıp aynı zamanda Alman halkına da kendi modern değerlerini yeniden hatırlattığını söyler.

Tibi’ye göre hem geleneksel hem de siyasal İslam anlayışı Avrupa değerleri ve modernitenin kazanımlarına uygun bir din anlayışının önündeki en büyük engeldir.

Öyleyse, modern medeniyetin değer ve kazanımları, ancak yeni bir din anlayışı ile elde edilebilir/ettirilebilir. Bu, toplumsal barışı sağlama adına ulaşılması gereken bir hedeftir. O, Euro- Islam adlı kitabında yer yer asıl hedefinin İslam’ın kendisi olmadığını, niyetinin şeriat-cihat çizgisinde Avrupa’yı İslamlaştırmak hedefi güden İslam olduğunu söyler. Ama netice itibariyle reforme edilmemiş İslam onun gözünde her hâlükârda Avrupa için bir tehlikedir.

Avrupa ve Alman politikacılarının meseleyi, yani medeniyetler çatışmasını kavramaktan uzak olduğundan şikâyet eden Tibi, “gerektiğinde devlet tüm güçlerini seferber ederek, elindeki tüm imkânları kullanarak bu dönüşüme imkân sağlamalıdır” derken İslam’la İslamcılık arasındaki temel farkın göz ardı edilmemesi gerektiğine de dikkat çeker. Bir Müslüman olarak İslam’ın Avrupa’nın üçüncü resmî dini olarak kabul edilmesini kendisinin de istediğini ama bunun modern Batı değerleri çerçevesinde gerçekleşmesi gerektiğini söyler. Şeriat ve cihat ekseninde olmayan sivil bir İslam’ın Karl Popper’in kavramsallaştırdığı “açık toplum modeli”ne daha uygun olduğunun altını çizer. İslam’dan İslamcılığa evrilmenin başlangıcını 17. yüzyıl sonrasında İslam coğrafyasının Batılılar tarafından sömürgeleştirilmesine bağlar. 21. yüzyılda ideolojileştirilen siyasal İslam’ın sömürge öncesindeki İslam hâkimiyetini yeniden kurma amacına matuf olduğunu söyler. Ayrıca, ona göre Euro-Islam projesiyle saf Müslümanlar siyasal İslamcıların tuzağına düşmekten korunabilecektir.

Tibi’nin itiraz ettiği diğer bir konu ortak Hristiyan-İslam medeniyeti meselesidir. Böyle bir medeniyetin tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmediğini, bundan sonra gerçekleşme imkânı da bulunmadığını söyler. Dolayısıyla, medeniyetler çatışmasını önlemenin yolu böyle ortak bir medeniyet kurgusundan geçemez. Mümkün olan çözümde, mülteci olarak Batı’ya sığınmış Müslümanlar Avrupa kriterlerine uygun bir İslam’ı kabul etmelidir. Avrupa ve İslam medeniyeti arasındaki uçurum ancak böyle bir köprüyle aşılabilir.

Tibi, medeniyetler çatışması olarak isimlendirdiği kavganın batıcılıkla İslamcılık arasında iki farklı dünya görüşüne ait değerler savaşı olduğunu vurgular.

Bu iki farklı dünya görüşünün bir arada yaşamasının imkânsızlığından bahsederken, erken davranılmadığında bu savaşın Şeriat İslam’ı lehinde neticelenebileceği endişesini paylaşır. Spiegel dergisinin “Sessiz İslamileşme” (sayı 13/2007) adıyla yayınladığı dosyaya atıfta bulunarak maalesef Avrupa’nın sessiz sedasız İslamlaştığının ampirik olarak da doğru olduğundan bahseder. Oryantalist Bernard Lewis’in Welt gazetesiyle yaptığı söyleşide ifade ettiği “Avrupa yüzyılın sonunda İslamlaşmış olacak” tespitine atıfta bulunur.

