“Ev okulu sadece bilginin aktarıldığı mekân değil, hâl ile eğitim demek”

​“Ev okulu sadece bilginin aktarıldığı mekân değil,  hâl ile eğitim demek”
​“Ev okulu sadece bilginin aktarıldığı mekân değil, hâl ile eğitim demek”

Gençlere ve çocuklara yönelik din eğitimi tüm ebeveynlerin zihnini kurcalayan bir mesele. Bu konuya kafa yoranlar bir süre sonra kendisini çaresizlik içinde ve yalnız buluyor. Neyse ki, araştırmalarımız sonucunda YEKDER’e ulaştık ve dinî eğitim konusunda sistematik çalışmalarının nasıl ilerlediğine vâkıf olduk. Dernek başkanı Sedat Özgür ile yaptığımız söyleşiye sizleri de davet ediyoruz.

YEKDER’in ihtiyacını doğuran temel mevzu neydi, nasıl bir dinamikle yola çıktı, önce buradan başlayalım.

YEKDER (Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği), isminde de olduğu üzere, yaygın eğitim alanında faaliyet gösteriyor. Sivil alanda din eğitimi çalışmaları yürütüyor. Kodlamaları doğru yaparsanız bu alanda çok rahat bir şekilde karşılık buluyorsunuz. Bu husus sizin bir tarafıyla kökleşmenizi, bir tarafıyla yayılmanızı ve geleceğe daha iyi adım atabilmenizi sağlamış oluyor. YEKDER geçmişi, kökü Tevhid Vakfı’na kadar giden bir dernek. Tevhid Vakfı 2003 yılında Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği olarak çalışmalarını sürdürmeye başlıyor.

YEKDER geçmişi, kökü Tevhid Vakfı’na kadar giden bir dernek. Tevhid Vakfı 2003 yılında Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği olarak çalışmalarını sürdürmeye başlıyor.
YEKDER geçmişi, kökü Tevhid Vakfı’na kadar giden bir dernek. Tevhid Vakfı 2003 yılında Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği olarak çalışmalarını sürdürmeye başlıyor.

Kurumun köklerini burasıyla temellendirebiliriz. Buradaki başarıyı samimiyete, özgün eğitim programları üretmiş olmasına, üretmiş olduğu programları başka kurum, kuruluş ve kişilerle paylaşmaktaki açıklığına bağlayabiliriz. Saydığımız hususlar, YEKDER’i biraz daha özgünleştiriyor. Eğitim zaten birinci derecede faaliyet alanını oluşturuyor. Bu anlamda temel alanımız eğitim oluyor.

Eğitimi yalnızca müfredat modelleme olarak mı algılamamız lazım, yoksa spesifikleştiğiniz, hususen üzerinde çalıştığınız bir eğitim tarafı var mı?

YEKDER, çalışmalarını genel olarak din eğitimi alanında, biraz daha özelleştirdiğimizde ise çocuk, genç ve yetişkin olarak üç başlık altında sürdürüyor. Ele aldığımız çocuk eğitimlerine yakından baktığımızda ise ilk olarak akla Ev Okulu çalışması geliyor. Bu çalışma YEKDER’in kuruluşuyla beraber, hatta YEKDER’den önce Tevhid Vakfı’na dayanan bir çalışmadır. 2017 yılına kadar aktif olarak çok sayıda grupla devam ettirilmiştir.

Ev okulu çalışmasını yurt dışında faaliyet gösteren home-schooling (çocukların hiç okula gitmeyip aile tarafından eğitilmesi) olarak değerlendirebilir miyiz?

Bunu yalnızca çalışmanın ismi olarak algılamamız gerekiyor. Ev Okulu isimlendirmesi, bu çalışmanın evlerde organize edilmesi ve çalışmanın evlerde yapılıyor olmasından kaynaklanıyor.

Biz, Ev Okulu öğrencileri dediğimizde hâlihazırda temel eğitimlerini çok rahat bir şekilde okullarına gidip tamamlayan çocuklardan bahsetmiş oluyoruz. Bizim üzerinde durduğumuz alanı, özellikle din eğitiminin evlerde tamamlanması açısından düşünebiliriz.

