Ev içi emeğin dönüşümü kuşaklar arası kadın deneyimlerini yeniden şekillendiriyor

Otuzun üzerindeki ev dışında çalışan bekar kadınlar, kendilerine göre bir ev işi planı uyguluyorlar. Müstakbel eşlerini de kendi düzenlerine katılacak biri olarak hayal ediyorlar.
Otuzun üzerindeki ev dışında çalışan bekar kadınlar, kendilerine göre bir ev işi planı uyguluyorlar. Müstakbel eşlerini de kendi düzenlerine katılacak biri olarak hayal ediyorlar.

Çocukluğumu geçirdiğim kasabada kadınlar günlerinin yarısını hatta kışlık erzak tedarikini de katarsak daha da fazlasını ev işiyle geçirirlerdi. ‘’Nankör’’ ev işi hiç bitmez, sürekli tetikte durmaya çağırır, tekrarlar hâlinde sürer giderdi. Ev her gün baştan aşağı silinip süpürülür, tahta balkonlar fırçayla yıkanırdı. Perdeler, nakışlı beyaz örtüler bembeyaz, camlar lekesiz olmalıydı. Yorganlar yastıklar her bahar açılır, yünleri güneşe serilip didiklenirdi. Erkenden ekmek yapmak için fırının yolu tutulurdu. Hemen hemen bütün evlerde iş düzeni böyleydi. Genç kızların ev işlerindeki becerisinin, iyi bir evlilik yapma ihtimaline güç kazandırdığı düşünülürdü.

Fotoğraf: Nina Leen
Fotoğraf: Nina Leen

Çamaşır suyu, arap sabunu, lavanta, çivit kokardı odalar ve eşyalar. Aynı titizlik sofralara da yansırdı.

Onca yorgunluğa ve çeşitli hastalıklara yol açtığı hâlde, ev işine verilen bu büyük emeğin yeterince takdir edilmediğini gözlemlerdim. Çoğu kadın için de ev içindeki emeği, erkeğin eve gelir sağlayan emeği yanında anmaya değmezdi. Ev işi yapılamadığında ortaya çıkan sefalet bu açıdan düşünülmez, evin kadını pasaklı ve beceriksiz olarak suçlanırdı.

Erkekler mutfağa girmeyi, bulaşık yıkamayı, ‘‘kadın işi’’ diye hafife alarak yetişiyorlardı zaten. Ev işlerine yardımcı olan, kılıbık diye çağrılmakla kalmaz, ‘‘kadın gibi’’ şeklindeki ‘‘hakarete’’ maruz kalabilirdi. Çoğu erkek, çoraplarını yıkamayı, tavaya iki yumurta kırmayı öğrenmeden yaşlanıyordu, hâlâ da büyük ölçüde böyledir bu. Gelgelelim yaşlı kadınlar dul kaldıklarında hayatlarını fazla sarsılmadan sürdürür, erkekler ise bocalar, bir an önce evlenme çabasına düşerlerdi.

Kadın saçını süpürge de etse, bir boşanma durumunda ortada kalması işten değildi. Evde yapılan işin manevi anlamının bir karşılık beklentisiyle lekelenmemesi gerektiğini savunanlar olurdu. Erkeğin kazancının kadının ev içi emeğine de yaslandığı gerçeği, uzun tartışmaların ardından 2000’li yıllarda hukuken kabul gördü. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe giren katılma rejimiyle, boşanmış eşler mal paylaşımına tabi tutuldular.

Kırsalda veya kentlerde, bolca ev işi yapılan evlerin daha önce üretim merkezleri olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği
Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği

Salça, tarhana, reçel, konserve, dikiş nakış, halı kilim… 90’ların başında yayımlanan Modernizmin Evsizliği Ailenin Gerekliliği kitabında, kent merkezli çekirdek ailenin daracık mekânının geniş aileye ait has üretici boyuttan yoksunlaştığının altını çizmiştim. Avlu, bağ bahçe, tarla, kümes ve ahır işlerinden uzaklaşan ev işi artık çocuk bakımıyla birlikte sadece temizlik ve yemekti.

Ev dışında çalışmayan kadınlar yorgunluktan yakınsalar, rahatın battığı yönünde bir yargı çıkabilirdi karşılarına. Eşlerinden ev işleri ve çocuk bakımını konusunda destek talepleri abes kaçardı, koca güne neler neler sığdırmazdı ki insan. Oysa, çocuklar habire dağıttığı için bitmek bilmeyen ev işleriyle daracık mekânlar ferahlamaz, cinnet üreten hücrelere dönüşürdü. Ekran gün boyu açık, beş çayı keyfi de eksik olmayabilirdi. Yine de ‘‘hayat başka yerde’’ymiş gibi görünürdü, birbirini tekrarlayan işlerin zaviyesinden.

