Hababam Sınıfı niçin haklıydı?

Hababam Sınıfı, hepsi birbirinden yaşlı ve bezgin öğretmen kadrosunun temsil ettiği, istifçi ve sıkıcı eğitim sisteminin başarılı bir parodisi oldu.
Hababam Sınıfı, hepsi birbirinden yaşlı ve bezgin öğretmen kadrosunun temsil ettiği, istifçi ve sıkıcı eğitim sisteminin başarılı bir parodisi oldu.

Ivan Illich’in, kırk yedi sene önce yazdığı Toplumu Okulsuzlaştırmak (Deschooling Society) (ya da dilimize yapılan çevirisindeki başlığıyla Okulsuz Toplum) kitabında ulaştığı eleştiri çıtası, “okulları toplumdan tasfiye etmek” çizgisine kadar yükselmişti. Bu radikal Avusturyalı, kilisenin, medyanın tasfiyesi yanında okulun da hayatımızdan çıkartılmasını öneriyordu. Değerlerin kurumlaşmasının fiziksel kirlenmeye, toplumsal kutuplaşmaya ve ruhsal zayıflığa yol açtığını savunuyordu.

Okulda ciddiyetin yolu: Oyun

Mimsy Sadofsky, 1968 yılında Framingham’da (Amerika) açılan Sudbury Valley Okulu’nun kurucuları arasında yer almış bir eğitimci. Bu sıra dışı okulu sadece kurmakla kalmamış, üç çocuğunu da burada büyütmüş. Bayan Sadofsky okulda Fransızca, cebir, İngiliz edebiyatı dersleri vermenin yanında, yemek pişiriyor ve muhasebeyle de ilgileniyor.

Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor
Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor

Bayan Sadofsky’nin Sudbury Valley Okulu’yla ilgili kurduğu şu cümleler, bu ve benzeri okulların yapısını aşikâr kılmaya yetecek cinsten: “Okulumuzda oyun en ciddiye andığımız şeydir. Bunu da tesadüfen, kazara yapmıyoruz. Psikologların üzerinde büyük ölçüde ortaklaştıkları bir gerçek vardır: Zihnin özgürce keşfetmesine olanak vermek, zihnî açılım için de fırsat yaratmak anlamına geliyor. Gerçekten de bizlerin en yaratıcı anlar olarak tarif edebileceğimiz anlar, ‘yeni fikirler üzerinde oynadığımız’ anlardır”

Aşina olduğumuzun dışında bir eğitim biçimine adanmış bir öğretmen olan Mimsy Hanım’ın kastettiği, oyunla zihninizde ilk canlanan şeyi de içine alan, daha geniş bir şey. Oyunu kurarken, bir yandan “gerçek hayat”ın başka bir boyutta bir tasarımını yaratmamıza olanak veren, bildiğimiz anlamdaki oyunu; öte yandan matematiğin, sanat derslerinin, dil eğitiminin de birer oyuna dönüştürüldüğü, onun ifadesiyle “entelektüel oyunları” kastediyor.

  • Burada çocukların dünyasından bahsediyoruz. Henüz güneşin bile doğmadığı saatlerde tatlı uykularından kopartılarak servislere istif edilen, alaca karanlıkta bezgin birer zombi gibi ofisine doğru yekinen büyükşehir insanının arasına karışan, böylece her defasında yadırgatıcı bir gotik resmin parçasına dönüşen çocukların dünyasından... Sabahın ilk saatlerinde, içine doluştukları o ölçüsüzce iri, o düşüncesizce büyük binalarda, kendilerini bekleyenin sıkıcı bir sabah dersi değil de, bir oyun olduğunu onlar da bilseler, biz de bilsek gıyaplarında içlerimiz bu kadar yanmazdı.

Hababam Sınıfı: Eğitimin anarşistleri

Ivan Illich’in, kırk yedi sene önce yazdığı Toplumu Okulsuzlaştırmak (Deschooling Society) (ya da dilimize yapılan çevirisindeki başlığıyla Okulsuz Toplum) kitabında ulaştığı eleştiri çıtası, “okulları toplumdan tasfiye etmek” çizgisine kadar yükselmişti. Bu radikal Avusturyalı, kilisenin, medyanın tasfiyesi yanında okulun da hayatımızdan çıkartılmasını öneriyordu. Değerlerin kurumlaşmasının fiziksel kirlenmeye, toplumsal kutuplaşmaya ve ruhsal zayıflığa yol açtığını savunuyordu.