Euro-Islam projesinin en önemli unsurlarından birini oluşturan “Leitkultur” (hâkim kültür) kavramı, kendi ifadesiyle, ilk defa Tibi tarafından kullanılmış ve 2000 yılında Hristiyan Demokrat Partisi’nin önde gelen siyasetçilerinden Friedrich Merz tarafından yabancıların, özellikle de Müslümanların, Alman toplumuna entegrasyonu bağlamında siyasi bir içerikle kullanılmaya başlanmıştır.

Tibi’nin, geleneksel İslam anlayışının barışçıl bir din anlayışına engel olmasını dayandırdığı en önemli konu darü’l-İslam ve darü’l-harp kavramlarıdır. Evrensel bir din olarak İslam tüm dünyayı inananlar ve inanmayanlar olarak ikili bir taksime tabi tutarak inananların hâkimiyeti altında olan toprakları barış ve selamet yurdu; inanmayan toplulukların yaşadığı coğrafyalarıysa savaş yurdu olarak ilan etmektedir. Tibi’ye göre geleneksel ve şeriata dayalı İslam anlayışı, ülkeleri bu kategorilerle algıladığı için, Müslümanlar Avrupa’yı hep düşman kategorisi içinde algılamak zorunda kalırlar. Müslümanlar dinsizlerin hâkimiyeti altında yaşamayı kabul etmediği gibi siyasal İslam düzenini yeryüzünün inanmayan iklimlerinde de kurmak sorumluluğundadır. Bu amacı başarmak için özgür ve erkek yetişkin Müslümanlar Allah yolunda mücadele etmek yani cihatla yükümlüdür.

Tibi'ye göre Müslümanlar için Avrupa sadece öteki olmakla kalmayıp aynı zamanda düşman olandır.
Tibi'ye göre Müslümanlar için Avrupa sadece öteki olmakla kalmayıp aynı zamanda düşman olandır.

Bu anlayışın gereği olarak, açıktan ifade edilmese de Müslümanlar için Avrupa sadece öteki olmakla kalmayıp aynı zamanda düşman olandır. Bu anlayışın mütemmimi mesabesinde olan diğer bir mesele de İslam’ın cihat anlayışıdır. Müslüman, düşmanlarıyla ancak savaşır.

Tibi’ye göre geleneksel şeriata dayalı İslam anlayışının diğer bir tehlikeli anlayışı da evrensellik iddiasıdır. Yani tüm insanlar için yegâne kurtuluş reçetesi ve yolu İslam’dır. Zira İslam, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği son hak dindir. Tibi, böyle bir kafa yapısına sahip Müslüman’la toplumsal barışın sağlanmasının imkânsız olduğu kanaatindedir. Öyleyse, ne pahasına olursa olsun devlet kendi toplumsal barışını sağlamak, onu tehlikeye atmamak için Euro-Islam anlayışını Müslümanlara benimsetmek zorundadır. Tibi’nin, çoğunluğu Türklere ait, cami derneklerine yaklaşımı olumsuzdur. Ona göre bu cemiyetler geleneksel ve yöresel İslam’ı temsil etmesi sebebiyle aslında entegrasyona fayda değil, zarar veren kurumlardır. Tibi’nin “cami dernekleri kültürü” olarak ifade ettiği din anlayışı ve hayat tarzı ona göre Avrupa İslam’ı önündeki ciddi bir engeldir.

Çağdaş Batı uygarlığının yaşam tarzına bir tehdit olarak görülen İslam ve Müslümanların reforme edilerek ehlileştirilmiş, Avrupa değerlerine uyumlu, seküler ve kültürel modernliği içeren yeni bir din anlayışına sahip olmaları gereklidir. Bunun gerçekleşebilmesi için Tibi’nin ileri sürdüğü şartları şöyle özetleyebiliriz:

1. Geleneksel İslami yaşam tarzını terk ederek modern Batı toplumunun hümanist değer ve normlarına uygun bir hayat tarzını tercih etmek. Tibi bu batılılaşma şartının sadece Avrupa’da yaşamakta olan Müslümanlar için değil kendini Avrupa’ya ait hisseden veya Türkiye gibi Avrupa Birliği’ne girme adaylarının da benimseyip uygulaması gereken bir zorunluluk olduğunu söyler.

