Güvendiğimiz dağlar “Erkekler”

Güvendiğimiz dağlar  “Erkekler”
Güvendiğimiz dağlar “Erkekler”

Toplumsal yapıda ortaya çıkan her köklü değişim, bireysel ölçekte hiç kuşkusuz kişilik, karakter ve benlik değişimine de yol açar. Tarihte olduğu kadar söz konusu bu değişim diyalektiği, günümüzde de en çok iletişim araçları üzerinden okunabilir. Günümüzde daha çok “yeni” ve “sosyal” olarak olumlanan iletişim teknolojileri ile günümüz birey karakteri ve toplumsal arketipler arasında önemli bir ilişki söz konusudur.

Günümüzde toplumsal değişim ve söz konusu bu değişimin somut göstergesi/ çıktısı olarak yeni iletişim teknolojileri üzerinden şekillenen yeni birey karakterini bir toplumsal arketip olarak “erkek” üzerinden okumak mümkündür.

Literatürde genel olarak bu toplumsal arketip “Ben Nesli”, “App Kuşağı”, “i Nesli”, “Matrix Sendromu” vb. kavramsallaştırmalarla çerçevelendirilmektedir.

Söz konusu kavramsallaştırmalar toplumsal farklılıkları ve dönemsel farklılıkları içinde barındırsa da, özetle yaşadığımız zamanın ruhunu kavramak açısından önemli bir zemin oluşturmaktadır.

Burada geleneksel/modern toplum tartışmalarına veya kadın/erkek toplumsal cinsiyet tartışmalarına girmeden, Türkiye’de yeni iletişim teknolojileri ekolojisinin beslediği “erkek” karakteri tasvir edilmeye çalışılmaktadır.

Söz konusu değişime ilişkin Türkiye’de mevcut durum, Batı (özellikle de ABD) toplumlarında yer alan düzeyde olmasa da, özellikle üniversite gençliği düzeyinde yapılan çalışmalar ve muhatap olunan örneklik üzerinden bazı okumalar yapmayı mümkün kılmaktadır.

Büyük ölçüde bu arketipin “ben” odaklı bir dünyaya kapı açmasına imkân tanıyan yeni iletişim teknolojileri, var olan bütün toplumsal kuralların, değerlerin, ölçülerin, sınırların, insan ilişkilerinin ötesinde, özerk ve özgür olması gerektiğini ona fısıldayan bir mesafededir.

Bu nedenle artık “erkek” için hayat, insan ilişkileri, çalışmak, emek harcamak, kısaca yaşama sanatı ortadan kalkarak, son derece kışkırtıcı bir özgüvenin gelişmesini mümkün kılan sıradan bir sürece dönüşmektedir.

İnsan ilişkilerinde kimin hakkının ne olup olmadığı ile ilgilenmeyen “erkek”, neyin kendi hakkı olup olmadığını da merak etmemektedir.

Özgürlük ve özerklik zehirlenmesi ile her şeyin hakkı olduğunu düşünen “erkek”, ben odaklı olması nedeniyle dünyanın kendisi etrafında döndüğünü düşünmektedir.

Böylece sosyal medyada varlık gösterdiği her gösterge/paylaşım için insanlığın kendisine minnettar olmasını beklemektedir. Emeksiz, zahmetsiz, çabasız her şeye ulaşabileceğini ve istediği hayat standardında bir hayat yaşayabileceğini vehmeden bir ruh hâli ile varlık göstermektedir.

Üstelik bu ruh hâlini herkesin anlaması gerektiği ve kendisine karşı anlayışla karşılık vermesi gerektiğini düşünmektedir. Buna karşılık kendisi benzer bir sorumluluktan ve ciddiyetten uzakta bir hayat pratiği yaşayarak bunu da kendisinin en doğal hakkı olarak kodlamaktadır.

Beklediği söz konusu bu ilgiyi göremediğinde de depresif ruh hâli ile dünyanın kendisi ve bütün insanlık için bittiğini düşünecek kadar narsist karakterini büyütmektedir. Ben odaklı yaşayan günümüz toplumsal arketipi olarak “erkek”in kendisini bu denli odağa almasına karşın, bu karakter, etrafındaki herkese ve her şeye karşı ise olabildiğince “bezgin ve yorgun” bir tavır takınmaktadır.

