Gazeteciyiz ama her şeyden önce insanız!

Adıyaman’da çoğu zaman kameramın kaydını kapadım. Ne bir depremzedeye mikrofon uzatabildim ne de bölgeden görüntü çekebildim.
Adıyaman’da çoğu zaman kameramın kaydını kapadım. Ne bir depremzedeye mikrofon uzatabildim ne de bölgeden görüntü çekebildim.

Herkes o kadar şaşkındı ki, kimse olan biteni idrak edemiyordu. Daha önce pek çok savaş ve afet bölgesinde bulunmuş, acılara şahitlik etmiştim ama böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordum. Adıyaman’da çoğu zaman kameramın kaydını kapadım. Ne bir depremzedeye mikrofon uzatabildim ne de bölgeden görüntü çekebildim.

Deprem haberini alır almaz hazırlandım, yola koyulmak için evden çıktığımda sabah saat 06.00’ydı. AFAD ekiplerinin uçuşlarına öncelik veriliyor, kar yağışı sebebiyle çok sayıda sefer iptal oluyordu. Nihayet Elazığ’a bilet aldım ve uçağım 14.00’de kalktı. Kara yoluyla Malatya’ya geçtim. Hem kar hem de depremden çöken yollar ulaşımı zorlaştırıyordu.

Şehre girdiğimde hava karanlıktı, elektrik verilemiyordu. Depremzedelerden Elazığ’a doğru gitmek isteyenlerin oluşturduğu uzun bir araç kuyruğu vardı. Art arda yıkılan evlerin arasında henüz şoku atlatamamış insanlar gördüm. Gazeteci olduğumu anlayanlar yanıma koştu, yardım istedi. Aralıksız devam eden artçı sarsıntılar, ayakta kalabilmiş hasarlı binaları yerle bir ediyordu. Gece boyu kar yağdı, enkazlar kısa sürede beyaz bir örtüyle kaplandı. Kurulan çadırlar az da olsa depremzedeleri koruyordu. Ertesi gün Adıyaman’a geçmek istedim ama Malatya yolu çöktüğü için şehirden çıkmakta zorlandım. Araç bulmak da yıkım nedeniyle yakıt bulmak da imkânsızdı. Yardım araçlarıyla birlikte önce Elazığ’a oradan da Adıyaman’a ulaştım.

Adıyaman, Malatya’dan daha kötüydü. Şehre 10 km kala trafik kilitlendiği için yola yürüyerek devam ettim. Yıkılmış binalar uzaktan bile görünüyordu. Çevre illerden de arama kurtarma ekipleri gelmişti. Herkes canla başla çalışıyordu. Az sayıda ağır hasarlı yıkılmamış ev vardı. Geceyi dışarıda geçirdim çünkü kalınabilecek hiçbir yer yoktu. Hava sıcaklığı -12’ye düşmüştü. Isınmak için yakılan ateşler bile soğuğa engel olamadı. Çalışmalar durmaksızın devam etti. Duyulan en ufak bir ses, bir tıkırtı hepimizde heyecana sebep oluyordu.

Gün ağarınca yıkımın boyutu tam anlamıyla ortaya çıktı. Ara sokaklarda yürümek mümkün değildi. Enkazlar yolları tamamen kapamıştı. Aileler enkaz başında yorgun, çaresiz bazen de umutla bekliyordu. Her zaman güzel haberler gelmedi. Cenazeler çıkarıldıkça depremzedeler bir kez daha yıkıldı. Ambulans seslerine ağıtlar karıştı. Metanetini korumaya çalışanlar yakınlarına yardım ediyordu. Enkaz başında otururken bir teyze ile tanıştım. Depremde beş çocuğunu kaybetmişti. Bana kızının daha üç ay önce tüm birikimiyle bu evi aldığını uzun uzun anlattı. İnsanların dertlerini anlatmaya, onları dinleyen birilerine ihtiyaçları vardı. Biraz zaman geçtikten sonra teyze elinde bir bardak çorba ile geldi “Al kızım iç, üşüdün” dedi. O an kontrolümü kaybettim, ağlayamadım bile. Beş evladını kaybetmiş bir anne, o durumda bile beni düşünebiliyordu. Anladım ki annelerdeki merhamet asla bitmiyor.

Herkes o kadar şaşkındı ki, kimse olan biteni idrak edemiyordu. Daha önce pek çok savaş ve afet bölgesinde bulunmuş, acılara şahitlik etmiştim ama böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordum. Adıyaman’da çoğu zaman kameramın kaydını kapadım. Ne bir depremzedeye mikrofon uzatabildim ne de bölgeden görüntü çekebildim. Gazeteciyiz ama her şeyden önce insanız.

Ailesinden 13 kişiyi kaybeden depremzede de vardı günler geçmesine rağmen o soğukta kımıldamadan sevdiklerinin kurtulmasını bekleyen de… Oyuncaklar, aile fotoğrafları, ders kitapları, kıyafetler... Başka başka insanların özenle aldığı, hatırası var diye sakladığı, her gün kullandığı çok sayıda eşya birkaç gün önce mahallenin parçası olan bu sokaklara ortak bir acıyı haykırıyordu. Enkazlardan etrafa saçılan eşyalar da onları toplamaya çalışan aileler de hepimizde derin yaralar bıraktı.

Yakın zamanda yaşadığımız İzmir ve Elazığ depremindeki yıkımlarda binaları sayabildiğimiz gibi yerlerini de tarif edebiliyorduk. Şimdi ise böyle bir durum söz konusu değildi. Üst üste yıkılan binalar, bunlara yetişmeye çalışan ekipler, gönüllüler ve ailelerini arayanlar o kadar büyük bir kargaşa oluşturmuştu ki nereye bakacağıma neye üzüleceğime şaşırıyordum. Bazen sadece iş makinesi ve ambulans sesi duyuyorduk. Ambulans görmek herkese umut veriyor, siren sesi sağ çıkarılan bir depremzedenin hastaneye yetiştirildiğini müjdeliyordu. Hangi binanın başında bekleyeceğime karar veremiyordum. Ekipler de yetişemiyor, bir kişinin enkazdan çıkarılması saatler alıyordu.

Akşam olmadan Hatay’a geçmek için Adıyaman’dan ayrıldım. Hatay’ın durumunu anlatacak söz bulamıyorum. Benim vardığım günlerde enkaz kaldırma çalışmaları başlamıştı. Tarihi çarşıdan, ana yollara neredeyse tüm şehir enkaza dönmüştü. Defalarca geldiğim, insanlarıyla kaynaştığım, arkadaşlar edindiğim bu yer şimdi yıkıntılardan ibaretti. Şehirdeki herkes tahliye edilmiş, sadece yardım dernekleri, gazeteciler ve az sayıda depremzede kalmıştı. Geceleri her yer ıssız ve karanlıktı. Soğuktan korunmak için bir vincin kontrol merkezinde sabahladım. En büyük enkaz Antakya çarşısındaydı. Bütün camiler, tarihi yerler çökmüştü. Malatya ve Adıyaman’a daha önce gitmediğim için eski haliyle kıyaslayamıyorum. Hatay’ı çok kez gördüğümden bu hali beni çok sarstı. Sadece dört ilde haber takibi yaptım. Dönüşte Gaziantep merkeze de uğradım. Camilerin, tarihi kalenin yıkılmış hallerini gördüm. altı ilimiz daha depremden etkilendi ve derin yaralar aldı. Umarım bir an önce el birliğiyle yaralarımızı sararız.