28 Şubat sürecinin oluşturmuş olduğu baskıcı süreçle beraber İmam Hatip ortaokullarının kapatılması ve sadece lise kademesine öğrenci alınması dinî eğitim açısından epey bir geç kalınmışlık anlamı taşıyordu.

O dönemde Kur’an-ı Kerim ve temel dinî bilgilerin öğretilmesinde ve hafızlığa başlamada belli bir yaşın üzerinde olmanın zorunlu olduğunu, çocuğunuzu yaz Kur’an kursuna göndermek istediğinizde de ancak 5. sınıfın sonrasında bırakmak mecburiyetinde olduğunuzu düşündüğünüzde ne denilmek istendiği daha iyi anlaşılacaktır. Bundan dolayı da Ev Okulu çalışması ilkokul dönemindeki çocuklara yönelik bir çalışma olarak karşımıza çıkacaktır.

28 Şubat sürecinin oluşturmuş olduğu baskıcı süreçle beraber İmam Hatip ortaokullarının kapatılması ve sadece lise kademesine öğrenci alınması dinî eğitim açısından epey bir geç kalınmışlık anlamı taşıyordu.
28 Şubat sürecinin oluşturmuş olduğu baskıcı süreçle beraber İmam Hatip ortaokullarının kapatılması ve sadece lise kademesine öğrenci alınması dinî eğitim açısından epey bir geç kalınmışlık anlamı taşıyordu.

Bir pasif direniş gibi geliyor kulağa, daha doğrusu sivil direniş diyeyim. Bir organizasyona dönüşebilmesi bir başarı aynı zamanda.

Tabii ki. Aslında Ev Okulu o günkü şartlar karşısında gösterilen bir dik duruşun yansıması olmuştur. Bunu “Siz kamusal alanda yaşantımıza ne kadar müdahil olmak isterseniz isteyin evler bizim muhkem kalelerimizdir” şeklinde ifade edebilirim.

Biraz ev okulu çalışmanızı anlatır mısınız?

2001 yılında 10 grup üzerinden model olarak başlayan bu çalışma zamanla 50 grubun üzerine çıkıyor. Bir taraftan YEKDER’de yapılırken diğer taraftan başka derneklere de modellenmeye başlıyor. Bu kadar kısa süre içerisinde bunun karşılık buluyor olabilmesi hakikaten bir fırsatı ortaya çıkarıyor. Aslında bu çalışmayı yapan insanlar açısından baktığınızda alternatif oluşturmak gibi bir düşünce yok. Görevinizi yapmaya çalışıyorsunuz.

Bugün ise ülkemizde, insanların en rahat ulaşabilecekleri, yapabilecekleri bir şeye dönüşmüş durumda Ev Okulu çalışması. Kendi içerisinde dinamizmini de sağlayan birtakım etkenler, unsurlar olunca çalışma bir anda karşılığını buluyor.
Bugün ise ülkemizde, insanların en rahat ulaşabilecekleri, yapabilecekleri bir şeye dönüşmüş durumda Ev Okulu çalışması. Kendi içerisinde dinamizmini de sağlayan birtakım etkenler, unsurlar olunca çalışma bir anda karşılığını buluyor.

Yani siz bir baba olarak, bir anne olarak çocuğunuza en temelde din eğitimi vermekle sorumlusunuz, bunun yollarını aramak mecburiyetindesiniz. Geçmişte, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi tren kompartımanında Kur’an’ı öğretmek gibi bir yol bulmuştu o günün şartlarında.

Bugün ise ülkemizde, insanların en rahat ulaşabilecekleri, yapabilecekleri bir şeye dönüşmüş durumda Ev Okulu çalışması. Kendi içerisinde dinamizmini de sağlayan birtakım etkenler, unsurlar olunca çalışma bir anda karşılığını buluyor.

28 Şubat kamusal alanda dini yaşayamadıkları için insanları evin içine çekti. Bu anlamda ev okulunun başlangıç tarihinin 2001 olması dikkate matuf. Ancak zaman içinde Müslümanlar kamusal alanda yer bulabildiği için “ev hâli” gevşiyor diyebilir miyiz? Gördüğümüz kadarıyla faaliyetlerinizin akışında Ev Okulu her geçen gün daha fazla talep ediliyor. Kendi materyallerini oluşturuyor. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Birkaç yönü var bu işin. Biri, İmam Hatip ortaokullarının sayısının artmasına, ebeveynlerin çocuklarına temel din eğitimi aldırma anlamında önündeki engellerin kalkmış olmasına karşın bu ihtiyaç niye tamamlanmadı, diye sormak gerekiyor.

