Evin kadınlarına iade-i itibar

Toplumun bir kesimini oluşturan kadınları ev kadınları ve çalışan kadınlar şeklinde karşıt gruplar halinde tasnif etmek, sonra da aralarında hiyerarşi oluşturmak belli bir kurgunun sonucu.
Toplumun bir kesimini oluşturan kadınları ev kadınları ve çalışan kadınlar şeklinde karşıt gruplar halinde tasnif etmek, sonra da aralarında hiyerarşi oluşturmak belli bir kurgunun sonucu.

Ev kadını... Bugün, kadınları elbiseye yapışan bir sakız kadar rahatsız eden, hele farklı kademelerde tahsil görmüşse mutlaka silkinilmesi gereken bir sıfat ev kadını diye anılmak. Kadının börek açıp mantı yapması, evde olunca değersiz ev işi, gelir vergisi ödenen bir dükkanın açık olduğu saatlerde yapılınca üretken ve değerli bir çalışma. Peki öyle mi! Bu kavramın dilimize girişine ve devalüasyonuna Batı Avrupa ve ülkemizde yakın tarihe bir göz gezdirerek bakarsak karar verebiliriz belki.

Şöyle sözlüklere bir göz gezdirdiğimizde ne Oğuz Türkçesi’nde ne Anadolu Türkçesi’nde ne de Osmanlı Türkçesi’nde rastlıyoruz “evkadını”na. Kadın, hatun, banu, hanım, avrat, eksiklü, eksik etek, urağut, ağaçe, kız, bacı, hemşire, bibi, tayaza-teyze, kadıncık ve dahası ile birlikte kelime dağarcığımızda yer almamış ev kadını. Dişi cinsin nikahla birlikte oluşan sosyal konumunu belirten karı, eş, refika, zevce, erlü, haklu, ev bekçisi, evdeş, evci kelimelerini kullanmışız Türkçe’de. “Ev kadını” aslı İngilizce “housewife” olan kelimenin karşılığı olarak dilimize ithal edilmiş. “Housewife” kelimesi de 13. yüzyıl İngilizcesindeki “husewif” kelimesinden gelmiş ve genellikle evli, bir aile veya evden sorumlu kadın anlamına geliyor. Bu kelimenin modifiye olmuş hali olan “hussy” de aslında evin hanımı anlamını taşıyormuş eskiden. Yani ister İngilizce isterse Türkçeden söz edelim, evin beyi/erkeği olduğu gibi evin hanımı/kadını da mevcut. Mesele kelimeye yüklenen manada!

Şöyle sözlüklere bir göz gezdirdiğimizde ne Oğuz Türkçesi’nde ne Anadolu Türkçesi’nde ne de Osmanlı Türkçesi’nde rastlıyoruz “evkadını”na.
Şöyle sözlüklere bir göz gezdirdiğimizde ne Oğuz Türkçesi’nde ne Anadolu Türkçesi’nde ne de Osmanlı Türkçesi’nde rastlıyoruz “evkadını”na.

Toplumun bir kesimini oluşturan kadınları ev kadınları ve çalışan kadınlar şeklinde karşıt gruplar halinde tasnif etmek, sonra da aralarında hiyerarşi oluşturmak belli bir kurgunun sonucu. Kadınlara ne zamandan beridir bugün anlaşıldığı şekliyle “ev kadını” deniyor!?