  • Hemcinsleri meslek edinirken evde çalışan kadınlar neyi kaçırıyorlardı, ne yapıp da daha anlamlı bir hayat sürdürebilirlerdi… Yorgun benlikleriyle takdir edilmedikleri hissine kapılmaları işten değildi.
Bir çocuk dünyaya getirmek, tarihin belki hiçbir döneminde olmadığı kadar ince hesaplara dayanan bir olaya dönüşmekte ne de olsa...
Bir çocuk dünyaya getirmek, tarihin belki hiçbir döneminde olmadığı kadar ince hesaplara dayanan bir olaya dönüşmekte ne de olsa...
Önal Mengüşoğlu’nun Öptüm Kara Gözlerinden isimli kitabı.
Önal Mengüşoğlu’nun Öptüm Kara Gözlerinden isimli kitabı.

Geçim sıkıntısı çeken ailelerin kadınları böylelikle daracık evlerini fason üretime açtılar. Kimisi yakın mahallelerdeki tekstil atölyelerine yöneldi.

İslami kesimlerde yüzyılın sonlarına kadar erkeğin eviyle ilişkisindeki yabancılık üzerine ilginç ayrıntılar içerir, Metin Önal Mengüşoğlu’nun Öptüm Kara Gözlerinden isimli kitabı. Küçük evlerin salonlarında erkekler davaya dair meseleleri müzakere ederken kadınlar serviste gecikme olmasın diye mutfağa kapanırlardı. İdeolojik söylemlerde ev işi, gereksiz eşya kalabalığı ve zamanın kıymeti bilmemeye yol açan hedefsizlik gibi sebeplerle yer yer hor görülürdü. Müminler Hz. Fatıma’nın çeyiz listesi üzerinden sade hayata davet edilirlerdi ki tebliğ ve ekmek parası kazanmaya birlikte zaman bulabilsinler.

Bununla birlikte ortalama kent evi borçla harçla da olsa, başka türlüsünün arayışı pahalıya mal olacağı için de ister istemez birbirine benzer şekilde döşenirdi. Şatafatlı mobilyalar küçük odaları nasıl kasvete boğmayabilir? 80’lerde kimi İslamcı aydınlar, tüketim ekonomisini sorgularken yanı sıra beyaz eşyaların kullanımının yaygınlaşmasını da eleştirdiler. 1989’du sanırım, Kitap dergisinde bu eleştirilerin eleştirisini yapmıştım. En çok eleştirilen araçlardan biri çamaşır makinesiydi. Öyle ki kadınların, eski usul çamaşır yıkamaz oldukları için oluşan boş vakti televizyona veya başka gereksiz işlere ayıracağı bile öne sürülmüştü bu tartışmalarda. Vakitleri boşalınca can sıkıntısına düşecek kadınlar dışarıya yönelir, yeni yeni merakların peşinden giderlerdi.

Şüphesiz mekanikleşmenin eleştirilecek çok yanı var, her türlü israf gibi makine israfı da hem insanın yüreğini köreltiyor hem de tabiatı tahrip ediyor. Gelgelelim bu eleştiriler sadece kadınların evdeki zamanını çoğaltan eşyalara dönüktü. Bizim kuşağımızın erkeklerinin çoğunluğu, geleneğin kendilerine verdikleri hakları canla başla savunurken, aynı geleneğin kadınlara tanıdığı hakları, annelerinin hatta ninelerinin fedakârlıklarını örnek vererek paranteze almaya meyilliydiler. Ne şehirler eski şehirlerdi oysa ne de evler eski evlerdi.

  • Modern dünyada pek çok şey değişirken, mümin erkekler de değişirken mümin kadınların her zamanki gibi kalması gerektiğine dair yargılar, zihni ve fiziki konforları sürdürme arzusunu yansıtırdı.
Grafiker bir genç hanım, yalnız başına yaşadığı evi ayda bir kez süpürdüğünü söylemişti. Bunun istisnası misafir beklediği günlerdi. O zaman da aşırı strese kapılıyordu.
Grafiker bir genç hanım, yalnız başına yaşadığı evi ayda bir kez süpürdüğünü söylemişti. Bunun istisnası misafir beklediği günlerdi. O zaman da aşırı strese kapılıyordu.