Hatta öyle ki, kendi adına amaca yönelmek ve o amaç doğrultusunda bedel ödemek zorunda kalması durumunda bile bezginlik ve yorgunluk temel karakteri olmaktadır. Eğitimde, iş hayatında, sosyal hayatta ve daha birçok alanda kadınlar karşısında başarısızlıkları, isteksizlikleri ve yorgun tutumları her geçen gün biraz daha artmaktadır.

Örneğin okul ortamında, derse katılım, okuma performansı, dil öğrenme, sosyal/kültürel etkinliklere katılma, öğrenci kulüp faaliyetlerine katılma vb. durumlarda gözle görülür biçimde bir geri çekilme durumu söz konusudur.

Ülke, toprak, bayrak, şeref vb. temel kutsal motivasyon kaynakları dahi günümüz “erkek”ini çalışmak, üretmek, sorumluluk almak ve paylaşmak konusunda yeterince motive etmemektedir. Oysa şiirler, şarkılar, masallar, öyküler, övgüler ve methiyeler hep “erkek”in dayanılabilecek, güvenilebilecek bir dağ olduğunu söyledi.

“Erkek”in namusun, haysiyetin, vatan toprağının, aşkın masumiyeti ve saflığının ve daha birçok şeyin hamisi olduğunu öğretti. Şimdi her gün eksilen, azalan ve hayattan yavaş yavaş çekilen “erkek”i anlamakta güçlük çekiyoruz. Burada şunu ifade etmek gerekiyor ki konu gereği odaklanılan yeni tip “erkek” hakkında belirtilen bu çerçeve büyük ölçüde “genç erkek”e tekabül etse de genel toplumsal bir karaktere de işaret etmektedir.

Yeni iletişim teknolojileri ile birlikte belirginleşen bir toplumsal arketip olarak “erkek”, yukarıda betimlenen bütün olumsuz özelliklerinin yanı sıra, yine de ülkemizin sahip olduğu toplumsal derinlik birikimi ile paralel değerlendirilmelidir.

Zira yüzyıllardır din, inanç ve kültür zemininde, sevgi, merhamet ve adalet bağlamında birikerek oluşan toplumsal derinlik, birey ve toplum hayatının kılcal damarlarında bir biçimde varlığını devam ettirmektedir. Başka bir ifade ile hayatın başlangıç noktasını terk ederek kendisinin uzağına düşen, insanlığın kadim birikimini, güzelliklerini terk ederek yaşadığı toplumsal derinliğe arkasını dönen “erkek”in başladığı yere dönebilme potansiyeli var, demektir.

Bu nedenle güvendiğimiz dağlara yeniden güvenebileceğimiz ruhun ve ona can suyu verecek mayanın bu topraklarda mevcut olduğunu biliyoruz. Diğerkâmlığın, merhametin, sevginin, anlayışın, paylaşımın hâlâ çok sayıda örneğinin yaşandığı bir toplumsal derinliği barındırmak sadece günümüz “erkek”inin değil, bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir sermaye türüdür.

Bu nedenle bireysel olarak veya toplumsal bütünde iyiliğe, hayra, güzelliğe, sevgiye, merhamete, aşka dair ne kadar güzellik varsa çoğaltmalıyız. Bencilliğin, umursamazlığın, bezginlik ve yorgunluğun “erkek”i de “kadın”ı da esir almasına gönlümüz razı olmayacak ve ger çekten iyiliğe dair elimizden geleni yapmaya gayret göstereceğiz.

Yaşadıklarımız hepimize hayatın kıyısında olduğumuzu, hayatın azar azar eridiğini, hatta insanlığa dair son günleri yaşadığımızı hissettirmektedir.

Fakat her şeye rağmen hayat devam ederken ihtiyacımız olan riyadan ve bencillikten uzak, sevginin ve merhametin sıcaklığıyla her şeyi kuşatabilecek güzel bir örnekliktir. Bu topraklarda hâlâ yaşamaya devam eden, canlı, taze ve gürül gürül akan bu güzel örneklik, günümüz insanının hatta topyekûn insanlığın ihtiyaç duyduğu güzelliktir.