Ev okuluna baktığımızda bu çalışma, sistematik bir program ve bu program içerisinde her şey çok yerli yerine oturtulmuş. “Ben bir çocuk olsam Ev Okulu çalışmasına katılır mıydım?” diye düşünüyorum. Bu pencereden baktığımda birtakım sorular sormak durumundayım.

Neyi öğreneceğim, kim öğretecek, hangi ortamda öğreneceğim ve bu öğrenme sürecim içerisinde keyif alacak mıyım? Bu sorulara verdiğimiz cevaplara biz felsefesiyle, içeriğiyle, ölçme değerlendirmesiyle ve sonuçlandırmasıyla program diyoruz.

Geri dönüp baktığımızda “Ev Okulu” projesindeki arkadaşlık gruplarının az veya çok devam ettiğini görüyoruz. Hangisine dokunursak dokunalım hepsi de ev okulunu güzellikle yâd etmeye devam ediyor.
Geri dönüp baktığımızda “Ev Okulu” projesindeki arkadaşlık gruplarının az veya çok devam ettiğini görüyoruz. Hangisine dokunursak dokunalım hepsi de ev okulunu güzellikle yâd etmeye devam ediyor.

Diyelim ki bir çocuk ev okulu çalışmasına geldiğinde çevre ediniyor. En çok yakındığımız konulardan biri, ailelerin gittikçe küçüldüğü, iyice çekirdek hâle geldiği, hatta çekirdeklerin de bölündüğü. Böyle bir dönemde bir çocuğa sekiz, on, on iki kişilik bir grupta her hafta birisinin evinde olma imkânı veriyorsunuz.

Bu da çocukların çok keyif aldığı bir şeye dönüşüyor. Her hafta gidip birisinin evinde bulunmak, onun annesinin yapmış olduğu yemeği yemek, onun odasını ve ortamını görmek çocukların çok hoşuna gidiyor.

İkincisi eğitimci meselemiz. Bizim için ev okulu çalışması nitelikli eğitimciyle olan bir program. Eğer çocuklarımız birer altınsa bunu bir çırağın eline verdiğinizde altını zayi edebilirler,

Ben Kadırga Endüstri Meslek Lisesi’nde çalıştım. Bizim lisede kuyumculuk bölümü vardı ve bu bölümde çocuklara pirinç verirlerdi, onlar da pirinç işlerlerdi. Niye? Henüz usta olmadılar ve altın çok kıymetli. Bu anlamda bizim ustamız, eğitimcimiz, rehberimiz hayati derecede önem arz ediyor

. Bu çocuğun eğitimcisinin formasyona sahip olması gerekiyor. Onun dilinden anlaması ve en önemlisi de hâl ile bir eğitim sunuyor olması tesir unsurunu biraz daha artırıyor.

Eğitimci eğitimi normalde az olan bir husus. Millî Eğitim bile bu konuda ihtiyaçları karşılayamıyor. Din kültürü öğretmenliği ya da ilahiyatlarda formasyon alınıyor. Ne eksik ki YEKDER verdiği eğitimci eğitimleriyle bunu kapatabiliyor? Nasıl bir modellemesi var?

Nasreddin Hoca bana daldan düşen doktoru getirin, diyor ya. Öncelikle biz daha spesifik ve özel bir alan çiziyoruz. Buna ilişkin bir programız var ve ona uygun formatta bir eğitimcinin yetişmesini öngörüyoruz. İhtiyacımız bu şekilde. Sunmuş olduğumuz şeylerde teori ve pratiği dengeleyerek götürüyoruz.

Bize eğitime geldiği zaman eğitimle ilgili karşılaşabileceği çok temel sorunların neler olduğu ve buna ilişkin neler üretebileceği sorularına cevaplar buluyor. Bu eğitimlerde uygulamaya, öğretmenlik tecrübesine ilişkin şeyler elde ediyor.