Evi için saçını süpürge eden kadınların da kıymeti bilinmezdi ki her zaman. Daha 2000’lerde bir yazarımız, evle cami arasında yaşayan kadınların bakımsızlığını gündeme getirmiş, onların uzun ve bol pardösüler içinde badi badi yürüyüşlerinden söz etmişti. Bu yazıyı unutmuyorum; çünkü, aynı günlerde iyi tanıdığım 40 yaşında, yatalak kayınvalidesine bakan, yine de sofradan mantıyı böreği eksik etmeyen Erzurumlu bir kadının baştan ayağa tam 12 hastalıktan tedavi gördüğünü öğrenmiştim. İnsan emeğinin kıymeti bilinmediğinde değil yalnızca, evlendiği kişinin hayat arkadaşı olamayacağını fark ettiğinde de işte böyle çöküşe geçer. Bu yorgun kadınlar şimdilerde sosyal medyada ‘‘gün teyzesi’’ diye hafife alınıyor.

  • 80 kuşağı kadınlarının ev işi konusunda en çok sıkışan kuşak olduğu söylenebilir. Hem eylemci hem öğrenci hem de ev kadınıydılar. Kamusal faaliyetlerine gölge düşürmemek için evdeki sorumluluklarını kusursuz bir şekilde yapmaya gayret ediyorlardı.
Yemek programları, erkekleri mutfağa girmekten uzak tutan yargıların çözülmesine yardım ediyor. Genç erkekler ev temizliği usulleriyle sosyal medyada fenomen oluyorlar.
Yemek programları, erkekleri mutfağa girmekten uzak tutan yargıların çözülmesine yardım ediyor. Genç erkekler ev temizliği usulleriyle sosyal medyada fenomen oluyorlar.

Özel bir durum olmadığı takdirde ev işlerini muhtaç birine yaptırmayı kendilerine yediremiyor, yanı sıra anne babalarıyla da ilgileniyorlardı. Mısır’da Zeynep Gazali’yi ziyaret eden arkadaşlarım, Gazali’nin evde daimî bir hizmetçi bulundurduğunu fark ettiklerinde içine düştükleri şaşkınlığı anlatmışlardı. Çeşitli mahfillerde Hz. Peygamberin (sav) söküğünü kendi elleriyle dikişinden saygıyla söz edilse de eşler henüz ev işi paylaşımına hazır değildi. İranlı, Azeri Türkü eşimin balkonda çamaşır astığını, pencere sildiğini fark edenler hayrete düşerlerdi, oysa eşime göre, başka işlerin de yanı sıra özellikle evin dışına yansıyan bu işlerden zaten erkekler sorumlu olmalıydı.

90’lar, üstleri dantel örtülü gırgırlar ve el işi paspaslar henüz kullanımdayken, sağlam da olsa hantal mobilyalardan kurtulma dönemiydi. İstanbul’da dolaşırken kapı önlerinde bazen pek de eski olmayan mobilyaların yığılı olduğunu görürdüm. 2000’lere kadar ailece lokantaya gitmek, ‘‘orta’’ denilebilecek sınıfın nadiren yeğlediği bir ayrıcalıktı. Esasında eve ait çamaşır, ütü, halı yıkama gibi işlerin büyük kısmının sektörleşmesinin tarihi de elli yılı bulmaz.

2000’lerdeki yalancı bolluk döneminde toplumumuz dışarıda yemek yeme alışkanlığı edinmeye başladı. Eşinden ayrılan bir arkadaşım yemek mekânlarına sarma ve mantı yaparak evini geçindirip kızlarını da okuttu. Son yıllarda orta öğrenim görmüş pek çok genç kadın için ev işçiliği, pratik bir kazanç yoluna dönüştü. Bu yolun o kadar kolay açıldığı söylenemez. “Başımızı yere eğdirdin, bizi herkese karşı utandırdın.” diye üzerine gitmişti ailesi 45 yaşındaki Fatma’nın, kocası tarafından başka bir kadın için terk edilip de çalışmak zorunda kaldığında. Fatma daha sonra bir temizlik şirketi kurduğunda işsiz aile fertlerine sahip çıktı. Aç çocuklarını doyurmak için çalışırken onu suçlayan ailesi, bir işveren olduğunda görüş açısını değiştirdi. Tecrübe öğretir, işlemek kalbi de zihni de aydınlatır. 1

Piyasa tarafından kıymete binen ev işi emeği başka bir pırıltı kazanıyor. Kadınlar harıl harıl mantı, börek ve sarma yapıyorlar yemek mekânları için. Çamlıca tepesindeki mekânlarda geleneksel bir usulle oturmuş ayaklı yuvarlak tahtada katmer açan kadınlar görmeye başlıyorsunuz.