Yüzyıllar boyunca ev işleri ve çocuk bakımı, esasen kadınlar tarafından yürütülmüş olsa da, ev ile çalışma mekanı arasında bir ayrışma olmadığı için ‘ev kadını’ kavramı da henüz gelişmemişti. Ta ki, fabrikalar açılana kadar…

Ev ile işin boşanması

Batı toplumlarında, kapitalist üretim düzeninin yaygınlaşmasıyla fabrikalar “üretim”in mekanı olarak kutsandı. Toplumsal statü elde etmenin kilit noktasını da çalışma ve istihdam oluşturdu. Böylece herhangi bir işi mekan, zaman ve işverenle ilişkili olarak icra etmek ve karşılığında bir ödeme almak, o işin ve icra edenin sıfatını da konumunu da farklılaştırdı. Kapitalizm ölçülebilir ve işverenle bağımlılık ilişkisi içindeki işi “üretken” olarak tayin ederken, Marxist yaklaşım mal ve hizmetin kendi için üretilmesiyle piyasa için üretilmesi arasına çizgi bir çizgi çekti ve evdeki işleri üretim dışı saydı. Yani, ne çocuklar için börek açmanın ne hastalanan aile efradına bakmanın ne de ayaküstü kapıda komşunun derdini dinlemenin bir kıymet-i harbiyesi vardı artık.

Batı toplumlarında, kapitalist üretim düzeninin yaygınlaşmasıyla fabrikalar “üretim”in mekanı olarak kutsandı.
Batı toplumlarında, kapitalist üretim düzeninin yaygınlaşmasıyla fabrikalar “üretim”in mekanı olarak kutsandı.

Devletin de nüfusu ekonomik olarak faal olanlar ve olmayanlar olarak ayırmasıyla birlikte emeğini eve hasreden kadınlar, üretim dışı kadınlar olarak tanımlanır oldular. Bunun sonucunda, insanın fiziksel ve duygusal bütünlüğünü gözeten ve gündelik hayatın idamesine yönelik işleri-ürünleri ortaya koyuyor olmak, bunları icra eden kadınlara toplumsal statüsü düşük bir sıfat kazandırdı: ev kadını.

Evin dışındaki işler neden daha değerli ve önemli?

Esasen ev dışı (kamusal alan) ile ev içi (özel alan) arasında bir hiyerarşi kurmak ideolojik bir meseledir. Ev dışındaki her türlü faaliyetin ev içindeki uğraşılardan değerli, önemli ve üstün kabul edilmesinin nasıl bir gerekçesi olabilir?

Çalışma sosyoloğu K. Grinth, evde emek verilen işler ve hizmetler olmasa ev dışındaki üretimin de mümkün olamayacağını, bu iki alanın birbirine bağımlı olduğunu ve birini diğerinden üstün saymanın yanlış olduğunu savunur. Fakat ekonomik ideoloji bunun aksine bir tercih yapmıştır.

  • Ekonomik ideolojinin belirleyiciliğinin üstüne erken dönem kadın hareketinin (feminizm) evle ilgili her türlü işi tahkir eden ve evdeki kadınların işini değersizleştiren propagandası da eklenince “ev kadını” kavramı ve statüsü değiştirilemez şekilde tahkim olur. Alman Liberal Kadınlar Partisi kurucusu Maria Lischnewska savaş öncesi dönemde Berlin’de, ev dışındaki işin ev işinden daha üretken olduğunu, çalışmayan ev kadınının sadece tükettiğini, geçiminin kocaya bağlı olduğunu ve ulusal ekonomi için hiçbir değeri olmadığını savunmuştu.

Böyle bir kültürel atmosferde ev kadını olmak mutlaka kurtulunması gereken bir sıfattır artık. Öyle ki, Norveç’te Ev Kadınları Derneği (Housewives Association) üye sayısı 60.000’den 5.000’e düşünce adını “Kadın ve Aile Derneği” olarak değiştirir. Değişimin sebebi sadece üye sayısının azalması değil, ev kadını başlığının mahcup edici ve angarya çağrışımlı bir kavram olmasıdır.