Kendisine verilen ödevler, sorumluluklar, görevler, yapmış olduğu sunumlar bu anlamda doğrudan ihtiyacını karşılıyor. O yüzden eğitim, çok genel başlıklar içerisinde kitaplar arasında kaybolup giden değil de bizzat pratiğin içerisinde ihtiyacın temelde ne olduğu ve bu ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin bilgilerin alındığı bir yere dönüşüyor.
Kendisine verilen ödevler, sorumluluklar, görevler, yapmış olduğu sunumlar bu anlamda doğrudan ihtiyacını karşılıyor. O yüzden eğitim, çok genel başlıklar içerisinde kitaplar arasında kaybolup giden değil de bizzat pratiğin içerisinde ihtiyacın temelde ne olduğu ve bu ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin bilgilerin alındığı bir yere dönüşüyor.

Kendisine verilen ödevler, sorumluluklar, görevler, yapmış olduğu sunumlar bu anlamda doğrudan ihtiyacını karşılıyor. O yüzden eğitim, çok genel başlıklar içerisinde kitaplar arasında kaybolup giden değil de bizzat pratiğin içerisinde ihtiyacın temelde ne olduğu ve bu ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin bilgilerin alındığı bir yere dönüşüyor.

Ayrıca programlarımızı uzun saatlerle ilerleyen bir şekilde yapmıyoruz. Dönemlik, 8-10 haftalık olması ilgiyi de arttırıyor. Çünkü insanların bugün uzun soluklu, takip süreçleri çok zayıf, iki üç yıl bir çalışmaya gelmeleri ne yazık ki karşılık bulmuyor.

Ev okulunun içeriğinden örnekler vererek devam edebilir miyiz?

Bir çocuğun bilmesi gereken temel bilgiler neler olmalı? En temeldeki sorumuz bu ve bu sorunun cevabı olacak dersler karşımıza çıkıyor. Bunlardan bir tanesi Kur’an-ı Kerim’in yüzünden okunması. Onun hayatı boyunca lazım olacak temel asgari düzeyde ezberlerinin sağlanması.

Bunlar içerik olarak önceliğimiz. İkincisi bu öğrencimizin hayatı boyunca kendisine gereksinim duyacağı temel dinî bilgileri öğrenebilmesi. Aslında buna ilmihal bilgileri diyebiliriz. Çünkü bunlar o an için değil ama birkaç yıl sonra, buluğ çağına ulaştığında bilmesi gereken asgari farz-ı ayn bilgileri oluşturuyor.

Bu içeriği de oluşturuyoruz. Bir diğer husus tabii ki siyer, Efendimiz’in (a.s.) hayatına ilişkin bir ders. Ama burada kronolojik anlatımdan ziyade onun hayatına dönük olabilecek temel değerlerin, kavramların günlük hayata aktarılabilecek içerikte bir siyer öğretiminden bahsedebiliriz. Bir başka husus da bugün en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri olan temel ahlak yani adab-ı muaşeret.

Ev okulu çalışmamızın temel derslerini aslında bunlar oluşturuyor. Ahlaktan, siyerden ve ilmihalden bahsetmiş oluyoruz. Zaten eğitimcilerin evlerde yapmış olduğu çalışmalar da bu minval üzere. Bizim eğitimci geliştirme programımızın temel müfredatını da oluşturuyor bunlar.

Bu, gönüllü biri de olabilir mi? İlla ilgili alandan mezun olma şartı aranıyor mu?

Sadece çocuğun dilinden anlayan, onlara rehberlik yapabilecek, öncülük yapabilecek, örnek oluşturabilecek yani hâliyle eğitimi aktarabilecek birisinin olması yeterlidir bizim için. Yoksa resmî anlamda belirli bir beklentimiz yok ama temel düzeyde bilginin, becerinin de gerçekleşmesi gerekiyor.

Bugün ev okulu nasıl ilerliyor?

Şu an biz ev okulu çalışmasını sadece iki grup özelinde yürütüyoruz. Onu da önümüzde bir laboratuvar olarak konumlandırıyoruz. Yani çocukların acaba yaş durumlarında değişiklikler var mı, ihtiyaçlarında yeni eklenebilecek-geliştirilebilecek durumlar olabilir mi, şeklinde.