Ivan Illich
Ivan Illich

Bizim Hababam Sınıfı’mızın, Illich kadar radikal olmadığını söyleyebiliriz. Hababam Sınıfı, her biri yirmi üç yirmi beş yaşına gelmesine, aralarında Damat Ferit gibilerinin evlenip çoluk çocuk sahibi bile olmasına rağmen bir türlü mezun olamayan öğrencilerden oluşmakla birlikte, okulu imha etme fikrine değil, dönüştürme fikrine sahiptir. Eğlenebildikleri, yemek yiyebildikleri, sigara içebildikleri, dayanışabildikleri sürece okuldan çok da rahatsız görünmezler. Hababam Sınıfı öğrencileri, sıkıcı ve istifçi bir eğitim düzenini ha bire manipüle eden, oyundan eğitime ulaşma mecralarına sahip olmadıkları için, eğitimden oyuna ulaşmaya çalışan eğitim anarşistleri gibidir. Oyun dediysek, sadece sınıfta oynadıkları uzuneşek gibi gelişmemiş oyunları kastetmiyoruz. Hatırlayın, kız lisesiyle yaptıkları bilgi yarışmasında, İnek Şaban, Güdük Necmi ve Damat Ferit’ten oluşan yarışmacı ekibine, ansiklopedilerden kopya çekerek derledikleri cevapları tavan arasına kurdukları elektronik düzenekle iletmeyi başarıyorlardı. Bu sahneyi hiçbirimizin yadırgadığını sanmıyorum. Sanırım çok da eğlenmişizdir. Ama o düzeneği kurabilmek, o kabloları çekebilmek, o mizanseni yaratabilmek için orta hâlli bir matematik ve fizik bilgisine sahip olmak gerekir. “Tembel” ve “yeteneksiz” Hababam Sınıfı bu formasyona nerede sahip olmuştur? Bu sorunun cevabı, matematik ve fiziğin, bir oyun ve ihtiyaç hâline getirilebildiğinde, insan melekelerinin nasıl tahrik edileceğinde saklıdır.

Kim yeteneksiz: Hababam mı sistem mi?

Hababam Sınıfı deyince zihnimizde uyanan resim aşağı yukarı şöyle: Başarılı sosyal ilişki, dayanışma, fedakârlık, teklifsizlik, yaratıcı şakalar, futbol sevgisi, hazırcevaplık, gelişmiş el becerileri, kreatif haşarılık. Böyle tek tek yazınca harika görünüyorlar. Bu niteliklerin birlikte oluşturdukları mutlu tabloda, sorumluluk sahibi yetişkin-veli açısından tek sorun akademik başarısızlıktır. Sistemin temsilcisi olan o yetişkin-veli, içten içe sempatik bulduğu bu çocukların ziyan olmuş gelecekleri için kaygılanacaktır. Onun cephesinden, eğitimin amacı bir meslek sahibi olmak değilse başka ne olabilir ki? Ama Hababam Sınıfı’nın bu nitelikleri üzerinden, bön ve defolu öğrencilerin yetersizliklerini değil, yaralı bir eğitim sisteminin hantal ve işbilmez niteliklerini gözler önüne seren eleştirileri okuruz. Sosyal yönden bu kadar gelişebilmiş, birçok ahlaki vasfı kazanabilmiş, bir sınıf ölçeğinde iyi işleyen yönetişim örneği ortaya koyabilmiş olmaları, her seferinde onların değil, bu yeteneklerine rağmen onları kazanamamış eğitim sisteminin eleştirilmesine yol açar.

Hatırlayın, kız lisesiyle yaptıkları bilgi yarışmasında, İnek Şaban, Güdük Necmi ve Damat Ferit’ten oluşan yarışmacı ekibine, ansiklopedilerden kopya çekerek derledikleri cevapları tavan arasına kurdukları elektronik düzenekle iletmeyi başarıyorlardı.
Hatırlayın, kız lisesiyle yaptıkları bilgi yarışmasında, İnek Şaban, Güdük Necmi ve Damat Ferit’ten oluşan yarışmacı ekibine, ansiklopedilerden kopya çekerek derledikleri cevapları tavan arasına kurdukları elektronik düzenekle iletmeyi başarıyorlardı.

Hababam Sınıfı’nın başarılı olduğu alanlar sadece sosyal dayanışma alanları değil elbette. Bilgi yarışmasındaki düzenekten yukarıda bahsetmiştik. Bunun yanına, kopya çekerken gösterdikleri yaratıcı çözümleri; okuldan kaçmak için o altmış santim genişliğindeki duvarı delebilmeleri ve sonra Mahmut Hoca’nın verdiği cezanın gereği olarak tekrar örüp sıvayabilmeleri; Dördüncü Kel Mahmut tiyatro oyunundan sene sonu müsameresine, müfettiş taklidi yapmaktan İnek Şaban’ı ikna edecek bir aşk mektubu yazabilecek yazı yaratıcığına sahip olmaya kadar edebiyatta ve sahne sanatlarında gösterdikleri başarıları da ekleyebilirsiniz. Görüyorsunuz ya, mesela sıkıcı kompozisyon dersinin bir gereği olmaktan çıkarak, bir oyuna, bir şakaya dönüştüğünde yazmak nasıl da mümkün olabiliyor?

Ama bu neşe

Hababam Sınıfı, hepsi birbirinden yaşlı ve bezgin öğretmen kadrosunun temsil ettiği, istifçi ve sıkıcı eğitim sisteminin başarılı bir parodisi oldu. Hababam Sınıfı serisinin afişlerine bakın: Sınıftan, öğrencilerden, ortamdan canlılık ve neşe taştığını görürsünüz. Doğrusu bu neşe, bizler de lise öğrencisiyken canımızı az yakmadı. O sınıfa benzemek niyetiyle yöneldiğimiz her girişim, ceza ve gözdağıyla karşılaştı. Zaman içinde de zaten bütün neşemiz kaçıp gitti.

Hababam Sınıfı güzellemesi yaparken dikkat etmemiz gereken sakıncaların farkındayız. Ama bizlerin bunun farkında olması kadar, öğütmek üzerine kurulu bir eğitim sisteminin yılmaz müdafilerinin de Hababam Sınıfı’ndan ders almalarını beklemek hakkımız. Ve şu soruyu sormak da: Hababam Sınıfı niçin bu kadar neşeli?