2. Yaşanılan ülkenin anayasasına ve kültürüne uygunluk. Devlet ve sivil toplum örgütlerinin, diaspora Müslümanlarını ilgilendiren konularda, konuşma hakkı olması gerektiğini vurgular. Din özgürlüğü adına Müslümanlara ayrıcalıklı davranılmasını doğru bulmaz. Avrupa İslam’ının hayata geçirilmesi ile ilgili kıstasları belirlemede Avrupalıların da söz sahibi olması gerektiğinde ısrar eder.

3. Laik demokrasiyi benimsemek, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak. Tibi siyasal İslam’ın en önemli planlarından birinin Avrupa’yı İslamlaştırmak olduğunu söyler. İslamcılar için din ve devlet ayrımının olmadığını, bunun diaspora İslam için de geçerli olduğunu belirtir.

Tibi’ye göre geleneksel şeriata dayalı İslam anlayışının diğer bir tehlikeli anlayışı da evrensellik iddiasıdır.
Tibi’ye göre geleneksel şeriata dayalı İslam anlayışının diğer bir tehlikeli anlayışı da evrensellik iddiasıdır.

4.Modern Batı medeniyeti ve değerlerini benimsemek. Tibi’nin bu konuda örnek alınmasını tavsiye ettiği ülke Fransa’dır. Demokratik hukuk devletinin reform ve entegre olmada zorluk çıkaranlara müdahale hakkının olduğunu söyleyerek Fransa Devleti’nin Müslümanlarla ilgili Euro- Islam politikalarının doğru olduğunu savunur.

5. Şeriat ve cihat anlayışını terk etmek. Tibi’ye göre geleneğe bağlı İslam anlayışının gereklerinden şeriat ve cihat vurgusu yüksek bir dinin “din hürriyeti” bahanesiyle tolere edilmesi Avrupa için büyük bir tehlikedir. Şeriat kanunları ne demokrasi ne de insan haklarıyla bağdaşır. Tibi, şeriat ve cihat kavramlarının yorumlanarak sevimli/ zararsız hâle getirilmeye çalışılmasının da gerçekçi olmadığını belirtir. Bu arada, cihat risalesi yazmış, İslamcılığın en önemli temsilcilerinden olan Hasan el-Benna ile torunu Tariq Ramadan arasındaki akrabalık ilişkisine dikkat çekerek bu şahısların cihat anlayışının ifadeleri farklı olsa da mahiyet itibariyle aynı olduğunu söyler.

6.Sadece toplumsal değil bireysel insan haklarına da saygı göstermek. Çoğulculuk ve kültürel farklılıkları seküler bir anlayışla kabullenerek açık toplum değerlerine saygılı olmak.

Tibi’ye göre Euro-Islam projesi uygulanmadığı takdirde, İslam, Batı için potansiyel bir tehlike olma özelliğini her zaman koruyacaktır.
Tibi’ye göre Euro-Islam projesi uygulanmadığı takdirde, İslam, Batı için potansiyel bir tehlike olma özelliğini her zaman koruyacaktır.

7.Mültecilerle ilgili daha dikkatli olmak, bu konuda seçici davranmak. Sığınmacı olarak bu ülkede kalabilme şartlarından biri entegre olmayı kabul etmek olmalıdır. Tibi, 11 Eylül sonrası iltica meselesinin artık bir emniyet sorunu olarak ele alınmasının doğru bir yaklaşım olduğunu belirtir. Sayıları her gün artmakta olan Müslüman göçmenlerin diğer göçmenler gibi görülmesinin hata olduğunun altını çizer. Sığınmacı Müslümanların İslam dinini yayma yani “davet” (Da’va) misyonuyla hicret ettiklerini, zira bu görevin Kur’an merkezli bir zorunluluk olduğunu belirtir.