Geçmiş dönemlerdeki onlu, yirmili, otuzlu, elliye kadar ulaşan grupları şu an dernek bünyesinde 2017 itibarıyla sürdürmüyoruz. Çünkü bir gücümüz, enerjimiz var. Ev okuluyla ilgili bir model ortaya çıkardık ve biz bu modeli hem kendimiz uyguladık, ayrıca talep eden derneklere, kurumlara yardımcı olduk, onlar da uygulamaya hâlen devam ediyorlar.

Biz artık enerjimizi ve gücümüzü başka bir alana kaydıralım diye düşünerek ortaokul ve lisede “Marifet Okulu” çalışmasına başladık. Biraz o alana da girelim, derinleştirelim; kitabını, arşivini oluşturalım, sonrasında gerektiğinde oradan da çekilebiliriz. Yani YEKDER olarak şöyle bir düşüncemiz yok: Bir alana girdiğimizde o alanda kalmak ve sonuna kadar gitmek. Bu anlamda hamdolsun paylaşıma da açığız.

Alana girerken ihtiyacı net olarak görmeyi, ihtiyaca uygun taşınabilir bir program geliştirmeyi önemsiyoruz. Ev okulu çalışmasının en önemli özelliklerinden biri mobilize olmasıdır.

Mobilizeden kastınız nedir?

Rahatlıkla bir yerden bir yere götürebileceğiniz, taşınabilir bir programdır. Ev ortamını oluşturup, on tane öğrenciyi bir araya getirdiğinizde ve velileriyle ilgili uygun bir atmosfer sağladığınızda her yerde uygulayabilirsiniz. Planı programı belli olan ve her hafta birisinin evinde yapılan bir program. Ciddi bir tasarruf da sağlıyor, faydalı kısmı belki bu olabilir.

  • Çokça dillendirilen bir mevzu: Çocuklara dinî eğitimin nasıl verileceğini bilmiyoruz! Eskiden aileler din eğitiminden belki mahrumlardı, bugün bu durum ortadan kalktı, bu sefer de internet diye başka bir sorun var. İnternette bilgi var ama üslup ve aktarıcı problemiyle karşı karşıyayız. YEKDER’e bu kadar muhabbetin olmasının altında yatan şey, sanırım böyle bir farklılığınızın olması.

Son olarak da bilgi ve duygudaki hedefimiz nedir? Bu işin davranışa dönüşebilmesidir. Bir çocuğa siz namazla ilgili birçok bilgi sunabilirsiniz ama namaz kılma sevgisi eğer onun kalbine yerleşmemişse bu bir yerde mutlaka sorun olarak karşımıza çıkmaya devam eder. O zaman anne ve babayla temel ilişki “kıldın-kılmadın” boyutuyla sınırlanır. Bunun aktarılma sürecinde kritik şeyler: Ne kadar eksiğiniz olursa olsun, en kritik şey eğitimcinizin niteliği, yetkinliği, bu işle hâllenmiş olması, bu işi sevmesidir.

  • Çünkü öğretim değil, eğitimden bahsediyoruz. Eğitim satır arasında da geçebilir, farkında olmadığımız örtük birçok şeyde kendini sunabilir. Mesela ben öğretmenlik yapıyorum. Öğrenci, adaleti benim anlattığımdan ziyade yazılı kâğıdına yaptığım puanlamayla değerlendiriyor. Ya da sınıfta söz hakkı verirken adalet ilkesi kendini ortaya çıkarıyor. Bu davranışınızla size bir değer ve bir anlam biçmeye başlıyor öğrenciler.