Evimizde Taylorizm: rol model Amerikan ev kadını

“Ev kadını”nın ülkemizdeki gelişim seyri de siyasi tercihlerle açıklanabilir. Yeni kurulan Cumhuriyet’in kadın rol modeli Amerikan kadınlarıdır. Çünkü eğitim sistemini yeniden düzenlemek için davet edilen John Dewey’in teklif ve tavsiyesi doğrultusunda kurulan kız okulları, doğruda doğruya Amerikan kadınının ev kadınlığını talim etmiştir. Dünya savaşı öncesi ve sonrası yıllarda büyüyen Amerikan ekonomisinin tüketim toplumu oluşturmak ve Amerikan hayat tarzını dünyaya yaymak yolundaki misyonu, doğrudan doğruya ev kadınlarına verilmiştir. Öyle ki, Başkan Nixon ile Nikita Krushchev arasındaki ünlü “Mutfak Münazara”sı (Kitchen Debate) bir Amerikan mutfağındaki elektrikli alet edevat üzerinden yürümüş, Nixon “bizim ev kadınlarımız Sovyetler Birliği’nin çalışan kadınlarından daha mutlu” diyerek kapitalist ekonominin evdeki nimetlerine işaret etmiştir.

“Ev kadını”nın ülkemizdeki gelişim seyri de siyasi tercihlerle açıklanabilir.
“Ev kadını”nın ülkemizdeki gelişim seyri de siyasi tercihlerle açıklanabilir.

Bu siyaset doğrultusunda Amerikan ev kadınının evindeki eşyalar ve ev idaresi tarzı, hem Batı ülkelerinde hem de ülkemizde model alınmaya başlanır. Bu maksatla Kız Enstitüleri ve Kız Meslek Liseleri açılır. İstanbul’dan Diyarbakır’a kadar 32 şehirde açılan bu okullardaki kızlar, Cumhuriyet ideolojisini benimsemek ve yeni kuşakları bu doğrultuda yetiştirmek üzere hem annelik ideali hem de yeni tüketim tarzı çerçevesinde bir tedrisata muhatap olurlar. 1930’lu, 1940’lı yıllar boyunca, Amerika’daki “bilimsel ev kadınlığı” akımının izinde, “Evimizde Taylorizm” başlıklı derslerle ilmî ev hanımı olmaya hazırlanırlar. Resimleri bile değiştirilmeden tercüme edilerek basılan kitaplar ve dergilerde Amerikan ev kadını doğrudan bir rol modeli olarak yer alır: Ayağında topuklu ayakkabıları, boynunda inci kolyesi ve kuaför görmüş saçlarıyla mutfakta bir sekreter gibi duran Amerikan ev kadını... 1945’ten sonra projenin tamamlanmış varsayıldığını ve annelik vurgusunda önemli bir azalış olduğunu belirtir Y. Navaro-Yaşin.

Yeni dönemde vurgu değişir. Memleketimizin medenileşme ve muasırlaşma ideali, artık yeni kuşakları yetiştirmekten ziyade resmi dairede veya fabrikada çalışma yoluyla gerçekleşecektir. Avrupa merkezli kalkınma paradigması da kadınları ülke kalkınmasına katkıda bulunmak için istihdama teşvik eder. Globalleşen ekonominin, siyasetin ve kültürel ortamın aktörleri ortak bir sesle ev kadınının atıl, koca parası yiyen bir asalak, erkeğe bağımlı bir varlık olduğunu beyan etmeye başlarlar.

  • Feminizm ve kapitalizmin iç içe geçen stratejik ortaklığı, özgür, üretken ve bağımsız olmanın “geleneksel ev kadını” rolünden kurtulmakla mümkün olduğu klişesini hep tekrarlaya gelmiştir. Bu klişe tartışılmaz bir gerçek gibi kabul gördüğünden, günümüzde bu hüküm cümlesine muarız olmak, deli suyu içmeyen kralın durumuna düşmek gibidir.

Hayatlarımızı düzenleyen “işe yaramaz” kadınlar!