Tibi’ye göre Euro-Islam projesi uygulanmadığı takdirde, İslam, Batı için potansiyel bir tehlike olma özelliğini her zaman koruyacaktır. Bu potansiyel tehlikeden bahsetmenin yabancı düşmanlığı olarak algılanmasının ya da böyle lanse edilmesinin hem yanlış hem de maksatlı olduğuna vurgu yapar. Tibi, 2016 tarihli konuyla alakalı bir beyanında bir barış vizyonu olan Euro-Islam’ın Alman devletinin “şeriat İslamı”nı tercih etmesi sebebiyle başarısızlığa mahkûm edildiğini ifade ederek, tabiri caizse, “havlu attığını” açıkça ifade etmiştir.

Tarıq Ramadan ve Avrupalı/Europäısche İslam

Tariq Ramadan genel olarak son dönemde Avrupa’da yetişen en önemli genç kuşak entelektüellerden biri olarak kabul görmektedir. Hem İslami ilim geleneğine ait terminolojiye hem de Batı düşüncesine vukufiyetinin onu Batı’da İslam hakkında konuşup yazanlardan daha avantajlı duruma getirdiği söylenebilir.

Tariq Ramadan Avrupa ülkelerini “darü’l-harp” değil de “daru’ş-şehade” olarak görmektedir. O, bu terimle Müslümanların hayatın her alanına aktif katılımını ve bulundukları toplumun bir parçası olması gerektiğini ifade etmektedir. Bu bakış açısı Bassam Tibi’nin kavramsallaştırmaya çalıştığı Euro-Islam tanımına reddiye olarak ortaya çıkması hasebiyle, bu iki perspektif genelde bir arada değerlendirildiğinden, hangi Avrupa İslam’ı konseptini kastettiğimiz burada önem arz etmektedir. Müslümanların “özne mi yoksa nesne mi” olduğu bir Euro-Islam? “Euro-Islam” bir kavram hâline geldiği için ilk başta Müslümanlara yönelik bir beklenti/proje anlamı taşıyor. O yüzden Tariq Ramadan bu kavramı direkt olarak kullanmayarak Avrupalı Müslümanlar manasına gelen bir ifadeyi tercih ediyor.

Ramadan, Müslümanların kendi dinî kimlikleri noktasında gösterdiği hassasiyetin Avrupa karşıtlığı olarak algılanmasının doğru olmadığını söyler.

Müslüman olma/kalma iddiasının zorunlu olarak Batı ve modernite karşıtı olarak yorumlanmasının sakıncalı ve vakıaya mutabık olmadığının, Avrupa kimliği dışında evrensel her kimliği Batı karşıtlığı olarak görmenin aslında düşman üretmekten öte bir fayda sağlamadığının altını çizer. Amerika ve Avrupa’nın kültür olarak ileri gittiği, diğerlerinin ise geri kaldığı ön kabulünün altında güç kaynaklı bir dayatmanın yattığını belirtir. Sağlıklı bir diyaloğun dayatmalarla değil eşit şartlarda, karşılıklı saygı, birbirinin değerlerine aynı mesafede olmakla mümkün olabileceğini vurgular. Bir Müslüman’ın tabiatı gereği Batı karşıtı olması gerekmediğine ama Batı kaynaklı yanlış uygulamaların böyle bir sonucu provoke edebilme potansiyeline dikkat çeker.

Tibi’nin dayatmacı ve medenileştirme misyonlu modeli yanında Ramadan’ın yaklaşımı daha uzlaşmacı, karşılıklı mutabakat ve aktif katılım anlayışına daha yatkın bir modeldir.

Tariq Ramadan Euro-Islam terimi yerine Avrupalı İslam anlamına gelen Europäischer İslam kavramını tercih eder ve bu anlayışın başarılı olabilmesi için şu beş şartı sıralar:

Tibi’nin aksine, kişinin bir taraftan kendini İslam ümmetinin bir üyesi olarak görürken diğer taraftan birlikte yaşadığı topluma aidiyet hissi duyması imkân dahilindedir.
Tibi’nin aksine, kişinin bir taraftan kendini İslam ümmetinin bir üyesi olarak görürken diğer taraftan birlikte yaşadığı topluma aidiyet hissi duyması imkân dahilindedir.