İkincisi eğitimciyi de güçlendirmemiz gerekiyor. O güçlendirmemiz gereken şey de materyal. Bu, bazen sesli/işitsel bir şey bazen yazılı veya görsel bir şey oluyor, bazen de -özellikle küçük yaş gruplarında- oyunlar oluyor. Ev okulundan mezun olan öğrencilerimizin geri dönüp baktıklarında hatırladıkları şey oyunlar. Mesela bir tanesinin ifadesini okudum, diyor ki: Çok hızlı öğreniyoruz ama oynadığımız için anlamıyoruz. Oyun içerisinde onu aktarmış oluyor. İşte burada da o yöntem ve teknikler devreye girmiş oluyor, kullandığımız materyaller öne çıkıyor. Benim kanaatim de bugün bir çocuğa, bir yetişkine, bir anneye, bir babaya hiç fark etmez, muhatap kitlemiz kim olursa olsun ne vermemiz gerektiği ile ilgili üç aşağı beş yukarı ortak bir kanaate sahip oluruz. Ama bunu nasıl vermemiz gerektiği ile ilgili genel eksikliğimiz var. Camia olarak biraz daha fazla kafa yormamız gerekiyor.

Nasıl anlatmak gerektiği ile ilgili çokça üslup var, hangi birini seçeceğiz bilmiyoruz. Sorun tam da “nasıl”ı sorduğumuz yerde. Eksikliğimiz var, peki “nasıl” vermeliyiz?

YEKDER bu alanla ilgili sistemleşmiş; önce program ve müfredatlar çıkarmış, içerikler belirlemiş, onları yıl içerisinde gözden geçirmiş ve sağlamlaştırmış. Bu anlamda EDAM tarafından yayınlanan ilmihal kitabımız üç seriden oluşuyor. Çünkü bizim çalışmamız üç yıllık-üç kademeli bir çalışmaya dayanıyor. Bazen yaz döneminde biraz yoğunlaştırılmış olmakla beraber iki yılda tamamladığımız da oluyor.

Üç kitaplık siyer ve yine üç kitaptan oluşan ahlak serimiz söz konusu.
Üç kitaplık siyer ve yine üç kitaptan oluşan ahlak serimiz söz konusu.

Üç kitaplık siyer ve yine üç kitaptan oluşan ahlak serimiz söz konusu. Bunları veriyoruz ama bunları vermekle bitmiyor. Bununla beraber bir diğer dersimiz olarak Kur’an-ı Kerim de vardı. O zaman Kuran-ı Kerim öğretilmesiyle ilgi bir model ve yöntem de geliştirmeniz gerekiyor.

Geçmişte yapılan araştırmalarla birlikte ortaya çıkan şey, Ses Temelli Elif-Ba yöntemi oluyor. Yani harfleri bir kerede (toptan) değil, tek tek öğrendikleri, başlangıçtan itibaren harflerin mahreçlerini fark ettikleri ve Kur’an’dan örnekler üzerinden öğrendikleri bir yöntem.

Bu anlamda ses temelli Elif-Ba’yı geliştirmiş oluyorsunuz, eğitimci olarak yetiştirdiğiniz kişiyi bununla donanımlı hâle getiriyorsunuz ve buna ilişkin tabii ki bir yardımcı kitap geliştirmek durumundasınız. Tüm bunlarla beraber her ne kadar eğitimciye belirli eğitimler vermeye çalışsanız da onları yönlendirecek bir kitap çıkarmak durumunda kalıyorsunuz.

Yani sistematik şekilde ilerliyor.

Sistematik olması çalışmanın sahiplenilmesini, yürütülmesini farklı yerlerde uygulanabilirliğini de kolaylaştırıyor.

Aileyi sürecin içine dâhil eden bir çalışmanız oluyor mu?

Ev okulu özelinde aileyi alıp doğrudan kurguladığımız bir çalışmamız yok. Aile özellikle son yıllarda yoğun bir şekilde gündemimize girdi.

Aileyle ilgili çatı kuruluşumuz İLKE’nin öncülüğünde bir araştırma yapıldı ve neticesinde ebeveynlerin çocuklarla evlerinde ne tür faaliyetler yaptıkları, onlara ne tür eğitimler verdikleri tespit edilmiş oldu; böylece kapsamlı bir rapor ortaya çıktı. Buna bağlı olarak da “Ailede Din Eğitimi Programı (ADEP)” diye bir program oluşturuldu.