  • Zygmunt Baumann’ın deyişiyle, ‘‘mahremiyet kamusal alana savruldu, belki bir fetih arzusuyla’’ ancak, modern kamusal alan da mahremiyeti emdi. Fethin yönü tersine döndü, fetheden kamusal alan oldu.

Gerçi olgunun özü her şeye rağmen kendini korumaktadır. Eski dengeler ve sınırlar başkalaştı veya tahrif oldu, yeniler de henüz yeteri kadar muhkem değil. Ne yerleşik muaşeretin hükmü var ne de yeni bir muaşeretin icapları üzerine düşünme hevesi. Bir geçiş dönemindeyiz, sanırım bu anlamda, öyle ki daha şimdiden tek tek insanlar ve özellikle aileler, değer ve ölçülerini korumanın yeni yollarının arayışı içinde.

  • Televizyon ve sosyal medya, tüketim alışkanlıkları gibi zevkleri de birbirine yakınlaştırıyor. Gırgırlar hâlâ işe yarıyorsa da göz önünde değiller. Temizlik robotu kullananlar evde çok eşya varsa bir süre sonra eski usul süpürmeye dönüyorlar. Zamandan tasarruf niyetiyle türlü makineler doluyor mutfaklara.

Hayatın akışı, günü değerlendirme biçimi de buna göre biçimleniyor veya tersine, hayatın akışına bağlı olarak ev işi ya hafta sonuna sıkıştırılıyor ya da, annelerden biri yardıma çağrılıyor.

Dışarıda çalışan çocuklu kadın vakit darlığı ve yorgunluk yüzünden eşinin sadece çocuk bakımı konusunda değil yemekten temizliğe bütün işleri kendisiyle paylaşmasını bekler. Genç karı koca, çocuk veya çocukları sabahları ninelere bıraktığı gibi, akşam almaya gittiklerinde yemeğe alıkonulurlar. Gece eve dönerken de ellerine yemek kapları sıkıştırılır. Esasında çalışan genç annelerin evler arasında gidip gelirken metropolde geniş aileyi ayakta tutan bir sistem oluşturdukları söylenebilir. Bu sisteme bazen bir Özbek yardımcı, bazen bir Türkmen bakıcı dahil olur.

Otuzun üzerindeki ev dışında çalışan bekar kadınlar, kendilerine göre bir ev işi planı uyguluyorlar. Müstakbel eşlerini de kendi düzenlerine katılacak biri olarak hayal ediyorlar. İş, olabildiği kadar yapılıyor. Yemek, sıkışınca dışarıdan ısmarlanıyor. Buluşmalar için dış mekânlar ne güne duruyor? Ev sofralarına özenilmiyor değil, ancak, vakit bulunduğunda. Bütün bunlar küreselleşmenin hareketli dönemine has yalancı bolluk döneminin geride bıraktığı alışkanlıklar. Daha hesaplı kitaplı yaşamaya mecbur kalma nedeniyle değil sadece, ekonomik krizi takiben dış mekânların oluşturduğu güven kaybı yüzünden de, insanlar, ‘‘azıcık aşım kaygısız başım’’ noktasına geliyorlar.

Yemek programları, erkekleri mutfağa girmekten uzak tutan yargıların çözülmesine yardım ediyor. Genç erkekler ev temizliği usulleriyle sosyal medyada fenomen oluyorlar. Genç kuşak yemeği değilse de ev temizliğini şart aramaksızın yapmak istiyor. Grafiker bir genç hanım, yalnız başına yaşadığı evi ayda bir kez süpürdüğünü söylemişti. Bunun istisnası misafir beklediği günlerdi. O zaman da aşırı strese kapılıyordu.

Bu tür bir düzeni çocuk değiştiriyor. İster istemez büyükanneler ve büyükbabalar giriyor devreye. Anne baba evinin binlerce yıllık tecrübeye yaslanan kurallarının bir kısmını sineye genç çift ister istemez sineye çekiyor. Bir çocuk dünyaya getirmek, tarihin belki hiçbir döneminde olmadığı kadar ince hesaplara dayanan bir olaya dönüşmekte ne de olsa.

1. Büşra Cebeci, “Bırakın Çalışmayı Okuma Yazma Öğrenmeye Hakkım Yoktu Benim. Bugünse Bir Şirketim Var”, Medyascope, 9 Mart 2019.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.