Lischnewska’nın Almanya’da savaş öncesi dile getirdiği ev dışındaki işin ev işinden daha üretken olduğu ve ev kadınının sadece bir tüketici olduğu, ulusal ekonomi için de hiçbir değerinin olmadığı şeklindeki iddialar, bugün de pek çok kişi ve kurum tarafından kabul edilmektedir. Mesela Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı’nın, ev kadınlarını ülkenin atıl kapasitesi olarak niteleyen kapak başlığı ile rapor yayınlamış olması, istihdam piyasasına girmeyen kadınların resmen “işe yaramaz kadın” olarak tescil edilmesi demektir.

Resmi ağızlardan, akademisyen ve gazetecilerin dilinden sürekli telaffuz edilen bu “işe yaramaz” ithamına ve kurtuluş yoluna işaret ettiği iddiasında olan ama aslında ev kadınını değersizleştiren ve itibarsızlaştıran beyanatlara muhatap olmak, ev kadınlarının kendilerini algılayışlarını da ciddi manada etkilemektedir.

Yeni dönemde vurgu değişir. Memleketimizin medenileşme ve muasırlaşma ideali, artık yeni kuşakları yetiştirmekten ziyade resmi dairede veya fabrikada çalışma yoluyla gerçekleşecektir.
Yeni dönemde vurgu değişir. Memleketimizin medenileşme ve muasırlaşma ideali, artık yeni kuşakları yetiştirmekten ziyade resmi dairede veya fabrikada çalışma yoluyla gerçekleşecektir.

Dünya Bankası ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın Türkiye’de kadınların işgücü piyasalarına katılımlarını analiz eden raporu için yapılan görüşmelerde ev kadınlarının vermiş olduğu cevaplar ev kadınlarının kendilerini nasıl algıladıkları hakkında bir fikir vermektedir. Rapordaki soruları cevaplayan kadınlar, ev kadını olmanın, aile ve çocuklara ayrılan zamanın fazlalığı, eşin eve getirdiği maddi kaynakların verimli kullanımına fırsat vermesi nedeniyle avantajlı olduğunu söylüyorlar. Fakat öz saygı, ve yaptıkları işlerin ve rollerinin toplumda yeterince değerli görülmemesinden de müştekiler.

  • Oysa kimliğin maddi hali olan evin dirliğini sağlayanlar, evdeki kadınlardır. Hanedeki fertlerin her biri için yapılan düzenlemeler, içlerinde duygu barındırır ve satın alınabilir hizmetler değildirler. Evdeki kadının aile fertlerine verdiği emek, onların aidiyet hislerini besler. Aksu Bora, M. Young’dan naklederek ev hanımının, belirli bazı insanların hayatlarını düzenleyerek onların geçmiş ile gelecek arasında ‘kaybolmalarını’ önlediğini yazar.

Sosyal ilişkilerin yürütülmesi ve akrabalık bağlarının korunması da ev kadınlarının ev işlerinin yanı sıra emek verdiği alanlardır. Hasta, taziye ve loğusa ziyaretleri, akraba günleri, kahve içimi miktarı komşuya gitmek, Yasin toplantıları, evini su basan küçük çocuklu arkadaşının yardımına koşmak vb… Bu zengin sosyal ağın işlerliği ve korunması, ev kadınlarının maharetine bağlı iken, sosyal yapının zayıflamasından şikayet etmek bize nereyi işaret etmektedir?!

“Hem karnım doysun hem çöreğim bütün kalsın” mümkün değildir. Kadınları güçlendirmek, üretken ve özgür kılmak varsayımıyla istihdama teşvik ederken sosyal dokuya neler olmakta olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu ülkede idam edilmiş bir başbakana iade-i itibarda bulunulduğu gibi, memleketin 14 milyonu aşan ev kadınına resmi olarak iade-i itibarda bulunulması gerekir. On yıllardır emeklerini ve kimliklerini değersizleştiren ve itibarsızlaştıran bütün söylem ve politikalardan ötürü ev kadınlarına değer atfı ve itibar iadesi vaciptir.