Anne ve babalar başta olmak üzere yetişkinlerin katılımına açık olan on haftalık bir seminerler dizisi şeklinde birbirini tamamlayan bir çalışma oldu. Bununla ailelerin çocuklarının din eğitimine nitelikli katkı yapmalarının sağlanması hedeflendi. Böylece ebeveynlerin çocuklarının inanç, ibadet ve ahlak gelişimlerine yönelik yapabilecekleri çalışmalar bu seminerlerle verilmeye devam ediyor.

Sorduğumuzda herkes çocuğuna dinî eğitim verdiğini söylüyor. Ama kişinin din eğitiminden anlamış olduğu şey sadece Kur’an-ı Kerim’in yüzünden öğretilmesiyle sınırlı olabiliyor.

Bundan dolayı bir bakış açısının verilmesi, bir farkındalık kazandırılması gerekebiliyor. Onu da şu an hâlihazırda dernek merkezimizde yılda iki defa yaptığımız bu programla şekillendirdik. Şu an İstanbul İl Müftülüğü’yle imzaladığımız protokol çerçevesinde önce İstanbul ve sonrasında Türkiye genelinde yaygınlaştırmaya çalışacağımız bir program diye söyleyebilirim.

Bu program Diyanet’le ortak şekilde mi ilerliyor?

Şu an için Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM bünyesinde pilot uygulamayla başlamış olduk. Ev okulunda olduğu gibi diğer sivil toplum kuruluşlarıyla da bu anlamda temas hâlindeyiz ve çalışmaya açığız. Tabii burada da yine temel nokta eğitimci oluyor. Bu eğitimleri verecek olan eğitimcilerin durumu ne olacak?

Burada öncelikle psikoloji, rehberlik ve din eğitimi alanında yetkinliği olan isimlerin olması gerekiyor ki kendi alanlarıyla ilgili içerikleri güzel bir şekilde aktarabilsinler. Bunun için de ortak bir bakış açısının sağlanması ve bu içeriklerin onlar tarafından güzel bir şekilde hazırlanıp katılımcılara sunulması gerekiyor. Bunun da öncelikle İstanbul’a sonra da Türkiye’ye yayılması gerekiyor.

Çünkü aile her geçen gün kanayan bir yara; aile içi ilişkilerin zayıflaması, boşanma oranlarının gittikçe artması, aile birliğinin dağılması ve bu süreçten zarar gören çocukların sayısının çokluğu aileye yönelik yatırımları güçlendirmemiz gerektiğini gösteriyor.

Biz de bunu din eğitimi adına, kendi adımıza sorguluyoruz. Bu tablodan hareketle karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Erdemler serisi herhangi bir dinî referansa doğrudan gönderme yapmadan ama İslami meseleleri anlatıyor çocuklara: Yalan söylememek, yardımlaşmak gibi başlıklar var. Buna kavramları sekülerleştirdiği ile ilgili eleştiri getirenler oluyor. YEKDER’in kurumsal tavrını bir kenarda tutarak, bu mevzuyu yorumlayabilir misiniz?

Zor bir soru. Bu çerçevede söyleyeceklerim ancak beni bağlayacak şeylerdir. Bir şeyin yapılması önemlidir ama bunun niçin yapıldığı veya neye dayanarak yapıldığı daha önemli. Yani İslam’da ahlaktan bahsediyorsak bunun kaynağının da Kur’an ve sünnet olması gerekiyor. Buradan hareketle bir şey yaptığımızda o amaçla da örtüşmüş oluyor.

Özellikle ahlakla ilgili şeylerde aynı davranışı iki kişi yapabilir ama mesele neye dayanarak ve niçin yapıldığıdır. Bu farkındalığın kazandırılması gerekmektedir. Bu da ahlakın kaynağıyla ilgili çok temel bir tartışmayı beraberinde getirmiş oluyor. Buna bağlı olarak ortaya çıkan anlayışlar da çocuk eserlerinin içeriğini ve görsellerini şekillendiriyor.

Kitaplara göz attığımızda çocuklara bir kural çizgisi çizmek yerine prensipler ve ilkeler öğretimi üzerinde durulduğunu görüyoruz. Bu anlamda zaten çocuk zihninin alacağı şey belki bu.