1.Darü’ş-Şehade: O, Tibi’nin işaret ettiği darü’l-İslam ve darü’l-harp kavramları yerine, Kelime-i Şehadet’in özgürce ilan edilebildiği ve yaşanabildiği yer anlamında daru’ş-şehade kavramını kullanır. Tariq Ramadan bu isimlendirmeyle Müslümanlara Avrupa’yı artık geleneksel kalıp ve kavramlarla okumanın doğru olmadığı mesajını verirken onun İslam hakkında oluşturulan olumsuz algıyı değiştirmek istediği de anlaşılmaktadır.

2.J. J. Rousseau modeline uygun bir toplumsal sözleşmeye bağlılık: Ramadan’ın Avrupalı İslam modelinde kişinin bulunduğu topluma tam entegre olmasında teolojik açıdan bir engel yoktur. Tibi’nin aksine, kişinin bir taraftan kendini İslam ümmetinin bir üyesi olarak görürken diğer taraftan birlikte yaşadığı topluma aidiyet hissi duyması imkân dahilindedir. Tibi’nin iddia ettiği gibi, ümmet olma bilinci iyi bir vatandaş olma imkânından mahrum etmez. Ramadan Avrupa değerleri ile ilgili asıl çıkmazın çifte standart meselesi olduğunu savunur. Bayraklaştırılan insan hakları, demokrasi ve din hürriyeti gibi değerlerin uygulamada teoriye uygun olmamasının bu değerlere karşı bir hoşnutsuzluğa sebebiyet verdiğini söyler.

3.Kanun koyucunun, Müslümanların dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri hukuki bir vasatı oluşturması: Bu mesaj Avrupa devlet ve siyasetçilerine bir çağrı gibidir. Ama, bunun nasıl gerçekleşeceği büyük ölçüde meçhuldür.

4.Müslümanların yaşadıkları ülkede dinî kimlikleriyle toplumsal alanın tamamına aktif olarak katılması: Bu izah Müslümanlara ne yapmaları gerektiği hususunda önemli bir tavsiye olmakla beraber gerçekleşebilmesi çoğunluğu oluşturan toplumun müsaadesine bağlıdır. Müslüman camianın çok ciddi, kompleks, yapısal ve ahlaki çıkmazları olduğunu, bunların sadece Kur’an ve sünnete referansla çözülemeyeceğini söyler. Realiteyi doğru okumanın bu problemlerin çözümü için şart olduğunu vurgular. Müslüman toplumların, Fas’tan Endonezya’ya kadar, boğuşmak zorunda kaldıkları çok yönlü problemlerin nereden kaynaklandığına dair soğukkanlı ve gerçekçi analizler yapılmadan sıkıntıların atlatılma imkânının olmadığına işaret eder. Kendi eksiklik ve çıkmazlarımızı tespit etmenin doğru yolda atılacak ilk adım olması gerektiğini söyler.

Cambridge Central Mosque.
Cambridge Central Mosque.

5.Müslümanların dinleriyle alakalı konularda kanunlar çerçevesinde serbestçe karar alabilmeleri: Beşinci madde üçüncüsünde olduğu gibi belli hukuki şartların oluşmasına bağlı olarak gerçekleşebilecek bir durumdur. Bu ise Avrupa’daki siyasi gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda elde edilmesi kolay bir hak gibi görünmemektedir. Batı medyasının İslam’ı bir tehlike olarak algılanmasına her gün katkı sağlayacak haber ve manşetlerle güne başlamasının Müslümanların işini biraz daha zorlaştırdığı aşikârdır. Ramadan’ın Batı’da yaşayan Müslümanlara tavsiyesi: Dini başlı başına bir tehlike olarak gören liberal din karşıtı akıma karşı Hristiyan ya da diğer din mensubu aklıselim sahibi teolog ve düşünürlerle birlikte hareket edilmelidir. Bu kimselerle diyalog hâlinde adalet gibi ortak değerler üzerinden dini, dindarlığı dışlamayan, fizik alanına tanıdığı hak kadar metafizik alana da yer açan, hayatı maddi ve manevi bütün gerçekliğiyle anlama gayretinde olan yeni bir bilincin oluşmasına katkı sağlanmalıdır.