Kesinlikle öyle. Mesela bir velimizin ifadesi: “Ev okulu programı çocuklara hayatta disiplini öğretiyor. Okul kaygısı, not kaygısı yok ama oraya devam etmek zorundasınız. Bu aslında çocuğu bir anlamda motive etmiş oluyor yani yapmam gereken şeyi karşılığı olmasa da söz verdiysem yapmak zorundayım, hissini aşılıyor.

Eğer onun eğitimcisi zamanında derse gelip dersten çıkmışsa, eve gittiğinde evdeki temizliği ve düzeni görmüşse veya bir misafire nasıl davranması gerektiği öğretilmişse onu almış oluyor çocuk da.
Eğer onun eğitimcisi zamanında derse gelip dersten çıkmışsa, eve gittiğinde evdeki temizliği ve düzeni görmüşse veya bir misafire nasıl davranması gerektiği öğretilmişse onu almış oluyor çocuk da.

Özellikle bu bilinci kazandırdığını düşünüyorum.” Siz kendi inancınızın size emrettiği şekliyle doğru ortamlarda, doğru rehberlerin öncülüğünde ve yine bir Müslüman’a yakışır bir sistematik içerisinde, plan program içerisinde ve belirli taahhüt içerisinde -aslında biz taahhüt veriyoruz, veliye taahhütte bulunuyoruz, veli bize bir taahhütte bulunmuş oluyor- karşılıklı bir sözleşme içerisinde çalışıyoruz.

Çünkü diyoruz ki biz bir yıl boyunca sizin evinizi şu kadar ziyaret etmiş olacağız, şu kadar geleceğiz. Bizi bu çerçevede kabul ediyor musunuz? Bu çalışmaya şu öğrenciler de gelecek.

Aslında buraya baktığımızda müfredatın içeriği bir Müslüman’ın taşıması gereken temel kriterleri ve değerleri oluşturuyor. Şimdi siz çalışmanın öncesinde bu temel kriterleri koyup buna uygun bir yol oluşturursanız yani iskeleti bu şekle göre kurmuş olursanız zaten çocuk o iskeletin içerisinde alması gerekenleri alıyor.

Eğer onun eğitimcisi zamanında derse gelip dersten çıkmışsa, eve gittiğinde evdeki temizliği ve düzeni görmüşse veya bir misafire nasıl davranması gerektiği öğretilmişse onu almış oluyor çocuk da.

Misafir geldiğinde onu karşılamak, buyur etmek o hafta kimin misafiriyseler o çocuğun görevi aynı zamanda. Aslında bu hayata ilişkin çok temel değerleri misafirperverliği, ilgilenmeyi, cömert olmayı, ikram etmeyi, paylaşmayı, yarışmayı öğrendiği bir şeye dönüşüyor.

Özgün temel değerlerinizden hareketle yaptığınız bir ortam hiç fark etmediğiniz birçok şeyi de beraberinde getiriyor.

Ev okulu sadece bilginin aktarıldığı mekân değil, hâl ile eğitim demek. Günümüz çocuğu bireyselleşip yalnızlaşırken ev okulu grubu, ona o anki ve sonraki hayatında birlikte bir şeyler yapabileceği, paylaşabileceği çok temel duyguları kazandırıyor. Geri dönüp baktığımızda arkadaşlık gruplarının az veya çok devam ettiğini görüyoruz.

Hangisine dokunursak dokunalım hepsi de ev okulunu güzellikle yâd etmeye devam ediyor. Aslında ev okuluyla evlere girdiğinizde anne ve babanın gündemine bir şey sokmuş oluyorsunuz. Bu anlamda aileye de temel sorumluluğunu hatırlatma anlamında bir görevi icra etmiş oluyor ve onlara da bir sorumluluk olduğunu hatırlatıyor. Bu da evlere her anlamda bereket getiriyor.

YEKDER her ne kadar din eğitimi meselesinden başlıyor olsa da asıl kapattığı alan sanki ailenin rolünde, ne dersiniz?

Eğitimcilerin çıkış noktası öyledir. Eğitimin başladığı yer aile olunca ister istemez bütün yollar, bütün çıkışlar burayı işaret ediyor. Nihayetinde biz kurumlara bu işi bıraksak da bırakmasak da, kurumlar yapsa da yapmasa da anne ve baba olarak sorumluluklarımız bitmeyecek, devam edecek.