Bazı araştırmacılar, Ramadan’ın Avrupalı İslam modelini Tibi’nin Euro-Islam modeline tercih etmekle birlikte, ikisinin de toplum mühendisliğine benzer, ayakları yere tam olarak basmayan bir proje olmaktan kurtulamadığını söylerler.

Ramadan, fikirlerinin gelişmiş en son safhasını ifade eden Radikal Reform isimli kitabında İslam’ın dışarıdan değil de iç dinamikleriyle kendini yenileme ve reforme etme imkânının bulunduğunu, bunun artık Müslüman düşünürler için cesaretle sonuna kadar gidilmesi gereken kaçınılmaz bir süreç olduğunu haber verir. Bu kitabında daha önceki eserlerinde ele aldığı Fıkıh, özellikle de Usul-i Fıkıh ilimlerinin sunduğu ihya, ıslah ve tecdid anlamına gelebilecek tüm imkânlar üzerine yeni bir atılım yapmayı hedeflediğini ifade eder. Aslında İslam’da var olan tecdid geleneğinin reform anlamı taşıdığını ama Müslümanların reform kelimesinin çağrıştırdığı olumsuz anlamlar sebebiyle bu kavramı kullanmaktan çekindiğini ifade ederek bu tereddütlere işaret eder. Ramadan’ın reformla ilgili dile getirilen sakıncalar hakkında tespitleri kısaca şunlardır:

1. İslam’ın zamanın gerektirdiği şartlara uyarlanmak suretiyle değişime uğratılması endişesi. İnançlı gönüllerin böyle bir durumu kabullenmesi mümkün değildir.

2. Reformun Hristiyanlık geleneğinden devşirme yabancı bir unsur olarak algılanması, Hristiyanlıkta olduğu gibi İslam dininin de gerçek ruh ve kimliğini zamanla kaybedebileceği endişesi.

Ramadan’ın Batı’da yaşayan Müslümanlara tavsiyesi: Dini başlı başına bir tehlike olarak gören liberal din karşıtı akıma karşı Hristiyan ya da diğer din mensubu aklıselim sahibi teolog ve düşünürlerle birlikte hareket edilmelidir.
Ramadan’ın Batı’da yaşayan Müslümanlara tavsiyesi: Dini başlı başına bir tehlike olarak gören liberal din karşıtı akıma karşı Hristiyan ya da diğer din mensubu aklıselim sahibi teolog ve düşünürlerle birlikte hareket edilmelidir.

3. İslam’ın zamanlar üstü evrensel bir öğreti olması. Bu dinin prensiplerinin tüm zaman ve mekânlarda geçerli olması hasebiyle İslam’ın reforma ihtiyacı yoktur.

Ramadan, gerek To Be a European Muslim adlı eserinde gerekse Western Muslim and the Future of Islam adlı kitabında klasik usul-i fıkıh ilminin imkânları dâhilinde, Müslümanların karşı karşıya kaldığı güncel problemlere nasıl çözüm üretilebileceği sorusunu hem teorik hem de metodik açıdan ele alarak muhtemel çıkış yolları hakkında elle tutulur bir bakış açısı sunmaya çalıştığını ifade eder. Seküler toplumlarda yani modern Batı’da yaşayan Müslümanların, dinin artık referans kabul edilmediği zor şartlara rağmen nasıl İslami çözümler üretebileceği hakkında yol gösterme gayretinin, kendisini bu kitapları yazmaya yönlendirdiğini anlatır. Bu bağlamdaki eserlerinin üçüncüsü olan Islam, the West, and the Challanges of Modernity adlı kitabıyla bu bağlamda elde edilebileceklerin son sınırına ulaştığını ve Radical Reform adlı kitabıyla bu üç eserinde ulaştığı sınırın ötesine geçme iradesini göstermek istediğini bildirir.

  • *NOT: (Bu yazı Prof. Dr. Merdan Güneş’in Kilitbahir Dergisi’nin 2021 Eylül ayında yayımlanan 19. sayısında (s. 8-47) yer alan aynı adlı makalesinden tasarruf ile hazırlanmıştır.)